Güncelleme Tarihi:
Yönetmen Ali Tabrizi’nin başrolde olduğu 'Seaspiracy' belgeseli, insanların okyanus ve deniz yaşamına verdiği zararın yanı sıra ticari balıkçılık endüstrisinin bugüne kadar pek irdelenmeyen yüzünü görüntülerle ortaya koyuyor.
Belgesel birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Takipçilerini belgeseli izlemeye ve balık yemeyi bırakmaya çağıranların arasında Kanadalı vegan rock yıldızı Bryan Adams da var…Öte yandan okyanusları korumak için mücadele eden sivil toplum kuruluşu Oceana gibi bu fikre karşı çıkanlar da mevcut: “Yoksulluk, açlık ve yetersiz beslenme ile karşı karşıya kalan ve kıyı balıkçılığına bel bağlayan dünyadaki yüz milyonlarca insan için, deniz ürünü tüketiminden kaçınmayı seçmek, gerçekçi bir seçim değil.”
ÜÇ ÖNEMLİ NOKTA
Belgeselde balıkçılık endüstrisi ve yunus ölümleri arasındaki bağlantıdan, köpekbalığı yüzgeci ticaretine kadar birçok konu, oldukça sarsıcı görüntüler eşliğinde izleyiciye sunuluyor. Bununla birlikte belgeselde tartışma yaratan ve ağır eleştirilerin hedefi olan birçok detay da bulunuyor.
Benim ise en çok şu üç madde dikkatimi çekti:
1- Mikroplastikler deniz yaşamı için çok tehlikeli
2- Büyük Okyanus'taki plastiğin yüzde 46'sı balık ağlarından oluşuyor
3- Okyanuslar 2048'de hemen hemen boşalacak
Belgeselin yazarı Boyan Slat atık halindeki balık ağları ve mikroplastikler için şu ifadeyi kullanıyor: "Endüstriyel balıkçılık malzemeleri çoğunlukla kalın şamandıralar, kasalar ve ağlardan oluşuyor. Bu çöp çok daha yavaş parçalanıyor, haliyle canlılar için tehlikeli. Ayrıca mikroplastikler parçalanma ve deniz yatağına batma eğiliminde olmasından dolayı tehlike arz ediyor.”
Tabii sadece plastiklerden bahsetmek yeterli değil. Belgeselde sıkça altı çizilen balık ağları ile sanayi atıkları ve tarım kimyasallarını da sayabiliriz. Peki, ‘Seaspiracy: Denizlerdeki Komplo’ belgeseli ile okyanus ve denizlerdeki canlıların durumu dünyanın gündemine yerleşmişken, acaba Türkiye’nin denizlerinde durum ne?
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Deniz Biyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ülgen Aytan’a Türkiye denizlerindeki mikroplastiklerin deniz canlıları üzerindeki etkilerini sorduğumda oldukça çarpıcı bilgiler verdi. Aytan aynı zamanda mikroplastik araştırma grubunun da ekip lideri…
Önce mikroplastiklerin ne olduğuna bakalım… Şekil, boyut, renk ve kimyasal içerik olarak her biri birbirinden farklı 5 mm’den küçük plastik parçacıklar bunlar. Ayrıca deniz ekosistemlerine karıştıkları andan itibaren ortamdaki kirleticileri ve patojenleri de üstlerinde topluyorlar. Bu mikroskobik plastikler genel olarak ‘mikroplastik’ olarak adlandırılıyor ancak diğer kirleticilerden farklı olarak her birinin denizel ortamda davranışı ve etki mekanizması çok farklı.
Ülgen Aytan, şu ana kadar yapılan laboratuvar çalışmalarının mikroplastiklerin içerdikleri toksik kimyasal ve kirleticilerin, deniz canlılarının kan dolaşımına geçerek doku ve organlarında birikime neden olduğunu ifade ediyor. Aytan ayrıca bu kimyasallar ve kirleticilerin canlıların büyüme, üreme gibi hayati fonksiyonlarını olumsuz etkilediğini hatta çoğu kez de bu etkiler sonucu canlı hayatının sonladığını vurguluyor ve ekliyor:
“Plastik ve diğer kirleticiler gezegenimizin yüzde 70’inden fazlasını kaplayan, soluduğumuz havanın yarısından fazlasından sorumlu olan, iklimi düzenleyen okyanus ve denizlerin biyojeokimyasını bozmakta. İnsan müdahalesi olmasa mükemmel işleyen bu sistemde kirleticiler, okyanusta ve denizlerde karbon döngüsünün bozulmasına neden oluyor.”
Bu önemli durumu ülkemizdeki denizler açısından düşünürsek akıllara gelen ilk soru şu: Türkiye denizlerinde yaşayan palamut, hamsi, mezgit, barbun, istavrit gibi balıklar sıklıkla avlanıyor ve tüketiliyor. Bu türlere dair mikroplastik tüketimi tespiti yapılıyor mu? Bu konuda araştırmalar var mı?
Ülgen Aytan, ülkemiz denizlerinde yapılan çalışmalarla birçok ekolojik ve ekonomik değeri olan türde mikroplastik tüketiminin tespit edildiğini söylüyor. Özellikle Marmara’da 12, Karadeniz’de 7 balık türünde değişen oranlarda mikroplastik tüketiminin tespit edildiğini vurguluyor. Bu türleri şöyle açıklıyor: Karadeniz'de hamsi, istavrit, palamut, mezgit, lüfer, barbun ve zargana... Marmara'da ise istavrit, barbun, mezgit, kefal, kırlangıç, mazak, kaya, pisi, dil, trakonya, iskorpit ve çırçır... Bu türler içinde Ülgen Aytan ve ekibinin yaptığı araştırmalarda mikroplastiğin en çok görüldüğü tür, Karadeniz’de hamsi ve palamut… Marmara’da ise istavrit.
Yalnız yüksek mikroplastik tüketiminin tespit edildiği türlerin, birkaç yıl sonra yine aynı noktada yapılan başka bir araştırmada daha az ya da daha yüksek çıkma ihtimalinin olabileceğini söyleyen Aytan, balık türünü incelemek için alınan bölge, mevsim, o andaki kirleticinin durumunun çok önemli olduğunun da altını çiziyor.
Aytan şöyle devam ediyor: “Besin zincirinin üst seviyelerinde yer alan balıklar, biyoakümülasyon nedeniyle yüksek mikroplastiğe maruz kalabiliyor. Dünya genelinde şu ana kadar yaklaşık 400 kadar balıkta mikroplastik tüketimi raporlandı. Yaklaşık yarısı insan besini olarak kullanılan türlerdi. Her geçen gün bu listeye yeni balıklar ve kabuklu su ürünleri de eklenmekte. 2050’ye kadar plastik üretiminin daha da artacağı göz önünde bulundurulduğunda, tablonun giderek kötüleşeceği, denizlerde yakın gelecekte balıktan çok plastik olacağı beklenmekte.”
Ayrıca Greenpeace Akdeniz'in hazırladığı 'Türkiye’deki Deniz Canlılarında Mikroplastik Kirliliği' başlıklı rapor kapsamında Ege ve Akdeniz’den toplanan, barbun, istavrit, kefal, mırmır, tekir ve kırmızı karides türlerinin mide ve sindirim sistemleri incelendi. 243 adet balık, 32 adet karides ve 317 adet midye dolma analiz edildi. İncelenen balıkların yüzde 44’ünde, kırmızı karidesin yüzde 18’inde ve midye dolmaların yüzde 91’inde mikroplastik bulundu.
PLASTİKLE KİRLENMİŞ DENİZ ÜRÜNLERİNİ YEMENİN İNSAN SAĞLIĞINA ZARARLARI NELER?
Bu konuda görüşlerine başvurduğum beslenme ve diyet uzmanı Dr. Tuba Kayan Tapan, araştırmacıların plastikle kirlenmiş deniz ürünleri tüketmenin insan sağlığı üzerindeki etkilerini henüz tam olarak açıklayamadıklarını söyledi. Ayrıca Gıda ve İlaç Dairesi’nin henüz birçok mikroplastik kaynağının tüketimiyle ilgili bir kılavuz geliştirmediği ya da sınırlamadığının da altını çizdi. Yalnız Tapan, mikroplastikle kontamine olmuş deniz ürünlerini yemenin bazı potansiyel etkilerini şu şekilde açıkladı:
Oksidatif stres: Bu, antioksidanlar ve vücuttaki zararlı serbest radikaller arasındaki bir dengesizliktir. Bunun, kanser ve kalp krizi gibi ciddi sağlık sorunları riskini artırmak da dâhil olmak üzere, bir kişinin sağlığı için geniş kapsamlı etkileri olabilir.
Nörotoksik etkiler: Plastiğe maruz kalmak nöronlara zarar vererek bunama gibi beyin sağlığı sorunları riskini artırabilir.
Endokrin bozulması: Plastik, bir endokrin bozucu olabilir, bu da endokrin sistemin ve kontrol ettiği hormonların davranış şeklini değiştirebileceği anlamına gelir. Bu doğurganlığı, davranışı ve genel sağlığı etkileyebilir.
Tiroid hasarı: Mikroplastiklere maruz kalmak tiroide zarar verebilir. Tiroid, birkaç önemli işlevi düzenler ve doğurganlığı etkileyen hormonların kontrolünde rol oynar.
Kanser: Plastiğe maruz kalmak da kanser riskini artırabilir. Bu, kronik plastiğe maruz kalmanın doğrudan etkilerinden veya plastiğin neden olabileceği diğer hasar türlerinden kaynaklanabilir. Örneğin oksidatif stres, kanser için bir risk faktörüdür.
NASIL BİR ÇÖZÜM YOLU BULUNURSA MİKROPLASTİKLERİN ÜSTESİNDEN GELEBİLİRİZ?
Bu konuda Ülgen Aytan, plastiğin baş etmesi çok zor bir problem olduğunu vurguluyor. Mücadele edebilmek için kaynak tespitin yapılmasının önemli bir adım olduğunu ifade eden Aytan'a göre çok farklı kaynaklardan fazla çeşitte ve miktarda plastik giriyor olması, problemi baş etmesi güç bir hale getiriyor.
Ama çözümü de yok değil elbette. Başarılı atık yönetiminin bu problemle mücadelede çok önemli bir adım olduğunu ifade eden Aytan, “Global anlamda bugüne kadar üretilen plastiğin yalnızca yüzde 9’u geri dönüştürülmüş, yüzde 12’si yakılarak bertaraf edilmiş, geri kalan yaklaşık yüzde 80’lik kısımsa doğada sonlanmış durumda. Doğada sonlanan plastikler çeşitli yollarla denizlerimize ulaşmakta. Bu anlamda atık yönetimi acilen iyileştirilmeli. Çevresel etkileri göz önüne alındığında mümkün olan en üst düzeyde geri dönüşümle bu materyal döngüsel ekonomiye tekrar sokulmalı” diyor.
Yalnız şöyle bir durum da var. Artık dünyada plastikler yasaklansın demenin gerçekçi olmadığı bir gerçek. Aytan, bu konuyla ilgili de “Bizi sevdiklerimize ulaştıran otomobilden telefona, bilgisayara, hayatımızı kolaylaştıran her türlü eşyaya hatta hayat kurtaran protezlere kadar her şey plastik. Ancak tek kullanımlık plastiklerin hayatımızda ve doğada yeri yok” diyor ve ekliyor:
“Alışveriş poşetlerinin ücretlendirilmesinin olumlu etkilerini denizde yürüttüğümüz çalışmalarda görmekteyiz. Kullandığımız plastiklerin sonunda denize ulaşıp binlerce ya da milyonlarca canlıyı tehdit ettiği bilinciyle doğa dostu, sürdürülebilir alternatiflerini tercih etmeliyiz. Tek kullanım plastikleri reddetmeli, plastik kullanımını azaltmalı, sahip olduklarımızı atmak yerine yeniden kullanma yoluna gitmeli ve mutlaka geri dönüşüme yollamalıyız.”
BALIK AĞLARI DENİZ VE DENİZ CANLILARI İÇİN ZARARLI MI?
Belgeselde Büyük Okyanus'taki plastiğin yüzde 46'sının balık ağlarından oluştuğuna dair bir detay var. Bu detayı paylaşan ise belgesele katkıda bulunan çevreci George Monbiot…
Yüzde 46 oldukça yüksek bir oran. Peki balıkçı ağlarının nasıl bir etkisi olabilir?
Ülgen Aytan, kayıp ya da terk edilmiş balıkçılık malzemeleri, okyanuslardaki plastik kirliliğinin ağırlıkla çoğunu oluşturduğunu, her yıl okyanus ve denizlerde 640 bin tondan fazla ağın terk edildiği ya da kaybedildiğinin altını çiziyor. Özellikle yakın zamanda yapılan bir çalışmada, okyanus yüzeyinde bulunan büyük boyutlu plastiklerin (25 cm) yüzde 70'inin balıkçılıkla ilgili olduğunun açıklandığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Özellikle hayalet ağlar ve halatlar, yıllar boyu balıklardan kabuklulara nesli tükenmekte olan kaplumbağalardan deniz kuşlarına ve hatta balinalara kadar birçok deniz canlısını tuzağa düşürme ve dolanma yoluyla tehdit etmekte. Neredeyse her gün bir deniz canlısının özellikle kaplumbağa, fok ve balinaların hayalet ağalara dolanarak acı çektiğini, hatta yaşamının sonlandığını görmekteyiz.”
OKYANUSTA 2048’TE HİÇ BALIK TÜRÜ KALMAYACAK MI?
Belgeselde dikkat çeken bir diğer detay da belgeselin yönetmeni ve anlatıcısı Ali Tabrizi’nin okyanuslar ile ilgili kullandığı "Şu andaki balıkçılık seviyeleri devam ederse, 2048'de hemen hemen boşalmış okyanuslar göreceğiz" ifadesi… Bu iddia 2006 tarihli bir araştırmadan ve New York Times'ın o dönem araştırmayla ilgili yayımladığı "Balık Türlerinin Küresel Çöküşünü Gösteren Araştırma" başlıklı haberine atıfta bulunuyor.
Yalnız Dalhouise Üniversitesi'nden Prof. Boris Worm BBC'ye verdiği röportajda araştırmayla ilgili oldukça dikkat çeken bir açıklama yaptı. Worm, 2006 tarihli araştırmanın şu an 15 yıllık ve kullanılan verilerin çoğunun da 20 yıllık olduğunun altını çizerek, o günden bu yana birçok bölgede azalan balık nüfusunu artırmak için girişimlerin olduğunu söyledi. Worm ayrıca aşırı avlanma, istenmeyen balıkların yakalanması, yaşam alanı kaybı, kirlenme ve iklim değişikliği gibi birçok sorunun devam ettiğini, ancak 'verilen hasarı tamir etmek için girişilen sayısız çalışma olduğunu' da vurguluyor.
The Guardian’da yer alan bir haberde ise belgeselin yönetmeni ve anlatıcısı Ali Tabrizi, tepkiler sonrası ‘2048’ vurgusu için şunları söylüyor: “Biz bilim insanı değiliz, öyle olduğumuzu da iddia etmedik. Bu özel tahmin konuyla ilgili yapılan çalışma ve projelerden elde edilen bir öngörü. Dünyada genel balık popülasyonunun ciddi bir düşüş içinde olduğu biliniyor.”
Öte yandan BM Gıda Örgütü’nün Dünya Balıkçılık ve Su Ürünleri Raporu’na göre balık stoklarının yüzde 90’ı aşırı şekilde avlanıyor açıklaması da bir başka detay...
Bu konuyu Ülgen Aytan’a sorduğumda belgeseldeki gibi net bir tarih vermenin güç olduğunu ama aşırı avcılığın global bir problem olduğunu söylüyor:
“Balık stokları üzerinde iklim değişikliğinden istilacı türlere, kirlilikten aşırı avlanmaya kadar birçok faktör etkili. Birini tek başına suçlu olarak göstermemiz doğru olmaz. Açık olan, tüm bu faktörler insan faaliyetlerinin bir sonucu. Günümüzde maalesef tüketim üzerine kurulu bir sistemde yaşıyoruz, doğal kaynakları koruma yerine, tüketme yoluna gidiyoruz. Aşırı avcılık global bir problem. Bu anlamda mevcut balık stoklarının sürdürülebilirliğini sağlamak için yeni düzenleme ve sıkı denetimlere ihtiyacımız var. Balık içinde olduğu çevrenin durumunu yansıtan bir canlı. Denize ne gönderirsek o soframıza geliyor. Bu ağır metalde olabilir, petrol ya da plastik de olabilir. Ama şüphesiz ki plastik en hızlı büyüyen ve baş etmesi en zor olan kirlilik. Denizler üzerindeki baskımızı acilen azaltmalı bu yegane sistemin kendini yenilemesi için ona şans vermeliyiz.”