Razi CANİKLİGİL / NEW YORK
Oluşturulma Tarihi: Eylül 10, 2010 00:00
Hayır. Ben çok küçükken evimizin karşısında Müşerref Abla dediğimiz bir komşumuz otururdu. Benim arkama vurmuştu, ben de küfür etmiştim. Babam akşam işten geldiğinde, Müşerref Abla beni şikayet etti. Babam da beni alıp, beşik asmak için kullanılan iple ayaklarımı bağladı ve asacağını söyleyerek tehdit etti. Sonradan dayım gelip beni kurtardı.
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, dünyaca ünlü Amerikan gazetesi Wall Street Journal’a verdiği röportajda siyasetin yanı sıra çocukluk ve gençlik yıllarını anlattı. Gazetenin küfür etmeyi bir komşusundan öğrendiğini ve babasının da ceza olarak kendisini iple koltuk altlarından bağlayarak astığını hatırlatması üzerine Erdoğan, şunları söyledi: “Hayır. Ben çok küçükken evimizin karşısında Müşerref abla dediğimiz bir komşumuz otururdu. O zamanlar komşuluk ilişkileri farklıydı. Şimdi tam olarak nasıldı hatırlamıyorum ama o benim arkama vurmuştu, ben de küfür etmiştim. Babama ‘Kaptan amca’ derlerdi. Babam akşam işten geldiğinde, Müşerref abla beni şikayet etti. Babam da beni alıp, beşik asmak için kullanılan iple bağladı ama asmadı. Sadece ayaklarımı bağladı ve asacağını söyleyerek tehdit etti. Sonradan dayım gelip beni kurtardı.”
Lisede ‘hoca’ derlerdiWSJ: İlkokulda dua bildiğiniz için çocukların size hoca dedikleri, bir keresinde öğretmeninizin namaz kılmanız için gazete verdiği ancak sizin gazetenin üzerinde resim olduğu için bunu reddettiğiniz doğru mu?
Erdoğan: Hayır yanlış. Kısmen doğru ama... Beşinci sınıfta müdürümüz din dersine girerdi. Birgün sınıfta, kim namaz kılacak diye sordu. Kimse çıkmayınca, ben kılarım dedim. Bunun üzerine beni tahtaya kaldırdı. Yere gazete açtı. Ama ben, resim olduğu için gazete üzerinde namaz kılmayı reddedince, üzerine masa örtüsü yaydı. Ben diğer öğrencilere namazda neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretirdim. Hoca lakabı, lise yıllarımda başladı.
Ya sakal ya istifaWSJ: 1980 darbesinden sonra, futbol oynadığınız İETT takımının başkanlığına bir albay getirilmişti. Siz o dönemde sakallıydınız ve başkan, “Sakallı kimse top oynayamaz” demişti. Siz de ayrılmıştınız.
Erdoğan: Bu da yanlış. Darbeden sonra bir albay futbol takımının değil, tüm İETT’nin başına getirilmişti. Sadece futbol takımında değil, tüm İETT bünyesinde kimsenin sakal bırakmasına izin vermemişti. Herkes, sakalını bıyığını kesti, sakallı bir ben kaldım. Bana “Sakal ya da istifa” dedi. Ben de istifa ederek bu uygulamayı protesto ettim.
Pera benim bölgemdi
WSJ: Kasımpaşa, barların ve gece kulüplerinin merkezi Pera’nın daha aşağısında bulunan bir semt. Gençken Pera’ya gidermiydiniz. O dönemde ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Erdoğan: Elbette Pera hayatı yaşamadım. Pera’yı bilirim. Orası benim bölgemdi. Futbol oynadıktan sonra benim eve dönüş yolum üzerindedir. Pera ne anlama gelir, o farklı bir konu. Bölgenin gece yaşamından mı yoksa coğrafyasından mı söz ediyorsunuz? Eğer gece yaşamından söz ediyorsanız, o yaşamın bir parçası değilim. Ama o yaşamdan gelen arkadaşlarım var.
WSJ: Bir genç olarak ne düşünürdünüz. Çünkü alkol alıyor, farklı giyiniyor ve farklı yaşıyorlardı.
Erdoğan: Hayır, farklı giyinmiyorlardı. Ama eğleniyor, alkol alıyorlardı. Ancak bunlar bizim yaşam tarzı farkımızdı. Biz o dönemde muhafazakar bir yaşam sürerdik ve ben de yaşamımla oradaydım. Ama dediğim gibi, onların arasından da arkadaşlarım vardı. Birbirimizi tanırdık. En azından birbirimize saygı açısından bir sorunumuz olmadı.
2 ağabeyimiz öldürüldüWSJ: 1970’li yıllarda iki arkadaşınızı Mustafa Bilgi ve Sedat Yenigün’ü siyasi çatışmalarda kaybettiniz. İkisi de öldürülmüştü. Bu olayın üzerinizdeki etkisi ne oldu?
Erdoğan: Elbette; Mustafa Bilgi bizim İmam Hatip’ten abimizdi. Çok başarılı ve çalışkan bir öğrenciydi. MTTB başkanıydı. Maalesef MTTB’deki odasına atılan bir bombayla şehid edildi. Aynı şekilde Sedat Yenigün de başarılı bir öğretmendi. Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. İkisi de rol modeldi. Vatana büyük bir sevgi duyuyorlardı. Benim çok sevdiğim ve saygı duyduğum abilerimdi. Allah gani gani rahmet eylesin. Ve ne Mustafa Bilgi ne de Sedat Yenigün silahlı eylemlerde yer almıştı.
Laik Türkiye’nin dindar başbakanıBAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Wall Street Journal (WSJ) gazetesine verdiği özel röportajda laiklik ve AB’ye bakışı konularında da çarpıcı açıklamalarda bulundu. Erdoğan, gazetenin laiklik ile ilgili bir sorusuna, bir kimsenin aynı anda hem Müslüman hem laik olamayacağı yolundaki görüşünün değişmediğini ve aynı olduğunu söyledi.
WSJ: 1990’lı yıllardaki konuşmalarda söylediğiniz bazı şeyleri muhtemelen bugün tekrarlamazsınız. Türkiye AB üyesi olmamalı söyleminiz, NATO’ya karşı olmanız, “Şeriatçıyım” ve “Müslüman ve laik olunmaz” demeniz. 90’lı yılların ortalarından sonuna doğru, dramatik bir şekilde değiştiniz. Niye ve ne zaman değiştiğinizi anlatır mısınız?
Erdoğan: Tabii ki... Bizim bir kimse aynı anda hem Müslüman hem de laik olamaz bakışımız aynı ve hiçbir şey değişmedi. Çünkü İslam bir din, laiklik ise bir din değildir. Bir kimse laik olamaz. Devlet laik olur. Bir kimse dindar veya Müslüman olabilir. Bu iki şeyi karıştırmamalıyız. Şu anda dindar bir Müslüman başbakan olarak, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı ve onun savunucusuyum. Bu sözleri geçmişte başka liderlerde söyledi. Eski cumhurbaşkanı olan Özal ve Demirel’e baktığınızda, aynı açıklamaları görürsünüz. Ben söylediğim zaman tartışma yaratıyor. Diğer konuya gelince... 1970’lerde AB’ye karşıydım. Neden, çünkü o dönemde birliğe sadece bir pazar olacağımız, AB’nin de satıcı olacağı tezi vardı. Ancak sonraki gelişmeler bizi başka bir noktaya taşıdı. Eğer siz sadece pazar durumundan kurtulabilmeyi başarırsanız, buna gücünüz yeterse, o zaman AB sizi daha güçlü yapar. O dönemde AB değil, Avrupa Ekonomik Birliği vardı. Sonradan siyasi ve sosyal birliğe dönüştü. Sadece ekonomik birlik olmaktan vazgeçip, ekonomik, sosyal ve siyasi görünüşü olan birliğe dönüştü. Şimdi onun vazifesi değişik, şartları değişik.