Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 2004 00:00
Hürriyet Tarih Dergisi’nin 25 Aralık 2002 tarihli sayısında ‘Baltacı efsanesi meğer masalmış’ başlıklı bir yazı yayınlamış ve çapkınlık tarihimizin en meşhur macerasının, Baltacı Mehmed Paşa ile Rus Çariçesi Katerina’nın Prut’taki kaçamaklarının sadece bir söylentiden ibaret olduğunu yazınca ‘Türk erkeğinin gururu ile oynamakla’ suçlanmıştık ve bazı çevrelerden işitmediğimiz láf kalmamıştı. Neyse ki, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin imdadımıza yetişti. Geçen hafta Ertuğrul Özkök ile yaptığı görüşmede ‘Baltacı ile Katerina arasında hiçbirşey olmamıştı’ diyerek Hürriyet Tarih’i doğrularken Paşa’yı da zina gibi bir suçtan ve günahtan arındırdı.HEM bendeniz, hem de editörlüğünü yaptığım Hürriyet Tarih Dergisi’nin yazı ailesi, bu haftayı gayet mutlu, memnun ve müsterih bir şekilde geçirdik.Memnuniyetimizin sebebi, bundan bir buçuk sene kadar önce yaptığımız ve o günlerde oldukça ses getiren ama bir o kadar da tepki çeken bir yayınımızın Putin tarafından da doğrulanmış olmasıydı... Böylesine bir destek kaç yazara yahut yayıncıya nasip olurdu ki?Önce, Hürriyet Tarih’in Putin tarafından da doğrulanan yayınında ne söylendiğini kısaca hatırlatayım:ÖNCEDEN SÖYLEMİŞTİKDerginin 25 Aralık 2002 tarihli sayısında, son yılların önde gelen genç tarihçilerinden olan Dr. Erhan Afyoncu’nun ‘Baltacı Efsanesi Meğer Masalmış’ başlıklı bir yazısı çıkmıştı. Yazıda, çapkınlık tarihimizin en meşhur macerasının, Baltacı Mehmed Paşa ile Rus Çariçesi Katerina’nın Prut’ta 1711 senesindeki kaçamaklarının sadece bir söylentiden ibaret olduğu belgeleriyle ortaya konuyor ve Paşa ile Katerina’nın birbirlerinin yüzlerini bile görmedikleri söyleniyordu.Belgelerle desteklenen bu araştırmayı yayınlamamızdan hemen sonra, Baltacı hikáyesi ile asırlardan buyana iftihar eden bazı çevrelerin hedefi haline gelmiştik ve işitmediğimiz láf kalmamıştı. ‘Türk erkeğinin gururu ile oynamakla’ suçlanıyorduk. Ne demekti efendim, Baltacı’nın Katerina’nın yüzünü bile görmemiş olması? Bu ne gaflet ve ne daláletti? Paşa, Katerina’nın sadece yüzünü değil, her tarafını görmüş; üstelik görmekle de kalmamıştı ve biz bütün bunları reddetmek cür’etinde bulunmuştuk!İmdadımıza bu hafta, yani yayınımızdan bir buçuk sene kadar sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yetişti. Putin, Ertuğrul Özkök ile yaptığı görüşmede ‘Baltacı ile Katerina hadisesi bizde başka türlü bilinir’ diyor ve işin temelinde ‘şehvet’ değil, ‘rüşvet’ unsurunun bulunduğunu anlatıyordu. Rusya Devlet Başkanı’nın söyledikleri, hadiseyle ilgili olarak Hürriyet Tarih’te yazdıklarımızla tıpatıp aynıydı: Katerina, Rus ordugáhındaki bütün kadınların takılarını zorla toplatmış ve kendi mücevherleriyle beraber Baltacı’ya göndermişti.İşin gerisi, şöyleydi: Katerina’nın Türk karargáhına yolladığı ‘hediyeler’ tam yedi araba dolusuydu ve başta Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa olmak üzere Sadaret Kethüdası Osman Ağa ile Sadaret Mektupçusu Ömer Efendi tarafından paylaşılmış, karşılığında Rus ordusunun etrafındaki kuşatma kaldırılarak barış anlaşması imzalanmıştı. Paşa, savaşmak yerine barış yapmaya bir yerde mecburdu, zira hem Viyana bozgunu, hem de Prut Savaşı’ndan 14 yıl önce Zenta’da yaşanan ve hemen ardından Karlofça Andlaşması gibi bir yıkım belgesiyle neticelenen mağlubiyet hálá hatırlardaydı ve bazı paşalar, yenilgi ihtimali yüzünden savaş konusunda ürkek davranıyorlardı.PAŞA, SÜRGÜNE GİTTİZamanın hükümdarı Üçüncü Ahmed, Prut’ta yapılan barışı yetersiz bularak Baltacı Mehmed Paşa’yı kuşatmadan birkaç ay sonra Midilli’ye sürgüne yollayacak, Katerina’nın gönderdiği rüşvetleri áfiyetle yiyen Osman Ağa ile Ömer Efendi’yi de idam ettirecekti.Baltacı ile Katerina hadisesinin aslı böyle ama konunun çok önemli bir başka yönü daha var: Bir gerçeği, asırlardan beri gözardı etmiş olmamız...Katerina, 1711’deki Prut Savaşı sırasında Rus Çarı Petro’nun karısı değil, metresiydi ve Çar ile savaştan bir yıl sonra, 1712’nin 19 Şubat’ında evlenebilmişti. Sadece bu gerçek bile, Prut Nehri’nin kıyısında zina yapanın Baltacı Mehmed Paşa değil, Çar Petro olduğunu ortaya koyuyor.Alaturkacı beyler! Bana hayaller listesi yollamayın, cevap verinGEÇEN hafta, TRT’nin açtığı ‘Alaturka’ isimli beste yarışmasının ne kadar lüzumsuz bir iş olduğunu yazmış, ‘TRT eğer Türk Müziği’ne hizmet etmek istiyorsa, repertuvarında bulunan ama artık hemen hiçbiri çalınmaz olan binlerce eseri icra ettirsin ve özel TV kanallarıyla reyting rekabeti uğruna kalitesini gittikçe düşürdüğü Türk Müziği’nin icrasına eski zarafetini kazandırmaya çalışsın’ demiştim.Hafta içinde, Cevdet Tellioğlu isimli bir zat, TRT adına tarafıma bir açıklama gönderdi.Tellioğlu’nun yazısı ‘yaptığım durum tesbitine teşekkürle’ başlıyordu. Bu ilk cümleyi okuduktan sonra ‘Herhalde tenkidlerime doyurucu bir cevap vermişlerdir’ diye düşündüm ama nerdeee? Yazıda ‘Alaturka’ beste yarışmasının nasıl bir şölen olacağı anlatılıyor, daha sonra ‘sanat zevkindeki seviyeyi yükseltmek’, ‘gönüllerde yer etmiş bestekárlar’, ‘kucak açmak’ yahut ‘hasret gidermek’ gibisinden dört dörtlük alaturka ifadelerle birşeyler söylenmeye çalışılıyor ama neticede söylenmiyor, son paragraflarda da ‘meşk usulü’nün uygulamaya konması yahut CD ve kaset çıkartılması türünden hayaller sıralanıyordu. Sözün kısası, yaptığım ‘durum tesbiti’ne hiçbir cevap verilmiyor, gün geçtikçe pespaye bir hál alan Türk Müziği icrasının düzeltilmesi yolunda yapılması gerekenlerle ilgili olarak da tek bir söz edilmiyordu.Men çe miguyem, tanburem çe miguyed!Bana ‘açıklama’ adı altında bozuk Türkçe ile karalanmış boş bir varakpáre gönderen zevátın şu hususu mutlaka bilmesi gerekir:Açıklama yapmak, söyleyecek sözü olanlara yahut hakikaten birşeyler söylemek isteyenlere mahsustur; bir metin, içerisinde dişe dokunur ifadeler varsa, o zaman ‘açıklama’ kimliği taşır, aksi takdirde ‘zeváhiri kurtarma’ olur. Dolayısıyla bana ‘açıklama’ adı altında böyle temenniler listesi göndermeyin, geçen hafta sözünü ettiğim hususlara verecek bir cevabınız varsa onları yazın ve meşkin ne olduğunu çok iyi bilen, zira musikiyi seneler boyu meşketmiş bir kişi olan bana meşk müjdesi vermek gibi komikliklerden ve hayallerden de vazgeçin.Bu yazıyı da, geçen hafta yazdığım ‘Yeni şarkılara milyarlar dökmeyi bırakın, önce elinizdekileri icra edin!’ başlıklı yazımın son cümlesiyle bitirmek zorundayım: Türk Müziği’nin bir zamanlar ciddi bir okulu olan TRT, son 20 yıl içerisinde müziğin kalitesizleşmesinin sebeplerinden biri haline gelmiştir ve bir devlet televizyonunun görevi özel TV’lerle reyting yarışına girmek değil, gittikçe aşağılara düşen sanat zevkini yeniden yükseltmeye çalışmaktır.Böyle önemli bir binaya, böyle önemli mimarın imzası yakışırİSTANBUL’un Anadolu yakasında, Bağlarbaşı’nı Beylerbeyi’ne bağlayan Gümüşyol’un biraz gerisinde, son derece şık ve tantanalı bir kapı, kapının gerisinde de yüksek duvarların çevirdiği muazzam bir köşk vardır. Gümüşyol’dan geçti iseniz, mutlaka farketmişsinizdir.Burası, Son Halife Abdülmecid Efendi’nin köşküdür. Köşk, 1880’li senelerde Mısır Hıdivi İsmail Paşa tarafından inşa ettirildi, daha sonra o sırada sadece bir şehzade olan ve dönemin önde gelen ressamlarından ve Klasik Batı Müziği bestecilerinden sayılan Abdülmecid Efendi tarafından satın alındı ve hem ikametgáh, hem de sanat merkezi olarak kullanıldı.Derken Abdülmecid Efendi ile beraber Osmanoğlu ailesinin bütün mensupları 1924 Mart’ında sürgüne gönderildiler ve bina da kaderine terkedildi. Birkaç defa el değiştirdi ve Yapı ve Kredi Bankası’nın kurucusu olan Kázım Taşkent tarafından 1940’lı yıllarda banka adına satın alındı. Aradan gene seneler geçti ve artık harap hale gelmiş olan Abdülmecid Efendi Köşkü, Türkiye’nin önde gelen mimarlarından biri, Dr. Sinan Genim tarafından baştan aşağı restore edildi.Köşk, önümüzdeki Çarşamba günü, 70 yıllık bir aradan sonra yeniden faaliyete geçecek ve mekánda çok sayıda misafir ağırlanacak.Gönderilen davetiyede bir husus dikkatimi çekti: ‘La Banda Alla Turka’ isimli bir müzik grubunun, Osmanlı dönemi eserlerini cazcılarla beraber icra edecek olması! Ben, bu mekánda şimdilerde pek bir moda ama kanaatimce gereksiz ve geçici bir heves olan ‘doğu-batı sentezi’ denilen garabet çerçevesinde ney-saksofon, ud-kontrbas ve kemençe-piyano karmaşasına çaldırmak yerine, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir piyano yahut keman eserini Ayla Erduran veya İdil Biret gibi önemli bir isme icra ettirmeyi tercih ederdim.Abdülmecid Efendi Köşkü’nün restorasyon sonrasındaki halini henüz görmedim, birkaç gün sonra göreceğim ama bugüne kadar çok güzel eserler veren ve son derece şık restorasyonlar yapan Dr. Sinan Genim’in imzasını taşıdığı için, mükemmel bir eserle karşılaşacağıma eminim.
button