Bağımsızlığınızı ilan edin!

Güncelleme Tarihi:

Bağımsızlığınızı ilan edin
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2005 00:00

İstanbullu sinema tutkunlarını hareketli bir 20 gün bekliyor. Bu yıl dördüncü kez düzenlenen !f istanbul 4. AFM Uluslararası Bağımsız Film Festivali, 17 Şubat'ta başlıyor. Son iki yıl içinde yapılmış birbirinden ilginç 40 filmin gösterileceği festival 27 Şubat'a kadar sürecek. Festivalde gösterilecek filmler arasından öne çıkanları sizin için derledik. Belki "zor seçiminizi" biraz da olsa kolaşlaştırır...9 ŞARKI Michael Winterbottom'ın imzasını taşıyan, son yılların en tartışmalı filmlerinden 9 Şarkı için bilet bulursanız mutlaka izleyin, Çünkü başka şansınız olmayabilir. “Neden iki insanın seviştiği bir film yapılamıyor? Bir aşk hikayesi çekeceksen neden işin cinsel boyutundan uzak durmalısın? 9 Şarkı, hiç pornografik bir film değil. Sadece bir ilişkide olup bitenleri, yataktan başlayarak anlatıyor” oiyen Winterbottom b ufliminde "gerçek" sevişme sahnelerine yer veriyor. Zaten filmin bunca tartışılmasının sebebi de bu.9 Şarkı, 2003 sonbaharında Londra’da geçiyor. Lisa, İngiltere’ye bir seneliğine okumaya gelmiş bir Amerikalı. Brixton Academy’de bir konser sırasında buzul bilim uzmanı olan Matt ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Filmdeki her bölüm seks sahnesiyle başlayıp, birlikteliklerinin küçük ve daha evcimen ayrıntılarına geçiyor ve bir konserle son buluyor.  Müzik aralarında Matt ve Lisa’nın sevişmelerini görüyoruz. BİR PORNO YILDIZININ GÜNCESİ !f İstanbul'un dikkat çeken filmlerinden biri 1970 doğumlu İtalyan yönetmen Marco Filiberti'nin imzasını taşıyan Bir Porno Yıldızının Güncesi. Filiberti, senaryosunu yazıp yönettiği ve aynı zamanda başrolünü de üstlendiği film hakkında “Ahlâk kavramının göreceliğini ve kabul edilen ahlâk anlayışının dışında kalan insanlar ve durumların insanı geliştirebilme ve daha iyiye götürebilme ihtimalini göstermek istedim” diyor. Film sevilen porno yıldızı Riki'nin öyküsü üzerine kurulu.Riki, babasının cenazesinde uzun yıllardır görmediği ağabeyi Federico ile karşılaşır. Muhafazakâr bir iş adamı olan Federico cenazeden sonra birkaç günlüğüne Riki’ye kalmaya gelir. Kısa bir süre içerisinde kardeşinin mesleğini öğrenen Federico önce durumu reddetmesine karşı bu fikre alışır ve iki kardeş arasında uzlaşma başlar. Birlikte gay barlarına gidip, porno çekimlerinde eğlenirler. Bir gün tesadüfen genç ve tek başına çocuk büyüten bir annenin ölümüne tanık olurlar. Riki öksüz kalan altı yaşındaki çocuk ile arkadaş olur ve onu evlat edinmeye karar verir. Ancak çocuğun akrabaları Riki’nin mesleğini öğrenince, bu duruma engel olmak için uğraşırlar.PÜR NEŞEWanda Adında Bir Balık, I.Q gibi filmlerde yan rollerde görünen Stephen Fry, ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan Pür Neşe'de Evelyn Waugh’un “Vile Bodies” adlı filmini temel almış. Film hakkında “Müziği, hızı ve varoluş endişeleriyle, nevrotik bir dönem olan Caz Çağı’nın eğlenceye, dedikoduya ve medya ilgisine karşı sevdası, içinde yaşadığımız zamanı andırıyor” diyor Fry. Pür Neşe, 1930’lar Londra sosyetesinin raydan çıkmış hayatlarını konu ediyor ancak günümüze çok fazla benzerlik gösteren film herhangi bir “dönem” filmi olmaktan çok uzak. Genç ve parasız Adam (Stephen Campbell Moore) sevgilisi Nina’yla evlenecek parayı biriktirmek için gazetede sosyete dedikodularını aktaran bir köşe yazmaya başlar. Sosyetenin en üst tabakasından bir çılgın arkadaş grubunu o partiden bu partiye takip eder. Bir yandan da eğlencenin kaçınılmaz sonunu beklemeye başlar. BAĞDATLI  LİBERACEİngiliz yönetmen Sean McAllister, Bağdatlı Liberace'de bir zamanlar Irak'ın en ünlü piyanisti olan Samir Peter'in öyküsünü anlatıyor. Bir zamanlar Irak’ın en ünlü piyanistiydi ve bugün yarı boş otel lobilerinde yabancı gazeteciler için çalıyor, bir otelin en alt katında ufak bir odada kalıyor ve Bağdat’ın diğer yakasında ailesinin yaşadığı yedi odalı evine gitmekten korkuyor. Samir’in uzun seneler boyunca yabancı kadınlarla yaşadığı ilişkiler, karısının ve iki çocuğunun Amerika’ya taşınması ile sonuçlanmış. Şimdi onun da bir Amerika vizesi var, ama geride kalan çocuklarını kendisiyle gitmeye ikna edemiyor. Zaten kendisi de bu konuda kararsız. Samir, arkadaş olduğu gazeteci Sean McAllister’ı kendi dünyasıyla tanıştırmaktan keyif alıyor, ancak aylar ilerledikçe Bağdat’taki şiddet olayları kızışıyor ve hemen yanında kendisini filme çekmekte olan bu İngiliz gazeteci için kaygısı da büyüyor. Artık Bağdat’ta hiçbir yer güvenli değil, Samir’in komşusu yanında altı yaşındaki kızıyla üç kurşun yemiş olarak evinde bulunuyor. Zaman geçtikçe İngiliz gazeteci Sean ve Iraklı piyanist Samir için hayatta kalmak, busavaş sonrası “barış zamanı Bağdat”ında gittikçe güçleşiyor. Bu sene Sundance’te ilk Amerika gösterimini yapacak olan belgesel, kuşkusuz Irak’ta “en çok acı çekenler”in belgeseli değil. Bağdatlı Liberace, birçoğumuz gibi düzenli ve güvenli bir yaşama alışmış olan bir insanın çok yakın hikâyesi. HOWL'UN YÜRÜYEN ŞATOSU Hayao Miyazaki, sinemaseverlere hiç de yabancı olmayan bir isim. Japon yönetmenin imzasını taşıyan Ruhların Kaçışı geçen sezon ülkemizde de gösterildi ve büyük ilgi gördü. Bütün zamanların en çok izlenen animasyon filmine imzasını atan Miyazaki bu kez yetişkinlern için bir animasyon yapmış. Miyazaki'nin son filmi Howl’ın Yürüyen Şatosu yine sadece masal kurallarının işlediği, kara büyünün ancak ak büyüyle bozulduğu bir öykü anlatıyor. Kahramanımız küçük Sophie, üvey annesi ve kardeşleriyle babasından kalan şapka dükkanından geçinmeye çalışır. Fakir ve sıradan hayatı bir gün bir cadı tarafından yaşlı bir kadına dönüştürülmesiyle ters yüz olur. Artık Sophie’nin önünde yeni ve fantastik bir yolculuk vardır. Yolculuğu onu sürekli yer değiştiren, hatta uçarak hareket eden bir şatoya getirir. Bu korkunç şatoda genç kızların ruhlarını avlayan, çekici ve korkutucu bir büyücü olan Howl yaşamaktadır. Miyazaki'nin İngiliz yazar Diana Wynne Jones'un aynı isimli fantastik romanından uyarladığı bu film Japonya’da tarihi bir rekor kırdı. Vizyona girdiği ilk iki günde 1.4 milyon yen gişe hasılatı (yaklaşık 13 buçuk milyon dolar) elde ederek bugüne kadar en iyi açılış yapmış Japon filmi oldu. Film aynı zsamanda Venedik Film Festivali’nde 30 yıl sonra Altın Aslan’a aday gösterilmeyi başarmış ilk animasyon. PEÇE ARKASINDAN AFGANİSTAN Haziran 2002 ve Ağustos 2003 arasında, aralarından bazıları 18 yaşında bile olmayan 14 Afgan kadın, kamera kullanma teknikleri ve gazetecilik konusunda Aina Afgan Medya ve Kültür Merkezi’nde eğitim aldılar. Son on yıldır Afganistan’da gazetecilik eğitimi alabilen ilk kadınlar onlardı; çoğu daha önce hiç Kabil’in dışına çıkmamıştı ve Taliban yönetimi sırasında ne okula gitmeye, ne de çalışmaya izinleri vardı. İşte bu kadınların Brigitte Brault önderliğinde bilikmtke çekip kurguladığı bir film Peçe Arkasından Afganistan. Film, Afganistan’da Taliban döneminde ve bombalar sırasında yaşananları ödünsüz bir şekilde gözler önüne seriyor. Grupça büyük Buda heykellerinin Taliban tarafından parçalandığı Bamiyan’a gittiklerinde mağaralar içinde yaşamak zorunda kalmış kadınlarla konuşuyorlar. Kadınlara yapılan baskılarla tanınan bir şehir olan Herat’a gittiklerinde kendileriyle konuşacak hiçbir kadın bulamıyorlar. Celalabad’da göçebe olarak yaşayan ve gittikleri yerlerde kendilerine evler yaratan Kuçi kadınlarıyla konuşmak isteyen grup, aşiretin büyükleri tarafından durduruluyor ve kadınların yüzlerini çekmelerine izin verilmiyor. Grup yoluna devam ediyor... Karşılaştıkları tüm çileye rağmen, Afganistan kadınları onlara ümit verebilecek sözlerle de ortaya çıkıyorlar. Şu anda grup, sadece bu öyküleri değil, kameraların arkasındakileri, yani kendilerini de anlatabilmek için dünyayı dolaşıyor. SIRADIŞI Takashi Miike, Fruit Chan ve Chan-Wook Park sadece bu üç isim bile bir çok sinemaseverin iştahını kabartmaya yetecek...  Uzakdoğulu üç bağımsız yönetmenden üç uç film. Bu üç delikanlıdan biri Oldboy, Sympathy for Mr. Vengeance gibi filmlerle rüştünü kanıtlamış Güney Koreli Chan-Wook Park; diğeri şiddet, vahşet, acı, kan ve ete olan aşkını gizlemeyen, üç yılda 23 film yapma gibi bir beceriye sahip, “cani” Japon yönetmen Takashi Miike ve son olarak da Hong Kong’dan serbest doğaçlama dalında oldukça ünlü Fruit Chan. Korku ve fantastik film sahnesinin bu korkunç üçlüsünün bir araya geldiğini duymanın kendisi bile bangır bangır uyarıcı aslında. KIZLARIN OYUNU İki kadının arasındaki mahrem ilişki nereye kadar gidebilir?. Bu soruun cevabını merak ediyorsanız Lee Firedlander size bazı cevap seçenekleri sunuyor. Kızların Oyunu'nda. Soru şu: “Bir ilişkinin içindeyken, başka birisine aşık olursan ne yapmalısın?” Robin ve Lacie’nin öyküsü, bir oyunda lezbiyen aşıkları oynamak üzere rol aldıklarında başlar. Oyun süresince “içten bir temas” yakalayabilmelerini sağlamaya yönelik provalar ilerledikçe yaklaşık altı senedir bir kız arkadaşı olan Robin ile asla bir gecelik ilişkilerin hafifliğinden vazgeçemeyen Lacie arasında bir çekim oluşur. Birbirlerine karşı hissettikleri karşı konulmaz arzuya anlam vermeye çalışan ikili, yaşamlarının önemli anlarını anlatmaya başlarlar. İlişkilerin iyi ve kötü anlarında benliğimizi rehin alan iç seslerin, annelerimize cinsel kimliğimizi açıklarken yaşayabileceğimiz zorlu ve bir o kadar da komik dakikaların, koltukta koyun koyuna geçirilen sıcak akşamüstlerinin ve istek dolu sevişmelerin ortaya koyulduğu bu anlatılar, sahne ve film öğelerini iyi bir oyunculukla birleştiren bu filmin bel kemiğini oluşturuyor. Kızların Oyunu, iki kadının en mahrem duygularını, en ince ayrıntısına kadar birbirleriyle paylaştıkları, akıllı, seksi ve zaman zaman da nevrotik bir film. FESTİVAL VE PROGRAMLA İLGİLİ AYINTILI BİLGİ İÇİN: www.ifistanbul.com.tr  
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!