Güncelleme Tarihi:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, kadınlar, vahşetle yüz yüze yaşarken hiç kimsenin, kadın milletvekili sayısıyla övünmemesi ve bunun üzerinden siyasal çıkar elde etmeye yönelmemesi gerektiğini belirterek, “Sokak ortasında canice katledilen, pusuya düşürülerek vahşice kıyılan, karnındaki bebeğiyle hedef haline gelen, sığınma evlerinde çare bekleyen, hanelerinde hakarete ve ithamlara uğrayan kadınlarımız olduğu sürece hiçbirimize rahat yüzü yoktur ve asla da olmayacaktır” dedi.
Bahçeli, partisinin TBMM Grubu'nda yaptığı konuşmada, dün, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını elde edişinin 77'nci yıldönümünü kutladıklarını anımsattı. Bahçeli, 5 Aralık 1934'te alınan kararla kadınlara siyasal hayata müdahil olma ve yönlendirme hakkı kazandıran bu girişimin, Türkiye için anlamının büyük olduğuna işaret etti. Bahçeli, insan olmalarından kaynaklanan bu hakkın, Türk kadınına asla bir lütuf, ihsan ya da bağış olmadığını vurguladı.
Kadının, siyasette temsilinin çok önemli bir adım ve demokratik kültürün yaygınlaşmasında tarihi bir dönüm noktası olduğunu ifade eden Bahçeli, “Bu haliyle kadınlarımız, insan olmalarından kaynaklanan haklarının önemli bir bölümüne ulaşmışlar, eşit, saygın birer fert halinde hayatın içinde yer alarak aktif bir konuma yükselmişlerdir” dedi.
Bahçeli, 1926'da kabul edilen Medeni Kanun'un, kadınların en temel haklarına ulaşmadaki önemli mihenk taşlarından olduğuna dikkati çekerek, 3 Nisan 1930'da çıkarılan Belediye Kanunuyla birlikte, mahalli idarelerde katılım ve temsil konusunda kadınların, değerli imkanlara kavuştuğunu anlattı. Bahçeli, 5 Aralık 1934 tarihinin ise hem kadınlar hem de demokrasi açısından milat olduğunu ve siyasal hakların kullanımı konusunda mutlak bir eşitlik sağladığını söyledi. Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu vesileyle son günlerde, savaş baltalarını ellerine alarak dünle hesaplaşmaya giren ve Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını vicdansızca katliamla özdeşleştiren zavallılara, demokrasiyi yerleştirme arayışındaki bu tavizsiz duruşu heyecanla hatırlatmak isterim. Eşkıyalık hareketlerine karşı millet mücadelesini hazmedemeyerek, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak takdim edenler, her şeyden önce kendi mazilerinin ihanetle iç içe geçmiş taraflarına bakmalıdırlar. Dikkatinizi çekerim ki, dönem itibariyle bir çok ülkede kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmezken, Türkiye Cumhuriyeti çok şükür bunu başarmıştır. Bugünkü köhnemiş ve küflenmiş zihniyet, o yıllarda da sorumluluk alsaydı bırakın demokratik gelişmeyi, kadın ve erkek arasındaki ikiliği tetiklemekten ve yaymaktan başka hiçbir şey yapmazdı. Zira bunların mantığı budur, fikriyatlarının istikameti buna yöneliktir. İleri demokrasi korosunun kadınlar konusunda iddia ettiği ve dile getirdiği hususlar taktik mahiyetlidir ve şüphesiz samimiyetten tamamen uzaktır.
Hepiniz görüyor ve kamuoyuna yansıyan haberlerden işitiyorsunuz; bir tarafta ileri demokrasi çağrıları vardır, diğer tarafta kadınlarımıza yönelik ağırlaşan şiddet sarmalı bulunmaktadır. Bir tarafta kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık propagandası yapılmaktadır, diğer yanda tecavüz, taciz ve cinayetlere kurban giden kadınlarımızın sayısı hızla çoğalmaktadır. Bir tarafta AKP'nin yalanları vardır, diğer yanda Türk kadının sürekli artan sorunları bulunmaktadır.”
"Bizlerin boynunun borcudur”
Devlet Bahçeli, bugün toplumsal yapının, tam bir cinnet halini yaşadığını, en adi suçlar, en iğrenç saldırıların herkesin gözü önünde meydana geldiğini belirtti. Bahçeli, bu insanlık dışı niyetlerin hedefinde de kadınların bulunduğunu ifade ederek, şiddet, gözyaşı ve çaresizliğin, hiçbir dönem bu kadar görünür ve hissedilir olmadığını, kadınlara yönelen hunhar saldırıların, işlenen cürümlerin hiç bu kadar belirgin hale gelmediğini savundu.
“Biliniz ki kadınlarımız vahşetle yüz yüze yaşarken hiç kimse kadın milletvekili sayısıyla övünmemeli ve bunun üzerinden de siyasal çıkar elde etmeye yönelmemelidir” diyen Bahçeli, sözlerini, “Sokak ortasında canice katledilen, pusuya düşürülerek vahşice kıyılan, karnındaki bebeğiyle hedef haline gelen, sığınma evlerinde çare bekleyen, hanelerinde hakarete ve ithamlara uğrayan kadınlarımız olduğu sürece hiçbirimize rahat yüzü yoktur ve asla da olmayacaktır” diye sürdürdü.
Bahçeli, aile içi şiddet, her ne sebeple olursa olsun meydana gelen cinayetler, kadınlığı istismar eden ahlaksızlıkların karşılaşılan sorunların başlıcaları olduğunu vurgulayarak, “İster kamusal isterse de özel alanda işlensin, kadınlarımıza fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar veya acı veren ya da vermesi muhtemel olan her türlü menfi vakayla mücadele etmek bizlerin boynunun borcudur. Bu alandaki riskleri ve tehditleri en aza indirmek milli ve manevi sorumluluğumuzun yegane unsurlarındandır” diye konuştu.
Şiddete göz yummak, görmezden gelmek, önlenmesi için gerekli tedbirleri almamanın, işlenen suçlara ortak olmak anlamına geleceğini ve bunun vebalinin de en başta hükümet etme sorumluluğu taşıyanların omuzlarında kalacağını belirten Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şüphesiz kadınlarımız hak ihlallerine maruz kaldığı sürece medeni bir toplumdan kimse bahsetmemelidir. Bu kapsamda Türk kadınının zor ve çilelerle dolu bir süreçten geçtiği bir gerçektir. Kadın hakları ve kadın olmaktan kaynaklanan insanlık gururu incitilmekte ve tahrip edilmektedir. Elbette kadınlarımızın mücadeleleriyle elde ettiği sosyal, siyasal ve ekonomik seviyelerini küçümsemiyorum ve inkar da etmiyorum. Ancak bu gelişmeye paralel giden sorunları da kimsenin ihmal etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Her şeye rağmen, yüce dinimizin buyruklarında ve aziz milletimizin kutlu tarihinde kadınlara verilen ayrıcalıkların ve değerin müstesna misalleri vardır. Bunu davranışlarımıza ve diyaloglarımıza yansıtmamız her şeyden önce taşıdığımız insanlık değerlerinin mecburi bir neticesidir. Türk kadını kendisine verilen her görev ve sorumluluğu şuurla benimsemiş ve içtenliğiyle bütünleştirmiştir. Nezaketin ve şefkatin diliyle her alana güzellik ve saygınlık kazandırmıştır. Düğümlenmiş meselelere merhamet ve zarafetle yaklaşmaları tabidir ki çok önemli sonuçlara kapı aralamıştır. Türk kadını gerektiği her durumda milletinin ve devletinin yanında yer almış ve fedakarlıkta gözleri kamaştırmıştır. Ocağının dumanını tüttüren, ekmek parasını kazanmak için ter akıtan, eşine ve evladına sevgiyle yaklaşan, cephede mermiyi omuzlayan, sırtında yılların yükünü taşıyan Türk kadını bizim için kesinlikle bir iftihar vesilesidir.
Nene Hatun böyledir, Tayyar Rahmiye Hanım bu güzide insanlardan birisidir. Gaziantepli Yirik Fatma, Gördesli Makbule, Erzurumlu Fatma Seher ve Nezahat Hanım bu örnek şahsiyetler arasındaki elleri öpülesi değerlerimizdir. Kağnısında çocuğunun üşümesine aldırmadan, millet emanetine sahip çıkarak koruyan bu kahraman nesli, fedakar ve cefakar yüksek erdem sahibi analarımızı hürmetle tekrar hatırlıyoruz. Onlar yaralı Mehmetçiklere şifa oldular. Onlar mitinglerde, cemiyetlerde milletin mukaddesatına sahip çıktılar. Onlar şehit ve gazi olarak gönlümüzde yükseldiler. Duygu yüklü, engin ruhlu, dili dualı, bakışları hüzünlü Anadolu kadınının engellerinden kurtularak hak ettiği seviyeye gelmesi için üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazır olduğumuzu bildirmek isterim.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından iade edilen Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapan Kanun'un, tekrar Meclis gündemine aynı haliyle gelmesi halinde, sözlerinin ve kararlılıklarının sonuna kadar arkasında duracaklarını bildirdi.
Bahçeli, partisinin TBMM Grubu'nda sporda şike tartışmalarını değerlendirdi. Son günlerin en çok tartışılan konularından birinin sporda şike ve teşvik primi iddiaları olduğuna işaret eden Bahçeli, bu alandaki belirsizlikler, şayialar ve şaibelerin daha da arttığını söyledi.
Bahçeli, temmuz ayının ilk haftasından bu yana milleti meşgul eden şike ve teşvik primi etrafında somutlaşan suçlamaların ve isnatların son günlerde iyice içinden çıkılmaz hale geldiğini ifade ederek, “Centilmenliğin, rekabetin ve ahlakın hakim olması gereken Türk sporunun, bu kadar ağır ve ciddi bir travmanın içine girmesi vahim olduğu kadar da üzüntü ve endişe vericidir” dedi.
Son gelişmelerle, özellikle Türk futbolunun, kuşkulu ve problemli bir alana hapsolduğunu, her kafadan çıkan sesler nedeniyle içinden çıkılmaz bir duruma gerilediğini vurgulayan Bahçeli, “Milyonlarca insanımızın gönül verdiği, rozetini taşıdığı, flamasını salladığı, yaz ya da kış demeden tribünlerden destek verdiği, birlikte sevinip birlikte ağladığı asırlık kulüplerimiz adeta suçlamaların merkezine yerleştirilmiştir. Her hal ve durumda parti olarak, köklü kulüplerimizin ve onlara gönül veren kardeşlerimizin incitilmesini ve hırpalanmasını kabul etmiyoruz ve bunu da şiddetle reddediyoruz” görüşünü dile getirdi.
Bahçeli, kulüplerin zan ve töhmet altında bırakılarak itibarlarının, saygınlıklarının ve güvenirliklerinin zedelenmesini de hiç doğru ve insaflı görmediklerini kaydederek, bu yaklaşımlarının, şike ve teşvik pirimi batağına saplanan kişileri kapsamayacağı, onlar için mazeret oluşturmayacağının tartışmasız olduğunu söyledi.
Suç ve suçluyu ayırt edecek, ancak masumiyet karinesine de titizlikle uyacak basiretli, tarafsız bir bakış ve değerlendirme açısının şart olduğunu dile getiren Bahçeli, “12 Haziran seçimlerinden hemen sonra, şike ve teşvik primiyle ilgili gelişmelerin ortaya çıkması ve bu konuda gözaltılar ve tutuklamalar yapılması hepimizin şahit olduğu olaylar dizisinden bazılarıdır. İşin başından beri gizli yürütülmesi gereken adli ve idari soruşturma safahatlarının, basın ve yayın organlarında çarşaf çarşaf teşhir edilmesi bize başka maksatların takip edildiği izlenimini vermiştir” diye konuştu.
“Günahı sadece bu kişilerde mi?”
Bahçeli, Türk futbolundaki bu olumsuzluklar nedeniyle mahkeme aşaması gerçekleşmeden, birçok kişinin peşinen suçlu gibi gösterilmesinin, büyük bir haksızlık, insafsızlık ve acımasızlık örneği olduğunu söyledi. Anayasa ve Ceza Kanununa göre, suçu kesinleşmemiş hiç kimseye suçlu muamelesi yapılamayacağına işaret eden Bahçeli, şunları kaydetti:
“Ancak ne acı bir durumdur ki yaklaşık 5 aydır tutuklu bulunan ve Türkiye'de milyonlarca insanının sevgisini ve haklı ilgisini kazanmış spor kulüplerimizin başkan ya da oyuncuları, hukuken bir netice ortaya çıkmadan dört duvar arasında ısrarla tutulmaktadır. Biz bu garabetin adalet olmadığına, hakkaniyete hizmete etmediğine ve doğaldır ki vicdanları kanattığına inanıyoruz.
Anlaşıldığı kadarıyla AKP Hükümeti'nin bu konudaki müsebbip arayışları ve sorumlu bulma çabaları başka faktörleri de içeriğine alarak hedefine yönelmiştir. Sanırsınız ki hali hazırda şike ve teşvik primi sorunuyla ilgili tüm kötülükler 31'i tutuklu 93 şüpheli şahsın üzerinde toplanmıştır. Bunlar gerekli cezalara çarptırılırsa her şey düzelecek ve böylelikle Türk sporu zincirlerinden ve kelepçelerinden kurtulacaktır. Madem Türk sporu kangren olmuştur ve iflasın eşiğine gelmiştir; o halde sormak lazımdır ki bunun yalnızca sorumlusu 5 aydır tutuklu ya da şüpheli olarak görülen kişiler midir? Türk sporunun tükenişinin ve dağılmasının günahı sadece bu kişilerde midir? Kaldı ki mesele sadece şike iddialarıyla da bitmemiştir. Hali hazırda tutuklu olarak bulunan kişilerle ilgili başka tehlikeli iddialar ısıtılıp ısıtılıp kamuoyuna servis edilmektedir. Görüldüğü kadarıyla şike ya da teşvik primi suçlamalarını gölgede bırakacak, başta çete oluşturmaya kadar uzanan geniş bir liste ortaya çıkmıştır. Şurası berrak bir gerçektir ki yalnızca şüphe ve bazı karanlık isimlerin ifadelerine dayanarak, kamuoyunca bilinen isimlerin yıpratılmasına çalışmak ve meseleyi değişik mecraya çekmeye çabalamak, insanlık değerlerce bağdaşmadığı gibi ahlaken de sorunlu bir tabloyu ortaya çıkaracaktır.”
"O zaman itirazı olmayan Sayın Cumhurbaşkanı...”
Bahçeli, TBMM'nin, 24 Kasım 2011 tarihinde yasal bir düzenleme yaptığını, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'da Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun'un ittifak halinde kabul edildiğini anımsattı. Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ise kanunu bir kez daha görüşülmek üzere iade ettiğini söyledi.
Devlet Bahçeli, 2004'te yürürlüğe giren 5149 sayılı kanunun, spor karşılaşmalarında şiddet ve düzensizliği önlemede yetersiz kalınca, bu yılın nisan ayında Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'un kabul edildiğini hatırlattı. Bahçeli, “O zaman herhangi bir itirazı olmayan Sayın Cumhurbaşkanı, bazı gerekçelerle yapılan düzenlemeleri şimdi kabul etmemiş ve bir kez daha görüşülmek üzere TBMM Başkanlığına göndermiştir. Kanunla öngörülen değişikliklerin, ölçülülük ve caydırıcılık gibi ceza hukukunun temel prensiplerini etkisiz kılacağından hareketle adalete vurgu yapmış ve halen yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir düzenleme yapıldığı intibaını gündeme getirmiştir” diye konuştu.
Bunun üzerine şike ve teşvik primi iddiaları çerçevesinde iddianame hazırlandığını, ilgili mahkemeye gönderildiğini ifade eden Bahçeli, “Veto kararıyla, iddianamenin kamuoyuna açıklanması arasındaki yakınlık bize göre manidardır ve başka hesapların devrede olduğuyla ilgili kuşkularımızı da kuvvetlendirmektedir. Bundan sonraki aşamada sırayı mahkemenin iddianameyi kabul edip etmemesi meselesi alacaktır” dedi.
"Hayret ve esefle karşılıyoruz”
MHP Genel Başkanı Bahçeli, verilen kararın, Cumhurbaşkanı Gül'ün şahsi görüşü ve takdiri olduğunu belirterek, MHP'nin, bu kanun değişikliğine destek
verirken adalet duygusunun zedelenmesini, kişiye özel bir düzenleme olmasını istemediği gibi aklından dahi geçirmediğini söyledi.
Gül'ün, adalet duygusunun kimler tarafından saldırıya uğradığını ve kimler için kişiye özel yasalar çıkarıldığını unuttuğunu ya da unutur gibi görünmeye tevessül ettiğini ileri süren Bahçeli, çıkması için katkı verdikleri kanun değişikliğinde, Gül'ün bu şekilde veto yetkisini kullanmasını hayret ve esefle karşıladıklarını kaydetti. Bahçeli, “Çankaya noteri suçlamalarını bertaraf etmek amacıyla fırsattan yararlanarak meseleyi farklı noktalara çekmiştir” görüşünü savundu.
Bahçeli, Gül'den, MHP'nin, ceza-yaptırım dengesini bozacak, adalet duygusunu zaafa uğratacak ve adrese teslim düzenlemeler yapacak hiçbir ilişki ağının içinde olmadığını ve olmayacağını bilmesini isteyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hele hele partimiz, şike ya da teşvik primi konusunda herkesten fazla hassas ve duyarlıdır ve bu alanda kimseden duyacağı veya öğreneceği bir şey yoktur. Biz meselenin tümüyle çözülmesi ve hukuki sorunların giderilmesi için duruş gösterdik ve onay verdik. 4 partinin katılımı ve işbirliğiyle çıkartılan söz konusu kanun değişikliği, tekrar Meclis gündemine aynı haliyle gelirse, biz sözümüzün ve kararlılığımızın sonuna kadar arkasında duracağız. Meclis iradesinin sulandırılmasına ve milletimiz nezdinde değersizleşmesine tahammülümüz yoktur ve muhataplarımızı da aynı yaklaşım ve kararlılık içinde görmeyi istememiz en tabii hakkımızdır. Doğaldır ki, zihniyet değişmeden ve ahlaki prensipler her alana hakim olmadan sırf hukuki kaidelerle sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir. Bu, meselenin bizim tarafımızı ilgilendiren kısmı ve yanıdır. Ancak AKP zihniyetinin ve ana muhalefetin de tercihine, sözüne ve kararına bağlı kalarak sahip çıkmaları gerekmektedir.
Ne var ki AKP Hükümeti'nin ağlayan siması, vetoyu hayırlı bir gelişme olarak değerlendirerek kendi partisinin alacağı pozisyon hakkında da hepimize bir fikir vermiştir. Sorguladığımız husus burada şudur: Kimseye biat etmeye niyeti olmadığını söyleyen ilgili Başbakan Yardımcısı'nın, kanun değişikliği tekrar Meclis Genel Kuruluna geldiği takdirde ne yapacağı ve nasıl bir yol izleyeceğidir. Bazı grup başkanvekillerinin düşüncelerinin hilafına, eğer AKP vetoyu doğru buluyorsa, daha önceki tutumunu ve kararını nasıl izah edecektir? U dönüşü yapan, sürekli çark eden ve geriye adımlarla bizim fazlasıyla dikkatimizi çeken AKP'nin ve CHP'nin, bu mesele karşısında alacakları tutum, onların inandırıcılığı ve siyasi kaliteleri bakımından da test olacaktır.”
“Kara bulutlardan kurtulmalı”
Bahçeli, kanun değişikliği hakkında Gül'ün yaklaşımını, “son derece ikircikli ve çifte standartlı” olarak değerlendirerek, “Madem ki Sayın Cumhurbaşkanı, adil ve hakkaniyete uygun cezalar belirlenmesi konusunda dikkatlidir, suç ve ceza arasında adalete uygun bir oranının bulunması gerektiğine atıf yapmaktadır; o halde Türklüğe hakareti düzenleyen 301. Maddenin değiştirilmesinde neden aynı feraseti ve hassasiyeti göstermemiştir?” diye sordu. Bahçeli, konuşmasında şu görüşlere yer verdi:
“Söz konusu kanun hükmü, değiştirilmeden önce 'Türklüğü, Cumhuriyeti veya TBMM'yi alenen aşağılayan kişiler altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır' ibarelerini kapsarken, Sayın Gül'ün 7 Mayıs 2008 tarihindeki onayıyla tam anlamıyla içi boşaltılmıştır. Dileriz ki Sayın Cumhurbaşkanı her meselede gözü kapalı onay makamı gibi davranmasın; dikkatle, kararlılıkla ve itinayla önüne gelenleri derinlemesine ve objektif olarak incelesin.
Bizim için genelde Türk sporunun, özelde Türk futbolunun aklanması ve tüm şaibelerden arınması gerekmektedir. Bunun için mutlaka ve acilen sürdürülen adli ve idari kovuşturma süreci tamamlanmalı ve kim ne suç işlemişse karşılığını ve cezasını görmelidir. Spor ahlakına ve hoşgörüsüne sığmayan temasların, ilişkilerin ve gizli niyetlerin açığa çıkarılarak şikeyi yapanların, teşvik edenlerin ve bunlara alet olanların yaptıklarının yanlarına kar bırakılmaması sağlanmalıdır. Ancak suçluluğu kesinleşmeden kimseye de suçlu muamelesi yapılmamalıdır. Türk futbolu artık soluk almalıdır. Üzerinde dolaşan kara bulutlardan kurtulmalıdır. Kulüplerimizin, iyi niyetli sporcularımız ve fedakar kulüp taraftarlarımızın daha fazla rencide olmaması ve üzülmemeleri için AKP Hükümeti sporu, art niyetsiz ve gizli gündemine takılmadan sahiplenmeli ve sorunları gidermelidir. Türkiye Futbol Federasyonu tarafsız bir şekilde ve siyasi etkiden uzaklaşarak Türk futbolunun meselelerine acilen odaklanmalıdır. Federasyon kongrelerini siyasi kongre ve şov sahnelerine çevirenler bugünkü karanlık sürecin mesuliyetinden muaf olmadıklarını asla unutmamalıdırlar. Ve hiç kimse güzide kulüplerimizin ve diğerlerinin şerefiyle ve haysiyetiyle oynamamalıdır.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “AKP'nin, Suriye'nin karşısına tam olarak geçmesi amacıyla muazzam bir psikolojik harekat yürütülmekte ve hayasızca tertipler yapılmaktır” dedi.
Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Türkiye ziyaretini değerlendirdi.
Geçen hafta Türkiye ve komşu coğrafyalarda önemli siyasi gelişmeler ve ziyaretler gerçekleştiğine dikkati çeken Bahçeli, “Bunlar arasında en dikkat çekeni, ABD Başkan Yardımcısının Irak;ın kuzeyinden sonra ülkemize gerçekleştirdiği temaslar olmuştur” diye konuştu.
ABD'nin ve küresel çevrelerin, son dönemlerde Türkiye'ye karşı ilgileri bir hayli arttığını dile getiren Bahçeli, “Batı medyasından, düşünce merkezlerinden ve sivil toplum kuruluşlarından övgüler peşi sıra gelmektedir. AKP Hükümeti devamlı tıpışlanmakta, sırtı sıvazlanmakta ve küresel çevrelerin biberonuyla beslenmektedir” ifadesini kullandı.
Bir asır önce doğrudan müdahale kanalları oluşturarak yakın coğrafyayı aralarında bölüşen güçlerin, şimdi bölge insanına şirin ve sevimli gelecek kişi ya da partileri tespit ederek, bunlar vasıtasıyla maliyeti azaltmak ve kendi zayiatlarını düşürmek istediklerini öne süren Bahçeli, şöyle devam etti:
"AKP'nin ve BOP Eşbaşkanı'nın tercih ve seçimi bu yüzdendir. İktidara gelmeleri ve tutunmaları için gösterilen sabır ve destek bundan dolayıdır. AKP sömürgeciliğin ve işgal emellerinin sadık bir bekçisi olmuş, utanç verici bir şekilde Müslüman alemini sırtından hançerlemiştir.
Elbette suç ortakları, kirli organizasyonun tezgah altı işportacıları Ortadoğu'da göze girmek ve kanlı sahnelerde rol almak için kıyasıya rekabet halindedirler. AKP'nin, Suriye'nin karşısına tam olarak geçmesi amacıyla muazzam bir psikolojik harekat yürütülmekte ve hayasızca tertipler yapılmaktır. Hükümet ise zaten bunlara dünden gönüllüdür ve BOP'un sancaktarlığını kimseye kaptırmaya niyeti yoktur.”
“Aynı stratejik vizyona sahip...”
Arap Birliği'nin Suriye'ye yaptırım kararı alırken “demokrasi” vurgusu yaptığını anımsatan Bahçeli, “Fakat bu organizasyonun hemen hemen bütün üyeleri bugüne kadar demokrasinin hayalinden bile ürkmüş ve ısrarla da kaçmışlardır. Suriye'deki kanlı saldırıları her fırsatta yerden yere vuran AKP zihniyeti de nedense Suudi Arabistan'ın Bahreyn'de döktüğü kanı ya da Mısır'da askeri vesayetin son haftalarda katlettiği insan sayısını bir türlü hatırlamamış ve dile getirmemiştir” şeklinde konuştu.
“İşte böylesi bir ortamda ABD Başkan Yardımcısı ülkemize gelmiştir” diyen Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bizim için üzerinde durulması gereken başlıca konulardan biri, söz konusu şahsiyetin ziyaret halkasındaki duraklarıdır. ABD Başkan Yardımcısı, Irak'ın kuzeyindeki peşmerge reisiyle ve PKK'nın düşüncelerini ve silah bırakma şartlarını açıklayan Irak Cumhurbaşkanı ile bir araya gelmiştir.
AKP'yi öven ve Türkiye'nin Suriye'de gerçek bir liderlik gösterdiğini söyleyen bu Başkan Yardımcısının, sadece Hükümeti pohpohlamak için binlerce kilometre öteden Türkiye geldiğini düşünmek izah edilemez bir saflık olacaktır. Esasen ABD Başkan Yardımcısının geçmişte ülkemizle ilgili sarfettiği sözleri bizim tarafımızdan gayet net olarak bilinmektedir. Aynı stratejik vizyona sahip olduğumuzu iddia eden bu kronik Türkiye hasmının, birden bire eski fikirleriyle çelişen bir noktaya gelmesi dönemsel ve sadece bölgesel bir denklemin kurulması için geçici bir durumdur.
ABD Başkanı'nın aynı zaman içinde, 'İsrail'den daha önemli müttefikimiz yoktur' sözlerini ümit ederim ki AKP zihniyeti iyi değerlendirir ve bundan sonraki adımlarını buna göre atar.”
“Tehditlere boyun eğiyorsa”
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Suriye'ye yönelik açıklamalarını da eleştiren Bahçeli, “Küresel projelerin alt yüklenicilerinden olan Dışişleri Bakanı'nın, 'Komşularla sıfır problem ilişkisi dediysek biz Suriye halkıyla sıfır problem peşindeyiz' tevili tam bir geri adım ve daha önceki pozisyonlarından savrulmalıdır” ifadesini kullandı. Bahçeli, “AKP uçurumun kenarında nutuk atmakta ve şuursuz bir halde Türkiye;yi felakete götürmektedir. Eğer yapılanlar karşılığında diyet ödüyorsa, verdiği sözlerin karşılığını yerine getiriyorsa ve büyük bir açığı var da tehditlere boyun eğiyorsa bilinsin ki AKP açık bir ihanet içindedir” diye konuştu.
Bahçeli, Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin ve yanında bulunanların Kerbela'da şehit edilişlerinin matemini ve hüznünü yüreklerinde yaşadıklarını ifade ederek, “Hz. Hüseyin'in şehit olduğu günü anmak adına, kaynatılan aşurelerin ve ilahi aşkla tutulan oruçların Cenab-ı Allah katında kabul edilmesini içtenlikle niyaz ediyorum” dedi.