Güncelleme Tarihi:
Barbet Schroeder, halen gösterimde olan ‘‘Son Umut’’un (Desperate Measures) yönetmeni. 1941'de, Alman bir baba ve İsviçreli bir annenin çocuğu olarak Tahran'da doğmuş. Felsefe diploması var. Bir dönemin ünlü sinema kuramı dergisi Cahiers du cinema'da çalışmış, 1964'te Eric Rohmer ile birlikte bir yapım şirketi kurmuş; Rohmer, Jacques Rivette, Fassbinder, Marguerite Duras'ın filmlerinin yapımcılığını üstlenmiş; belgeseller (Koko, le gorille qui parle...), uzun metrajlar çekmiş (More, Maitresse, Tricheurs...)... Bütün bu işleri Fransa'da yapmış, sonra kalkmış ABD'ye gitmiş. Daha geniş kitlelerce tanınması da yeni kıtada yaptığı filmler sayesinde: ‘‘Barfly’’, ‘‘Talihin Dönüşü’’ (Reversal of Fortune), ‘‘Before and After’’, ‘‘Bekar Bayan Aranıyor’’ (Single White Female), ‘‘Ölüm Öpücüğü’’ (Kiss of Death). Schroeder, sabrı ve inadıyla, bir de Hollywood stüdyolarıyla kedi-fare oyunu oynamasıyla ünlü. ABD'deki altıncı filmi ‘‘Son Umut’’ için Michael Keaton ve Andy Garcia'yı istemiş ve almış. Fransa'da geçtiğimiz Mart ayında gösterime giren filmiyle ilgili olarak, Liberation gazetesi, Yeni Dalga ile Hollywood arasında bir köprü kuran Barbet Schroeder'le konuştu.
‘‘Son Umut’’ta İyilik arzusunun nasıl mutlak Kötülük'e, yıkıma götürebileceğini gösteriyorsunuz...
Evet, polisin, oğlunu kurtarmak için psikopatla bir anlaşma yapması gerekiyor. ‘‘İyi’’ olan, Kötülük'ün çizgisini aşmak zorunda ve hayli ürkütücü bir ahlaki ikilemle karşı karşıya kalıyor: hangi noktada polis olmaktan çıkıp baba olacak ya da tersi. İzleyici aşama aşama bu tartışmaya girmeli ve burada yatan bütün çelişkileri ve ince ayrıntıları görmeli. Başlangıçta, yanlış bir adım atıyor, sonra bir tane daha, onun yüzünden bir polis ölüyor ve işte orada felaket başlıyor. Filmde şöyle bir cümle var: ‘‘Oğlunuzu kurtarmak için kaç kişi öldürmek gerekecek?’’, filmin temeli bu.
Amerikan seyircisi nasıl tepki gösterdi?
İlk gösterimlerde (deneme gösterimleri) Michael Keaton'ın oynadığı katil karakteri, seyirci tarafından tahmin etmediğim kadar sempatik bulundu. İnsanlar onun bu işten yakasını sıyırmasını istiyorlardı ve onun mücadeleciliğiyle kendilerini özdeşleştiriyorlardı.
Kaçık rolü için Michael Keaton bir hayli şaşırtıcı bir seçim...
Ben bahse girmeye bayılırım. Ve kazanmaya! Başta kimsenin aklına gelmeyecek bir rol dağılımı düşünmeye ve haklı olduğumu göstermeye de - hiçbir zaman razı olmayan karar merciindekilerle uzun süre tartışmak gerekse bile. Her oyuncuyla yaşanan, bir nevi aşk hikâyesidir, yani tahlili zordur. Öncelikle, senaryo kelimenin tam anlamıyla içime işlemeli, sonra bunu, metnin barındırdığı bütün gücü oyuncuya geçirmekten hoşlanıyorum.
Stüdyolarda karar verme merciindekilerle sayısız sorun yaşamakla ünlüsünüz. Bu sefer serbestçe hareket edebildiniz mi?
Hollywood tam bir çelişkiler diyarı. Herkes çorbada tuzu olsun, filmde sözü geçsin istiyor, yani elindeki savunmayı bilmek lazım. İktidar oyunlarından nefret ediyorum ve kendimi koruyorum: stratejik olarak, kendimle stüdyonun adamları arasına bir yapım ortağı, Susan Hoffman'ı koydum; bir aracı, hatta tampon görevi görüyor. Çünkü, sinirlenme sebepleri eksik olmuyor. Sanki stüdyo patronları, yönetmenleri kötü fikirlerine karşı koysunlar diye işe alıyorlar. İşin iyi yanı, reddetme sebeplerimizi belirlemek zorunda oluşumuz. Ama insan çabucak bir James Cameron olup çıkabilir; diktatör gibi, uzlaşılmaz, kimsenin konuşamadığı bir adam. Sistem biraz da bu tür canavarları yaratmak için yapılmış ve tabii ki film para getirmediğinde onları ezmek için!