Güncelleme Tarihi:
Kültürümüzde biri vefat ettiğinde eş dost akraba destek olmak için cenaze evine gelir. Özellikle yakından gelen komşular, arkadaşlar mümkünse gelirken yanlarında yemek de getirir. Bu yemekler hem cenaze sahipleri tarafından yenir hem de eve taziyeye gelenlere ikram edilir.
Yanı sıra cenaze sahipleri de pilav, pide, lahmacun, börek, helva gibi yiyecekler hazırlatarak dua okunduktan sonra acı günlerinde yanlarında olanlara ikram eder. İkramlar merhumun ölümünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci günlerinde yapılan duaların ardından da devam eder. Bu örf ve adetlerin karşılıklı olarak eksiksiz yerine getirilmesi için çaba sarf edilir.
Peki yaslarını tutamadan, belki daha ölümü bile idrak edemeden “Gelenlere ne ikram edilecek?” diye düşünmek zorunda kalmak, yakınını kaybetmiş acılı insanlara ne hissettirir?
Son yıllarda cenaze evlerinde yaşanan yeme içme telaşına karşı tepkiler artmaya başladı. Pek çok kişi yakınlarını kaybettiklerinde ellerine tutuşturulan çay tepsisinin ya da su kolisinin canlarını nasıl yaktığını yüksek sesle dile getiriyor, hatta bunu direkt aile büyüklerine söyleyerek itiraz ediyor.
Gelin o itirazlardan bazılarını, yaşayanların kendi anlatımlarıyla okuyalım…
BABAMI KAYBETTİM, BENDEN MARKETE GİDİP MEYVE SUYU ALMAMI İSTEDİLER
Öznur D. (41)
Babasını kaybedenler iyi bilir ki hayatınız bir daha asla eskisi gibi olmuyor. Hele beklenmeyen, ani bir ölüm ise idrak etmeniz biraz zaman alıyor. Asıl acı ise idrak ettikten sonra başlıyor. Ben de babamı çok ani bir şekilde kalp krizinden kaybettim. Üstelik babam öldüğünde henüz 43 yaşındaydı ben ise 16'ydım. Babamla aramızda çok güzel bir bağ vardı. Yani anlayacağınız henüz babasına doyamamış ergen bir çocuktum. Şimdi ben neredeyse babamın vefat ettiği yaştayım ama bana o zamanlar yaşatılanları asla unutamıyorum.
Babamın ani ölümü annemle beni şoka sokmuştu; nasıl defnettik, neler yaşadık, kim vardı, kim yoktu hiç bilmiyorduk. Öyle bir boşluktaydık ki ikimiz de tam anlamıyla ruh gibi dolaşıyorduk. Babamın na'şını defnettikten sonra eve geçtik, eş dost akraba da bizimle geldi. Eve baş sağlığına gelenler gidenler derken annemle ben ilgilenebilecek durumda olmadığımız için dua ve ikram işlerine anneannem ve dedem el attı.
Gelen gidene ikram etmek için yemekler hazırlandı, içecekler alındı. Eve sürekli birileri geliyor, baş sağlığı diliyor, yemek yiyip gidiyordu. Arada bir ahlanıp vahlanmalar oluyor, sonra kendi aralarında “Ee sen nasılsın?” tarzı sohbete giriyorlardı. Yaşım küçük, idrak edemiyorum. Kalabalıktan da bunaldım, babamı özlüyorum. Kendimi odama kapattım acımı yaşıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam babamın vefatının dördüncü günü tuttuğum yas aileme yetmiş olacak ki amcam odama girdi, “Öznur marketten meyve suyu alır mısın? Misafirlere dağıtılacak” dedi.
Ne dediğini anlamadım bile. Ruh gibi giyindim gittim meyve sularını aldım eve geldim. Tekrar odama kapandım. Meyve suyu almaya yollamak yetmemiş olacak ki bu sefer de duadan sonra o içecekleri benim dağıtmam istendi, “Günlerdir odandasın, bu insanlar da acınızı paylaşmak için geliyor. Ayıp olur” dendi. Ayıp mı olur? Söylenenler çok ağrıma gitse de “Asıl benim babamı gencecik yaşta kaybetmem ayıp be!” demek istesem de sustum. Aldım koliyi, meyve sularını dağıttım. Ama kalabalık, yemek, çay, kahve bir türlü bitmiyordu. Artık annemle yalnız kalmak, ağlamak, sarılmak, dertleşmek ve rahatlamak istiyordum. Sürekli odama birilerinin gelip dışarı çıkmam gerektiğini söylemesinden de evde gördüğüm insanlardan da yenen yemeklerden de bıkmıştım.
Bu durum uzunca bir süre devam etti. Yedisi, kırkı derken neredeyse iki ay sonra annemle yalnız kalabildik. İşte tam anlamda o zaman acımızı yaşayabildik. Şimdiki aklım olsa vereceğim tepkiler elbette çok farklı olurdu ama 16 yaşında, yüreğinde kocaman bir boşlukla baş etmeye çalışan çocukken maalesef içime atmak daha kolay geliyordu.
Diyeceğim odur ki, insanlar acılarını paylaşarak azaltmayı tercih edebileceği gibi yalnız kalarak yaşamak da isteyebilir. Ölüm çok zor ve kabullenmesi güç bir durum, sevdiklerini herkes yanında ister ama sınırları aşmadan. Benim için taşıdığım bir koli meyve suyu, babamın ölüm acısından daha ağırdı ve o ağırlık hiç azalmayacak.
Cenaze evi ziyaretleri hemen hemen her kültürde vardır. Yakının kaybeden kişilere başsağlığı dilemek amacıyla bu evler ziyaret edilir. Günümüzde cenaze evleri taziye evlerine evrilmiş durumda. Cenazenin olduğu akşam ya da sonraki günler insanlar taziyelerinin sunmak üzere vefat eden kişinin evini ya da yakınlarını ziyaret ediyorlar. Bu ziyaretlerin asıl amacı, yakını kaybedenlerin acısını paylaşmak. Aslında bu ziyaretlerin sosyolojik bir işlevi var; acıyı paylaşarak yas tutan kişilerin acılarını biraz olsun hafifletmek.
Sosyolog-Sosyal Psikolog Doç. Dr. Ahu Özmen Akalın
SEKİZ YAŞINDA BİR ÇOCUK ÖLDÜ, KONUMUZ PİDE Mİ?
Gürkan T. (34)
Bundan iki-üç yıl önce eşimin yeğenini ne yazık ki lösemiden kaybettik. Hayatımın en zor anlarından biriydi. Sekiz yaşında bir çocuğun vefat haberi geniş ailemizi derinden sarstı. Eşim de yaşadığı olay sonrası adeta dağıldı.
Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın, anlatması çok güç… Haberi aldığım anda hemen annem ve babamı aradım. Eşimin yanında olmalarını istedim. Hastanede olmak onun psikolojisini daha da bozacaktı. Onun yerine ben hastaneye gittim. Gördüğüm manzara çok kötüydü. Herkes ağlıyor, anne baba sinir krizi geçiriyordu. Öyle bir kor ateşti ki bu bir kişinin sağlam durması gerekiyordu. O da ben oluverdim.
Hastaneye gelenlerle ilgilendim, anne babanın yanında oldum. En zoru miniğin oyuncaklarını ve kıyafetlerini toplamak, sonunda da cansız bedenini hastaneden teslim almak oldu. Okula gitmeyi çok isteyip gidememiş küçük çocuğun cansız bedenini kucağıma aldığımda yaşadıklarımı tarif etmem çok zor.
Ertesi sabah cenaze için gerekli işlemler yapıldı. Evin önüne masalar koyuldu. Cenaze evine taziye için tanıdıklar, akraba ve komşular gelmeye başladı. Hepsini tek tek karşıladım. Sağ olsunlar komşular elleri boş gelmedi, tencereler dolusu yemek getirdiler. Kayınpederim de “Pide yaptırıp, ayran alalım” dedi. Ne gerek vardı, canımızın canı gitmiş millete yemek yedirmek mi derdimiz? Ama işte gelenekler görenekler… Gittim pide ve ayran işini de çözdüm. Ailedeki gençlere “Pideleri ayranları masalara dağıtın” dedim.
Yemekler geldikten yarım saat sonra ortam cenaze evi olmaktan çıkıp kıraathaneye dönüverdi. Dedikodular, siyaset ve futbol muhabbetleri, bıyık altı gülmeler… Birinin beni yanına çağırıp “Başka pide var mı?” demesiyle tepem attı. Hastanede başlayan, cenaze evine kadar süren soğukkanlı ve sakin kalma çabam son buldu, sabrım tükendi. Belki yapmamam gerekirdi ama küçücük bir çocuğun cenazesine sadece yemek için gelmiş gibi davranan hadsize haddini bildirmek zorunda hissettim. Ben de ailendendim, o çocuğun her anına ben de şahit olmuştum ve gerçekten canım çok yanıyordu.
Artık bu gelenekten vazgeçmek gerekiyor. Cenazede, destek olunur, acı paylaşılır, yardımcı olunur. Cenaze evleri yemekhane değildir.
* * * * *
CENAZE EVİNDE İKRAM KÜLTÜRÜ NEREDEN GELİYOR?
Yukarıdaki anlatılarda da görüleceği üzere cenaze evlerinin ziyaret edilmesinin asıl amacı acıyı paylaşmak olsa da bazen bu ziyaretler ya da yerine getirilmesi gereken adetler amacından sapabiliyor hatta iz bırakan acılara dönüşebiliyor.
Peki cenaze evlerinde yemek ikramının geçmişi nereye kadar uzanıyor? Sosyolog-Sosyal Psikolog Doç. Dr. Ahu Özmen Akalın, "Aslında bizim kültürümüzde çok eskiye dayanıyor" cevabını verdi ve şöyle anlattı:
"Ölen kişi için yemek vermek, eski Türklerden kalma bir gelenek olarak biliniyor. Hatta bu durum 'aş vermek' olarak tanımlanıyor. Zaman içerisinde bu adetler dini inançlara ve kültürlere yerleşiyor. Kişiyi defnettikten sonra, cenazeye gelenlere, tüm yakınlara evde yemek veriliyor. Bu yemeklerin amaçlarından biri, tüm gün cenaze işlemleri ile uğraşan insanların yemek yemediklerini farz ederek, onlara bir akşam yemeği sunmak olarak yorumlanıyor. Daha sosyolojik olan bir diğer işlev ise daha önce de belirttiğimiz gibi, yemek sofrası etrafında bir arada olarak acıyı paylaşmak."
'EL ALEM NE DER?' DÜŞÜNCESİ ÇOK HÂKİM
Cenaze evlerinde ikram edilen yemeklerin son dönemlerde "Ayıp olur" düşüncesi ile abartılabildiğinden bahseden Doç. Dr. Akalın, "Bizim kültürümüzde 'El alem ne der? Konu komşuya rezil olmayalım' düşünceleri çok hâkim. Bu durumun topluluk halinde yaşayan, çevresine bağlı ve hatta bağımlı toplumsal yapılarda daha baskın olduğunu görüyoruz" ifadelerini kullandı ve ekledi:
"Kişiler kendilerinden çok, etrafın ne düşüneceği üzerine odaklı. 'Ayıp oldu', 'Ayıp olmasın' sözlerini bizim toplumumuzda çok sık duyuyoruz. Haliyle, ikram meselesinin bizim kültürümüzde kutsal sayılacak bir yeri var. Her ne kadar bahsettiğimiz cenaze evlerindeki yemek ikramı olsa da bazen ikramın güzel ve zengin olması yasın önüne geçebiliyor. Hatta şu noktayı da belirtmekte fayda var: Cenaze evindeki yemeklerin yakınlar tarafından desteklenmesi, her şeyin cenaze sahipleri tarafından yapılmaması gerekiyor. Aslında bu desteğin çoğu cenaze evinde olduğunu da görüyoruz."
TAZİYE DİYE YEMEĞE GİDENLER...
Bir de cenaze evlerine sanki sadece yemek ve sohbet için gitmiş gibi davrananlar var. Doç. Dr. Ahu Özmen Akalın, bunun sebebinin aşırı bireysellik olduğunu söyledi: "Yakınını kaybeden kişilerin acısını paylaşmaktan ziyade, sadece yemek yemek için cenaze evine gidenler olabiliyor. Bu durum bireysel bir davranışa giriyor. Tabii ki acı olan yerde önemli olan o acıyı, duyguyu paylaşmak. Fakat günümüz toplumları aşırı bireyselliğe kaydığı için, bu tip davranışlar şaşırtıcı olmuyor."
Yakınlarını kaybetmiş insanların acısını azaltmak, onlara destek olmak için neler yapılabileceğinden de bahseden Akalın, "Bir arada olmak çok önemli. Yakınını kaybeden kişi ya da kişilerle zaman geçirmek en önemli destek. Cenaze yemekleri konusunda eleştirilen bazı noktaların olduğunu görüyoruz. Örneğin, 'Ayıp olmasın, ikramın en iyisini yapalım' düşüncesiyle cenaze sahiplerinin çok fazla masraf ettiği, hatta sırf bunun için kredi bile çektikleri görülüyor. Çok fazla abartıya kaçmadan, yalın bir ikramla, acı elbet paylaşılabilir" diye konuştu.