Güncelleme Tarihi:
Doğan Şahin. Aşkının peşinden Avustralya, Timor, Endonezya'ya gitmiş. Sonra Avrupa'nın tüm ülkelerine, İsrail'e... Marihuana kullanmış, gasp, bıçakla yaralama, hırsızlık gibi suçlar işlemiş. Gardiyanlık yapmış, homeless (evsiz) olmuş. Dokuz zor yıldan sonra Türkiye'de. Tüm yaşadıklarını kitaplaştırdı. Ama ‘‘şimdilik’’ burada. Uzaklar onu çekmeye devam ediyor.
Doğan Şahin. Bir aşk kırgını. Aşkının peşinden önce Avustralya'ya sonra yedi iklime savrulmuş. Gitmediği ülke, çekmediği çile kalmamış. Jennifer'ı için Avustralya, Timor, Endonezya'ya gitmiş. Sonra Avrupa'nın tüm ülkelerine, İsrail'e... Marihuana kullanmış, gasp, bıçakla yaralama, hırsızlık gibi suçlar işlemiş. Gardiyanlık yapmış, homeless (evsiz) olmuş.
Dokuz zor yıldan sonra Türkiye'ye döndü Şahin. Ama ‘‘şimdilik’’ burada. Uzaklar onu çekmeye devam ediyor. Avustralya pasaportu taşıdığı için vize problemi yaşamıyor. Birkaç saatliğine de olsa sınırdan çıkıp en yakın ülkeye gidiyor, o çok aşina olduğu yabancı havayı soluyor. İliklerine işleyen yabancılık duygusundan ayrı kalamıyor çünkü. İstanbul'da Sultanahmet'te yaşıyor. Yabancılardan da ayrı kalamıyor. Şimdiki işi, Türkiye Otistik Çocuklara Destek Vakfı için otizmle ilgili kitaplar tercüme etmek. Aslında kokart alıp turist rehberi olmak istiyor.
GARİP ÖTÜŞLER ÜLKESİ
Elya Yayıncılık'tan çıkan kitabının adı, ‘‘Babamın Bilmediği Herşey’’. Edebi kaygılardan uzak kendini anlatıyor. Alabildiğine yalın ve doğrudan. ‘‘Herşeyi anlattım; hiçbir şey saklamadan’’ diyor.
Geçmişinden çok az fotoğraf getirmiş ülkesine. İlk aşkı ve ilk eşi Jennifer'ın fotoğrafı hiç yok. Tam iki bin fotoğrafı, çeşitli ülke ve çeşitli maceralardan sonra döndüğü Sydney'de sokakta yaşarken çok üşüdüğü bir gece yakmış. ‘‘Artık ben olmalıyım dedim ve tek tek yaktım.’’
Avusturalya'da yıllarca kendine gelememesine neden olan bir şok ve hayal kırıklığı yaşıyor. ‘‘Çok garip ötüşlü kuşları, böcekleri vardı. Toprak kokmuyordu. Gürültü yoktu.’’ İşlediği suçları, dibe vuruşlarını ise şimdi şöyle yorumluyor: ‘‘Kendimi iyi bilmiyordum. Karakterim sağlam oluşmamıştı. İnsanları algılayamıyordum.’’ Uyum sağlayamamasını, başta eşi Jennifer olmak üzere hiçbir Avustralyalı'yla diyalog kuramayışını ise şöyle açıklıyor: ‘‘Barış, para herşey vardı. Yine de 'yabancı' olduğum düşüncesinden bir türlü alamıyordum kendimi.’’ Sydney'de yaşayan çok sayıdaki Türkle de anlaşamamış. Doğan Şahin, oradaki Türkler'in ekonomik olarak iyi olmalarına karşılık eğitimsiz oluşlarını gerekçe gösteriyor buna. ‘‘Türkiye'den batıya gidenler bir dünya yaratamıyorlar. Ama kök salıp farklı ilgi alanı oluşturabiliyorlar. Ben yapamadım.’’
İnsanlara uyum sağlamak için gardiyanlık sınavına girmiş. Aralarında yaşayabilmek için başka çaresi olmadığından böyle yapmış. Avustralya yerlileri gibi kafasını da kazıtmış. Ama fayda sağlamamış. ‘‘Avustralya'da kendimden başka kimsem yoktu. Hiçbir şeye inanmadım. İnançlarımı yitirdim.’’ Marihuanaya ruh acılarını dindirmek için başlamış. Yıllar içinde kullanma amacı değişmiş. ‘‘Onun beni kullanmasına izin vermeyip ben onu kullandım. Konsantre olmamı sağlıyordu. Marihuana sayesinde her gün saatlerce spor yaptım.’’ Onca acıyla tıka basa dolu hayatı, Doğan Şahin'e pek alışmadığımız felsefi bakış açısı kazandırmış. Sevmeye, aşka ilişkin diyor ki ‘‘Bilmezken, safken, dünyayı tanımazken sevmek daha kolay. Ama hâlâ öğreniyorum.’’
TAŞ KULE VE ULLYSSES
Konya Selçuk Üniversitesi'nde öğrenci iken başlıyor bu uzun serüven. Bir geceyarısı, Ankara'dan gelecek olan sevgilisini karşılamak için otogara gidiyor. Ama beklediği sevgili gelmiyor. Otogarı terketmek üzereyken bir kalabalık ilgisini çekiyor. İki kadın turist, tek kelime İngilizce bilmeyen bu kalabalığa dert anlatmaya çalışıyor. Avustralya ve Yeni Zelandalı turistlere yardımcı oluyor. 24.00'ten sonra sokağa çıkma yasağı olduğu için evinde konuk ediyor. Avustralyalı Jennifer'la yıldırım aşkı başlıyor.
Aradan çok yıllar ve olaylar geçiyor. Şimdi bir başka eşi, bir başka kızı var. Avustralya'daki kızı Angela için, yunus figürleri biriktiriyor. ‘‘Bir gün yollayacağım ona’’ diyor.
Bundan sonra ne yapacağına gelince... İlk anda şaşırtıyor. ‘‘Taş kule yapacağım’’ diyor. İzmir'den bir bayram günü çıkıp Sabuncubeli'ne tırmanırken, ‘‘Gökçeler Köyü’’ tabelası ilgisini çekiyor. Köye gidiyor ve büyüleniyor. Vadiye kurulu köyde, tüm gün bulutlar dansediyormuş. Öyle büyülenmiş ki hemen otomobilini satmış ve arazi satın almış. ‘‘Taştan ördüğüm kulemde Ullysses okuyacağım. Bu kuleye düşüncelerimi dinleyen, benden sıkılmayanlar girebilecek. Bu kule, yapacağım en son şey olsa da mutlaka yapacağım.’’
KİTAPTAN
Macera başlıyor
Bir anda yüreğimdeki kafesi açtı. Bulmuştu anahtarı Jennifer. Sevmişti beni; işte buradaydı ya. Beş parasız, eğitimi yarım, toy delikanlı da onu seviyordu saf duygularla. Güney yarıküreden yıllar önce çıkmış ve doğuda bulmuştu aradığı sıcaklığı. Silkinmişti yıllardır içinde bulunduğu metalik varoluştan. Doyasıya seviştik geceler boyu. Kırlarda seviştik, çiçek tozları gözlerimizi yaşarttı ve gökyüzündeki pembe bulutları seyrederken taze ot kokusunu çektik içimize...
(...)
Vaktimiz yoktu. Artık herkesi reddetmiş ve başkaldırmıştım. Özgürlüğümün farkına varıyordum. Avustralya hakkında bildiğim tek şey oranın en son keşfedilen kıta ve ütopik bir ülke olduğuydu. Biz de bu yeni kıtada yeni bir yaşam biçimi oluşturacaktık. Güzel bir gelecek vardı orada.
İtalya'ya gidip orada evlenmeye karar verdik. Gondolla gezerken gün batımının kızıllığını izleyerek sevmenin ve aşkın doyumsuz tadına varacaktık. Venedik'te aşk başkaydı. Türk vatandaşlarından vize istemeyen birkaç ülkeden birisi de İtalya idi. Hem de romantik bir ülkeydi orası. Birkaç final sınavına girmedim.
Hırsızlıktan gaspçılığa
Marihuana satan genci soymaya karar verdim. Tüm tehlikeleri göze aldım ve bir akşam pub'dan içeri girip bir süredir takip ettiğim satıcıya yöneldim. Belimde ekmek kesmek için kullandığım bıçak vardı, her ihtimale karşı.
- Polis; benimle dışarıya gel, dedim.
Şaşıran genç hemen dediğimi yaptı ve pub'ın dışına çıktı. İlk aşama başarılıydı. Bu gençten daha güçlüydüm, onu alt edebilirdim.
- Ne istiyorsun benden? Ben sadece satıcıyım. Mallar benim değil.
- Sen şöyle binanın arkasına gel bakalım.
- Ne yapacaksın?
- Gel sen bakayım, ne yapacağımı göreceksin.
Belimdeki bıçağı boynuna dayadım.
Çok kolay olmuştu. Keşke dedim kendi kendime, ilk geldiğim zaman yapsaydım bunları. Hırsızlardan para almak daha kolaydı. Artık içimde korku kalmamıştı. O kadar zorluktan sonra beni hiçbir şey korkutamazdı.
(...)
Birinci haftanın sonunda bir sabah salonda otururken gençlerden iri yarı olanı salona girdi ve
- Kalk ayağa, dedi bana direkt olarak.
- Ne var...
- Kalk ayağa dedim seni pis göçmen.
Kalkmama fırsat kalmadan suratımın ortasına okkalı bir yumruk yemiştim.
Hayatımın en iğrenç kokteyli
Timor Adaları, Pasifik'in en uç noktasında bir adalar grubu ve yıllardır Endonezya egemenliği altında. Timor gerillaları ve Endonezya askerleri arasında yıllardır çatışmalar yaşanıyor. Bir ölçüde tehlikeli bir ülke ve buralara yolu düşen turist pek az.
(...)
Ya şimdi önüme gerillalar çıkarsa? Ne diyecektim onlara? Ben kimdim?
Sadece bir turistim.
Ne turisti? Tam turist de denilemez.
Bakın aslında ben bir balıkçı gemisine binip Avustralya'ya gitmek istiyordum.
Dağ başında beni kesseler kimse nerede olduğumu bulamazdı. Sıcak beni bunaltmış, terliyordum.
(...)
Bu kadar insanın arasında şaşırmış nereye bakacağımı bilmezken imdadıma elime tutuşturulan bir bardak içki yetişti. Artık rahatlayabilirdim, fakat o da ne! Bu içki iğrenç kokuyordu, bırakın içmeyi kokusu bile beni durdurmaya yetmişti. Herkes bana bakıyor, merakla ne yapacağımı izliyordu. Yüzümü buruşturup burnumu gösterdim. Kahkahalarla gülmeye başladılar.
Ufak tefek, göbekli ve benim yaşlarımda olan bir tanesi yanıma gelip sırtımı sıvazladı. Kendi kadehini bir dikişte bitirip benim de bitirmem gerektiğini işaret etti. Şansım kalmamıştı. Bir dikişte içtim ve sanki hiçbir şey olmamış edasıyla kadehimi uzattım. İkincisini reddedecektim. Şişman adam bana çok yakınlık gösteriyor, kucaklayıp sarılıp duruyor, diğerleri ise bir komedi seyredercesine gülmeye devam ediyorlardı.
- Nedir bu diye sordum işaretlerle.
- Bu mu, bizim içkimiz.
- Yani ne?
Tavukları işaret etti ve gerisini gösterdi tavuğun. Tavuk b.kundan bahsediyordu herhalde.
- Eee?
- Alkol karıştır, beklet.
- Nee?
- Sonra, bu bardaktaki içki!
Hayatımın en ilginç ve iğrenç kokteylinden bir bardak içmiş ve çakırkeyif olmuştum bile.