Güncelleme Tarihi:
Nilgün Belgün, nikah memuru bir anne ile banka müdürü bir babanın tek çocuğu olarak Büyükada’da dünyaya geldi. Hem varlıklı hem de çok kültürlü bir aileydi. Tüccar dede ile Rum babaannenin oğlu olan babası 1950’li yıllarda Heybeliada’da yedek subay olarak askerliğini yaparken annesiyle ada vapurunda tanışıp evlenmişti. Sonra da annesinin görev yeri olan Büyükada’ya yerleşmişlerdi. Nilgün Belgün de bu romantik ortamda, adanın Müslüman, Rum, Ermeni ve Musevi kültür mozaiğinde çok hoş bir çocukluk geçirdi. Üçüncü sınıftayken İstanbul’a taşındılar. Babası, tek kız çocuğunun doktor, avukat veya mühendis olmasını istiyordu. Ancak küçük Nilgün babasıyla aynı fikirde değildi. Onun hayallerini süsleyen başka bir meslek vardı; oyunculuk! Belgün, tiyatronun hayatına nasıl girdiğini, “Annemin beni İstanbul’da götürdüğü oyunlarda kadın karakterlerden etkilendim ve ortaokuldan itibaren de kendimi en iyi ifade edeceğim yerin tiyatro sahnesi olduğuna karar verdim” diye anlatıyor.
‘PİYANO HOCAM ‘BUNDAN OLMAZ’ DEDİ’
Bir diğer merakı da müzikti. Odasının duvarları dönemin yıldızları Beatles, Animals, Adamo posterleriyle kaplıydı. Konserleri de kaçırmaz, annesine kendisini götürmesi için yalvarırdı. Babası bu merakını bildiğinden, eve güzel bir Steinway piyano alınmıştı. Bir de hoca tutulmuştu. Fakat hoca ile öğrencinin arasında ufak bir tını uyumsuzluğu vardı! Belgün gülerek açıklıyor: “Ermeni madam geliyor, ‘Do basacaksın, si basacaksın!’ diye bana klasik Batı müziği çaldırıyordu; Beethoven, Mozart… O kapıdan çıkar çıkmaz ben ‘Gözleri aşka güleeen taze söğüt dalısın, gözleri aşka güleeeen, gel bana her gece sen..’ diye kendi sevdiğim müziği çalmaya başlıyordum! Madam bir gün duymuş. Anneme, ‘Bundan olmaz, beni hiç yormayın!’ demiş. Ailede hiç sanatçı olmamasına rağmen sanat ve müziğe müthiş bir eğilim ve hayranlığım vardı.”
‘GEL BURAYA NİLGÜNİMU’
Sonunda annesine açıldı. Annesi, kızına yalnızca şu tavsiyede bulundu: “Tamam ama en iyi eğitimi almak için konservatuvara gideceksin. Ayrıca yetenekli misin acaba? İmtihanlara gir bak bakalım…” Yetenekliydi; sınava girdi ve İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın hem şan hem de tiyatro bölümlerine kabul edildi. Şimdi önünde daha zorlu bir engel vardı; kızının avukat veya doktor olmasını isteyen babası… Belgün, “Modern bir aileydik ama ailede oyuncu yoktu” diye anlatıyor: “Rum babaannem, ‘Gel buraya Nilgünimu!’ diye beni yanına çağırdı. Tatlı şivesiyle ‘Baban söyledi ki, sen oyuncu olacakmışsın. Oyuncu olacaksın da napacaksin!” dedi. Ona ‘Babaanneciğim ben komedyen olmak, insanları güldürmek istiyorum’ dedim. Bana, ‘Hayde vre! Tak koluna zengin bir koca, git onlar seni güldürsün, sen niye onları güldüreceksin!’ dedi. Babam evi terk etti. Anneme ‘Benim yüzümden kocasız kalma, ben vazgeçeyim’ dedim ama annem ‘Çocuğu konservatuvarı kazandı diye insan evi terk etmez. Üç gün sonra gelir’ dedi. Gerçekten de geldi.”
“Babaannemle dedem hep çok şıktı. Hele ki o yıllarda tiyatroya giderken! Beni de dedem altı yaşımdayken beyaz kürküm, kürkümle takım çantam, şapkamla Beyoğlu’na götürmüştü. Oynadığım Rum karakterlerin konuşmalarını babaannemin şivesinden yola çıkarak oynuyorum. Yabancı Damat dizisindeki ‘Katina’yı babaannemi gözümde canlandırarak oynadım...”
‘İLK DEFA OTOBÜSE BİNDİM’
Baba eve döndükten sonra annesi 17 yaşındaki Nilgün Belgün’ü bizzat elinden tutup okulun olduğu Cağaloğlu’na götürdü. Hayallerindeki mesleğe giden yol, pek çok şaşırtıcı yenilikle tanışmasına da vesile oldu. Bunlar neler mi? Öncelikle toplu taşıma! Belgün anlatıyor: “Ailenin tek kızı olduğumdan kolay kolay bir yere yalnız gitmezdim. Nişantaşı’nda otururduk. Annem tek başıma genç kız taksilere binmeyeyim diye özellikle otobüsü öğretti; daha önce hiç binmemiştim! Babamın arabası vardı ya da taksi kullanırdık. Benim bildiğim yerler Büyükada, Nişantaşı, Şişli ve Tarabya’ydı. Sultanahmet’i, Beyazıt’ı, Karaköy taraflarını hiç bilmiyordum. Şimdiki gibi değildi, çok daha otantikti.”
DANS KRALİÇELİĞİNDEN PERA GECELERİNE
Konservatuvarda tanıştığı yeni dünya sadece muhit ve sahne ile sınırlı değildi… Belgün, kendi çevresinden çok farklı insanlarla aynı sınıfları paylaşmaya başlamıştı. “Çok sıcak bir ilişkimiz oldu” diye anlatıyor: “Her şey daha doğaldı. Gül Onat ve Mehmet Birkiye sınıf arkadaşlarımdı. Fatih Erkoç yandaki sınıftaydı. Bu arada Abdullah Şahin’le tanıştım. Birbirimizi sevdik ve evlendik. 1970’lerde Beyoğlu müthiş bir yerdi. Orada yürümek, İnci Pastanesi’nde profiterol yemek harikaydı. Bir akşam Sıraselviler’deki meşhur ‘Kulüp 12’ye gitmiştik. O zamana kadar gittiğim tek kulüp, Büyükada’da ailemin üyesi olduğu ve hep kendi çevremizin geldiği, dans kraliçesi seçildiğim Anadolu Kulübü’ydü! Kulüp 12’de, adından anlaşılacağı gibi eğlence gece 12’den sonra başlayıp sabaha kadar sürerdi. Ben de gece 1’e kadar izin almıştım ama o kadar eğlenmiştik ki gece 2’de eve gelince büyük bir ceza almıştım…”
YILDIZ KENTER İLE KARŞILAŞMA: ‘ÇIK SAHNEYE CANİKO, İN SAHNEDEN CANİKO!’
Peki Cağaloğlu’ndaki okulunun ilk günü nasıldı? Belgün şöyle anlatıyor: “Hocam Yıldız Kenter’di. İlk gün okula son derece şık gittim. Boya küpünden çıkmış gibi makyajlı, frapan! Yıldız Hoca ‘Çık sahneye caniko!’ dedi. Ben kırıtarak çıktım sahneye. Bunun üzerine ‘İn caniko, kırıtmadan yeniden çık” dedi. Tiyatronun bir yaşam biçimi olduğunu, disiplinin daha önemli olduğunu, süslü giyinmekle ilgisi olmadığını orada öğrendim. Hangi aileden gelirsen gel, nasıl görünürsen görün, er meydanında oyunculuğunu göstermek zorundasın.”
‘EN UNUTULMAZ DERS: AŞK!’
“Yıldız Hoca aşkı çok severdi. Mesleğini de aşkla yapardı. Ondan aşkın ne kadar ulvi bir duygu olduğunu öğrendim. Ben de aşkla yaşamanın güzelliğine inanıyorum. Gençlere mutlaka sevdikleri işi yapmalarını tavsiye ederim. Sevdiğin iş seni ömür boyu mutlu ediyor. Pişmanlığım, keşkem yok. Benim mucizem cesaret ve özgüvenim.”
‘BABAM OYUNA GELDİ, BİR KERE BİLE GÜLMEDİ!’
Peki 17 yaşındayken ona “Oyuncu olacaksın da napacaksin!” diyen babaanne ve babası Nilgün Hanım’ı sahnede izlemişler mi hiç? Gülerek yanıtlıyor: “Devekuşu Kabare’de oyunlarımdan birine annemle babamı davet ettim. Babam bütün oyun boyunca bir kere bile gülmedi. Oysa ortalık yıkılıyor, herkes gülmekten yerlere yatıyor! Perde kapandı, kulise girdik. Zeki Alasya, ‘Bu öndeki suratsız kimin davetlisi? Adam oyunun içine etti be! Komedi oynuyorum, gözüm takılıyor, hiç gülmüyor’ diye isyan etti! Babam olduğunu söyleyince benim için üzüldüler (gülüyor)… Yıllar sonra alıştı. Ne zaman ki ünlü oldum, o zaman mutlu oldu. Babaannem de gelirdi oyunlara. Zaten canlandırdığım Rum karakterler onu yansıtırdı. Çok beğenirdi.”
HAYRANI OLDUĞU İSİMLERLE YAN YANA
Nilgün Belgün bundan sonra tiyatroların aranılan ismi oldu… Devekuşu Kabare’nin ardından beş yıl Ali Poyrazoğlu ile, ardından beş yıla yakın Levent Kırca-Oya Başar’ın sahnesini paylaştı. Küçükken annesinin onu götürdüğü oyunlarda hayranlıkla izlediği Haldun Dormen’in tiyatrosunda tam 10 yıl, hayranı olduğu Haldun Dormen ve Metin Serezli ile oynadı. Belgün, “Bizim dönemimizde ‘şöhret olmak’ diye bir şey yoktu. Önemli olan iyi oyuncu olmaktı. Ne zaman ki Müjdat Gezen ve Sayın Türker İnanoğlu bana ‘Darbukatör Bayram’ dizisinde ‘Gülpembe’ rolünü teklif etti, o zaman ünlü oldum. 38 yaşındaydım. Sonra başka projeler oldu; Matruşka piyesi, Yabancı Damat… Son yedi yıldır da hayatımı anlattığım ve kapalı gişe oynadığım ‘Aşk ve Komedi’ oyunum var.”