OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 11, 2003 00:00
Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu ile görüşmeye İstanbul Bilgi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi eski dekanı ve Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Tunçay'la birlikte gittik. Prof. Tunçay'ın kafasında, özellikle tarih öğretmenlerinin ve öğretiminin geliştirilmesine yönelik bazı projeler vardı. Bir de kırk yılı aşkın süredir sürdürdüğü üniversite öğretim üyeliğinin getirdiği zengin tecrübesi. Beyoğlu Öğretmen Evi'nde gerçekleşen görüşme, zaman zaman entelektüel bir dertleşme, zaman zaman da eğitim sisteminin geleceğine ilişkin kararların filizlendiği bir sohbete dönüştü. Biz ise pişmiş aşa su katmak yerine, nadiren duruma müdahale etmekle ve daha çok kaydetmekle yetindik. TUNÇAY: Türkiye'de öğrenci ve öğretim üyesi kalitesi maalesef çok düşük. Bunun sebebi bizim çocuklarımızın genetik olarak aptal olmaları filan değil, ortaöğretimden çok zayıf gelmeleri. Bugünün üniversite mezunu, 1930'ların lise mezunu seviyesinde bile değil. MUMCU: Sadece bilgi açısından değil, hayatla ilişkisi açısından da öyle... TUNÇAY: Bunun sebebi muhtemelen sayılar. Her nesilde diyelim 30 bin parlak çocuk varsa, bu nüfusumuz 10 milyonken de 30 bin, 70 milyonken de 30 bin. Dolayısıyla giderek seyreliyor. Ben okurken bütün Türkiye'de 12 lise vardı. İstanbul'da da Kabataş, Haydarpaşa, İstanbul ve
Galatasaray. Beşincisi yoktu. Öğretmen ve öğrencileri de bugünkünden çok daha yukarı düzeydeydi. Milli Eğitim konusunda Allah yardımcınız olsun. Oranın bir gayya kuyusu olduğunu düşünüyorum. Bakanlığı tanımaya inşallah zamanınız yeter. MUMCU: Hiç öyle tanımak gibi bir gayretim olmayacak. Eğer siz bürokrasi yönetmeye kalkışırsanız o gayya kuyusundan çıkamazsınız. Beni ilgilendiren eğitim olgusunun kendisi, eğitim talebi ve bu talebin nasıl karşılanacağı. Yoksa bakanlığın dehlizlerine girersem, oradan çıkamayacağımı ben de çok iyi biliyorum. Benim işim, işin profesyonellerini bulmak ve sistemi çalıştırmak. TUNÇAY: Her bakan sizin gibi iyi niyetle işe başladı ama sonuç alınamadı. Belki de Milli Eğitim Bakanlığı'nı ortadan kaldırmaya çalışmak hayırlı bir şey olabilir. Mete Bey, daha önce de YÖK tartışmalarının çözümü açısından bakanlığın YÖK'ten elini çekmesini önermişti...MUMCU: Bizim YÖK'te bir elimiz yok ki zaten. Bizim bu konuda bir yetkimiz veya yetki talebimiz de yok. TUNÇAY: Bence ideal olan şu: MEB, bir teftiş mekanizmasından ibaret olmalı, eğitim işini ise yerel birimlere devretmeli. MUMCU: Biz de tam olarak bunu yapmayı hedefliyoruz. Teftiş demeyelim isterseniz de standartları koyma, politika belirleme, rehberlik ve denetleme diyelim. Bakanlığın fonksiyonu bunlarla sınırlı kalmalı, eğitim işi yerel birimlere bırakılmalı. Yerel birimlerle kastettiğimiz sadece belediye değil, il idaresi. Dolayısıyla, yerinden yönetim demek, yerel yönetim demekten daha doğru. Bu, MEB'in fonksiyonunu yerel yönetimlere devretmekten çok farklı bir şey...TUNÇAY: Ben de belediyeleri düşünmemiştim doğrusu. MUMCU: Öğrenci velilerini temsil eden hukuki yapıyı, daha etkin ve yetkin kılmak gerekli. Temel politikalara uygun davranmak koşuluyla, kendi sorunlarına çözüm getirmelerini teşvik etmeliyiz. Merkez sadece normu belirlemeli ve standartları ortaya koymalıdır. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, enformasyon alanında tekeller oluşuyor ve bu enformasyon tekellerinin benimsediği ideolojilere uygun dezenformasyon zihinleri biçimlendiriyor. Bu durumda insanı, insan düşüncesini, bilimsel bilgiyi korumak için mutlaka ve mutlaka, enformasyonu sorgulayan, zihinsel filtrelerden geçiren bir kafa yapısı oluşturmak zorundayız. Ben bugüne kadar Özel Kalem Müdürü dışında bir tek atama yapmadım. Ama aksi yönde
haberler yapılıyor ve benim buna engel olmak mümkün deÄŸil. Ä°DEOLOJÄ°NÄ°N SAVAÅž ALANIBu dezenformasyonda, MEB'nin, ideolojik karakteri baskın bir bakanlık olması temel neden galiba. MUMCU: Hocam kendi alanına girdiÄŸim için beni bağışlasın, yaklaşık 200 yıldan beri eÄŸitim bizde ideolojilerin çatışma alanı kabul ediliyor. Sığ bir yaklaşımla, ‘‘EÄŸitimi ele geçirirseniz, insanları kendi ideolojinize göre biçimlendirip geleceÄŸi ele geçirmiÅŸ olursunuz,’’ deniliyor. Hiçbir zaman gerçekleÅŸmemiÅŸ ama modern çaÄŸda büyük acılara yol açmış hastalıklarından biri bu. Dolayısıyla herkes MEB'e kendi ideolojik tutumu açısından stratejik bir nokta olarak yaklaşıyor. Böyle bakılınca da buradan nitelikli eÄŸitim, insanı zenginleÅŸtiren bir donanım filan çıkmıyor. Peki siz ideolojik bir sıçrama noktası olarak bakmıyor musunuz eÄŸitime?MUMCU: Kesinlikle hayır. Ben öyle bakmayı ve öyle yaklaÅŸmayı, insanlık onuruna bir saldırı olarak görüyorum. Benim çocuÄŸumun zihnini, kendi ideolojisine uygun olarak biçimlendirmeye kimin ne hakkı olabilir? Ben kendi çocuÄŸum için istemediÄŸim bir ÅŸeyi, baÅŸkalarının çocukları için nasıl isteyebilirim ki? EÄŸitimi, ideolojilerin savaÅŸ alanı olmaktan çıkartacağız. TUNÇAY: Sayın Bakan, çok güzel ÅŸeyler söylüyorsunuz. Bunları iÅŸittiÄŸim için sahiden sevindim. Yalnız korkum ÅŸu: Kafanızda kademeli bir plan var. Bazı ÅŸeylerin gerçekleÅŸmesini beklerken zaman kaybedilmesinden endiÅŸe ediyorum. Ben daha pragmatik bir ÅŸeyden, bir köşesinden baÅŸlama çabasından söz ediyorum. MUMCU: Mimarisini görmek zorunda deÄŸil miyiz Hocam?TUNÇAY: Mimarisine çalışırsınız elbette ama benim tarih öğretmenleri için önerdiÄŸim projeyi, siz bütün alanlara teÅŸmil etmek istiyorsunuz. Türkiye'de 100'e yakın üniversite, hemen hepsinde tarih bölümü var. Bütün tarih bölümlerine bu iÅŸi vermek hata olur. Seçkin üniversitelerde tarih master'ı için bir imkán yaratılması ise kaliteyi artırır. Yoksa adam üç sene sonra karşınıza master derecesiyle gelir ama bir ÅŸey deÄŸiÅŸmiÅŸ olmaz. MUMCU: Åžayet Türk üniversiteleri, akademik ünvanı veya master derecesini, belli bir kalite düzeyini yakalayamamış insana veriyorsa, benim ona diyecek bir ÅŸeyim yok. TUNÇAY: Maalesef veriyor. Ben bunu bildiÄŸim için size dört üniversitede on-onbeÅŸ kiÅŸilik gruplarla iÅŸe baÅŸlamayı öneriyorum. MUMCU: BaÅŸlamaya hiç itirazım yok. Siz tarih perspektifinden bakarak söylüyorsunuz ama benim 15 milyon öğrencim var. Bunun için, olabilecek en hızlı ÅŸekilde mimariyi kurgulayıp, herkesin katkısını alarak sistemi çaÄŸdaÅŸlaÅŸtırmamız gerekiyor. Sefalette eÅŸitlik saÄŸlanmış olduTUNÇAY: Türkiye'de birtakım siyasal tabuların yanı sıra, sosyal tabular da var. Mesela ÅŸovenlikle ilgili ÅŸeyler. Milli tarih, milli coÄŸrafya. Sokrates, ‘‘Sorgulanmayan hayat yaÅŸanmaya deÄŸmez’’ diyor. Sizin de belirttiÄŸiniz gibi, sorgulayan kafa yapısına sahip bireyler yetiÅŸtirmek gerekli. EÄŸitimin maksadı, arayan, araÅŸtıran, özgür fikirli insan yetiÅŸtirmek olmalı...MUMCU: Özellikle klasik eÄŸitimin...TUNÇAY: Evet. Ama mesleki eÄŸitim de çok büyük bir sorun. Yıllar önce Kostas Smitis'le konuÅŸmuÅŸtum. Onunla London School of Economics'te beraber okumuÅŸtuk. Türkiye'nin sorunlarını konuÅŸtuÄŸumuz zaman, Yunanistan'la birçok paralellikler kurardı. Simitis'in söylediÄŸine göre, Yunanistan'da en çok aksayan ÅŸey mesleki eÄŸitim. Bu nedenle klasik eÄŸitime büyük bir abanma oluyor. Mesleki eÄŸitimin geliÅŸip doÄŸru iÅŸlemesi rekabet edecek maaÅŸ verebilmeye baÄŸlı. MUMCU: Kaynakları artırarak bunu belli bir ölçüde yapmak mümkün. Ama bizim meslek yüksek okullarımız da maalesef çok nitelikli deÄŸil. TUNÇAY: Son 20 yılda yapılanlar bunu saÄŸladı biraz da. Eskiden akademiler vardı, eÄŸitim enstitüleri vardı. Bütün bunları üniversite çatısı altında toplandı ve böylece ‘‘sefalette eÅŸitlik’’ saÄŸlandı.Bunun amacı, biraz da denetim kolaylığı deÄŸil miydi?TUNÇAY: Tabii ki. EÄŸitim enstitülerinde fiilen ders yapılamıyordu. Bunlar eÄŸitim fakültesi yapıldı ve kendilerine öğretmen olma tekeli tanındı. Fen Edebiyat Fakültesi dekanlığı yaptığım beÅŸ yıl boyunca bunun acısını çok hissettim ben. Tarihte, sosyolojide, psikolojide, edebiyatta okuyan çocukların hiçbiri öğretmen olamıyor. Halbuki eÄŸitim fakültelerine daha düşük puanla gireni öğretmen yapıyorsun. Çok ciddi bir adeletsizlik bu.MUMCU: Tekelcilik yaratmak yerine, rekabeti özendiren bir sistem kurmayı düşünüyoruz. En iyi olan, öğretmen olsun. Burada sosyal adaletçi bir yaklaşıma mecburuz. TUNÇAY: Åžimdi bakın ben bir tarih dergisi çıkardım. ‘‘Türkiye'de ÅŸu kadar tarih öğretmeni var, bunların hiç deÄŸilse bir bölümü bizim dergimizin takipçisi olur,’’ diye düşünüyordum, olmadı. Çünkü öğretmenler büyük bir apati içinde. MesleÄŸini sevmiyor, branşını sevmiyor. MUMCU: Özendirmek zorundayız. TUNÇAY: Özendirmek önemli elbette ama kalkıp ona bir bilgisayar vereceksiniz, birçok okulda olduÄŸu gibi, bir odaya kilitleyip saklayacak.MUMCU: Ben kendisine ait bir bilgisayardan söz ediyorum. TUNÇAY: Onu kullanmak için bile özendirilmesi lazım. Hayat ÅŸartlarının düzeleceÄŸine, bunları yaptığı takdirde refahının artacağına dair ciddi bir inancı olursa iÅŸe yarar gibi geliyor bana. MUMCU: Öğretmenlerin umudunu kıran çok ÅŸey var tabii. Hayat, öğretmenler için gerçekten çok zor. Bunu öğretmenlere ÅŸirinlik yapmak için söylemiyorum. Ä°ÅŸin zorluÄŸunu biliyoruz ve bu zorluÄŸu dikkate alan projeler üretmek durumundayız. Her öğretmeni bilgisayar sahibi yapmaktaki amacımız ne? Amaç basit, öğretmenleri bir biliÅŸim ağının içine almak istiyoruz.Â
button