Güncelleme Tarihi:
Kimi belá okumuş kimi de küfretmişti
Görev süresinin uzatılmamasını ‘‘Bu da geçer yahu’’ ve ‘‘Beni aldattılar’’ sözleriyle değerlendiren babanın bu ifadeleri tahttan indirilen sultanların söylediklerinin yanında pek nazik kaldı. Meselá Sultan İbrahim devrildiğini bildirmeye gelenlere ‘‘Bre hainler, bre pezevenkler! Ben sizi altınla beslememiş miydim?’’ diye bağırmış, İkinci Abdülhamid ise ‘‘Allah düşmanlarımı kahretsin’’ demişti
Baba, Meclis'teki oylamayı iki ayrı cümleyle yorumladı: ‘‘Bu da geçer’’ ve ‘‘Beni aldattılar’’ sözleriyle.
Demirel'in tarihlere geçecek olan bu sözleri bana eski zaman hükümdarlarının tahtı terketmek zorunda bırakıldıkları zaman söylediklerini hatırlattı. Hükümdarlık gerçi beş yahut yedi yıllığına değil hayat boyu oturulan bir makamdı, o makamdan gönül rızasıyla inenler nadir de olsa vardı ama araya genellikle darbe yahut isyan gibisinden kesintiler girer ve tahtın sahibine de iktidarı bırakıp gitmek düşerdi. Kimisi ‘‘İláhi takdir böyleymiş’’ deyip tahtını sessiz sadasız terkeder ama ‘‘Gitmem de gitmem’’ diyenleri de çıkar, bunlar zorla götürülür ve hatta canlarından bile edilirlerdi.
Meselá İkinci Murad... 1444'te 23 yıllık iktidarının zirvesindeyken zamanın başkenti Edirne'den sıkıldı, tahtını o sırada 12 yaşında olan oğlu Mehmed'e terketti ve gidip Manisa'daki mükellef sarayına çekildi. Avrupa'da toparlanan Haçlı ordusunun ilerlemesi üzerine oğlunun gönderdiği ‘‘Eğer padişah sen ise gel devletinin başına geç, ama hükümdar ben isem sana iktidarı almanı emrediyorum’’ mealindeki meşhur mektubu alınca tahta istemeye istemeye yeniden oturdu. Haçlı ordusunu Varna'da tepeledikten sonra tekrar Manisa'ya dönmeye niyetlendiyse de devlet erkánının yalvarıp yakarması üzerine yedi yıl daha padişahlık etti. Oğlu Mehmed onun 1451'de dünyadan ayrılması üzerine ikinci defa hükümdar olacak ve tarihlere ‘‘Fatih’’ unvanıyla geçecekti.
İktidarın yaygara ve rezaletle bırakılmasının örneğini ise Sultan İbrahim verdi. Onun saltanat yılları, imparatorluğun en bahtsız devirlerindendi. Toprak kayıpları, rüşvet, isyanlar ve mali bunalım hep biraradaydı. 1648'in 8 Ağustos'unda tahttan indirildi ve yerine yedi yaşındaki oğlu Mehmed getirildi. Sabık sultanın kararı bildirmek için gelen heyete ilk sözü ‘‘Bre hainler! Bre pezevenkler!’’ oldu, sonra ağıza alınmaz küfürler etti. Hakaretlerine heyettekilerden birinin ‘‘Dinin emirlerine kayıtsız kaldın, rüşveti yaydın, memleketin başına zalimleri musallat ettin, devletin hazinesini bile soydun, her yer senin yüzünden harap oldu’’ demesi üzerine son verdi. İki cariyesiyle beraber sarayın bir odasına hapsedildi, odanın kapısına duvar örüldü ve duvarda sadece yemek verilebilecek kadar bir delik bırakıldı. Kapatıldığı odada sadece on gün yaşadı ve 18 Ağustos günü yağlı kemendle boğduruldu. Ölmeden önceki son sözleri ‘‘Bana sizler için 'Bu dinsiz herifleri tepele' diyenleri dinlememiştim. Meğer siz beni öldürecekmişsiniz pezevenkler’’ oldu.
İşte iktidarlarını yani tahtlarını terketmek zorunda bırakılan bazı padişahların devrildikleri öğrendikleri sırada söyledikleri ve tarihe geçen sözleri...
Devrildikten sonra neler demişlerdi
Osmanlı döneminde devrildiğini öğrenip ve hapsin yolunu tutan hemen her padişahın tepkisi birbirinden farklıydı. Haberi alan hükümdarların kimisi sarayı sakin bir şekilde devletin bekası dualarıyla terkederken kimisi de darbeyi ağza alınmaz küfürlerle karşılamış, haberi getirenlere hakaretler ve bazan da beduualar yağdırmıştı.
İKİNCİ BAYEZİD: ‘‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun’’ (Tahtı bırakmaya mecbur edildiği 24 Nisan 1512 günü oğlu Yavuz Selim'e ettiği beddua).
GENÇ OSMAN: ‘‘Gençlik belásı ile münafık sözüne uydum. Beni yeniden istemez misiniz?’’ (19 Mayıs 1622'de kendisini tahtından indirip bir at arabasıyla Yedikule zindanlarına götüren yeniçerilerden ricası)
SULTAN İBRAHİM: ‘‘Bre hainler, bre pezevenkler!’’ (1648'in 8 Ağustos'unda tahttan indirildiğini bildirmek için gelen heyete ettiği küfürler)
ÜÇÜNCÜ AHMED: ‘‘Oğlum, işte benim ákıbetim! Devleti vezirlerin eline bırakma. Bırakırsan böyle olur’’ (Patrona Halil isyanının çıkması üzerine 1730'un 1 Ekim'inde tahttan feragat etmesinden hemen sonra yerine geçen yeğeni Birinci Mahmud'a söylediği söz)
ÜÇÜNCÜ SELİM: ‘‘Allah'ın takdiri böyle imiş. Yerime Mustafa'yı çıkartın. Taht kendisine mübarek olsun’’ (İstanbul'u kasıp kavuran Kabakçı isyanı neticesinde 29 Mayıs 1807 günü tahttan indirilirken yanındakilere söyledikleri)
DÖRDÜNCÜ MUSTAFA: ‘‘Ben tahttan inmedim ki!.. Mahmud'u da kim çıkarmış?’’ (28 Temmuz 1808'de yerine İkinci Mahmud'un getirildiğini öğrenince yanında bulunanlara sorduğu soru)
SULTAN ABDÜLAZİZ: ‘‘Bir parça zehir bulamaz mısınız? Benim hayatım artık fitne yaratmaktan başka işe yaramaz’’ (1876'nın 30 Mayıs'ında askeri bir darbeyle tahtından olmasından hemen sonraki sözleri)
İKİNCİ ABDÜLHAMİD: ‘‘Allah düşmanlarımı kahretsin’’ (27 Nisan 1909 günü, Meclis kararıyla tahtıntan indirildiğini ve artık hükümdar olmadığını tebliğe gelen heyete söyledikleri)
‘‘Bu da geçer Yáhû’’ Bizans’tan da geçmişti
Baba’nın görev süresinin uzatılmasının Meclis tarafından reddinden sonra söylediği ‘Bu da geçer Yáhû’ sözünün bugüne Bizans döneminden gelen ve Ortadoğu’da hemen her dile giren bir kavram olduğunu bilir miydiniz?
Hürriyet'in geçen Cuma günkü manşeti Cumhurbaşkanı Demirel'in bir sözüydü: Baba, görev süresinin Meclis'te uzatılmaması üzerine ‘‘Bu da geçer’’ demişti.
Bazı yazarların bu sözü Demirel'e máledip ‘‘Baba'nın hayat felsefesi böyledir’’ dediklerini görünce ‘‘Bu da geçer’’ kavramının ne olduğunu ve nereden geldiğini anlatayım dedim:
‘‘Bu da geçer’’ sözü asırlar öncesinden gelen ve tasavvufta da kullanılan bir deyimdir ve aslı ‘‘Bu da geçer Yáhû’’ şeklindedir. ‘‘İyilik de, kötülük de zamanla geçip gider ama o iş ve işi yapan kişi veya kişiler işin niteliğine göre hoş yahut fena şekilde hatırlanırlar’’ mánasına gelir. Cümlenin son kelimesi olan ‘‘Yáhû’’ sözü ‘‘Yá Allah’’ demektir ve dolayısıyla ‘‘Bu da geçer’’ ifadesiyle Allah'a hitap edilmektedir.
Kavram aslında tarih boyunca bütün Ortadoğu'da kullanılmış ve başka dillerde de söylenegelmiştir. Meselá Anadolu Rumları arasında ‘‘K'afto taperasi’’ olmuş, İranlılar ‘‘İn nîz bogzered’’ demişlerdir. Asırlar boyunca hemen her hattat cümlenin Türkçesini yahut Farsçasını defalarca yazmışlar ve bu kalıp hat sanatımızın en meşhur kalıplarından sayılmıştır.
İşte bu eserlerden bende bulunan bir örnek: Türk hat sanatının en büyük isimlerinden olan İsmail Hakkı Altunbezer'in kaleminden çıkma ‘‘Bu da geçer Yáhû’’ yazılı bir levha.
CEM BEY'İN ŞİİRİ: Edebiyat álimi Dr. Cem Dilçin'in geçen hafta yazdığım ‘‘Mecnunname’’sini bazı okuyucularım her nedense yanlış anlamış ve şiiri ‘‘Baba’’ için kaleme alınmış bir yağcılık örneği zannetmişler.
Tepkiler Cem Bey'i de bir hayli rahatsız etmiş olacak ki, yayınlamam için gönderdiği açıklamada ‘‘Bu şiir látife türündedir ve tamamı 1001 beyit olan 'Mecnunname' adlı mesnevinin çok küçük bir bölümüdür. 1997'de yayınlanan Mecnunname'nin konusunun sayın Demirel'le doğrudan bir ilgisi yoktur. Eser, divan şiirinin büyük üstadı Fuzuli'nin Leylá ve Mecnun adlı aşk hikáyesinde geçen olayların günümüze uyarlanarak o yüzyılların Türkçesiyle látife türünde yazılmış bir benzeridir’’ diyor.
Gayet zarif ve nazik bir zat olan Cem Bey, bu akademik cümlelerle şöyle demek istiyor: ‘‘Bu şiir mizahi bir eserdir, Baba'ya yağcılık etmekle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur, asırlar öncesinin diliyle ve üslubuyla kaleme alınmış bir şakadan ibarettir. Mısraları bir daha okuyun ve okurken de bir zahmet içindeki espri unsurunu anlamaya çalışın’’.
‘‘Cem Dilçin nasıl böyle bir şiir yazabilir?’’ veya ‘‘Baba hakkında ben de şiirler döktürdüm, bunları da yayınlayın’’ diyenlerin dikkatlerine sunulur.