Güncelleme Tarihi:
İddianamede, “Azınlıklar ve Kültürel Haklar” raporundaki azınlıklar yönünden ileri sürülen taleplerle Türkiye'yi işgal altına sokan Sevr Antlaşması'nın azınlık hükümlerinin büyük benzerlikler gösterdiği belirtildi. İddianamede, “Böyle bir benzerlik karşısında Sevr paranoyasına kapılmanın, yadırganacak bir yönü olmaması gerekir” denildi.
Edinilen bilgiye göre, Ankara Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan, konuya ilişkin soruşturmasını tamamlayarak, asliye ceza mahkemesinde dava açtı.
İddianamede, Prof. Dr. Oran'ın başkanı olduğu Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Alt Komisyonu tarafından hazırlanan “Azınlıklar ve Kültürel Haklar” raporunda “azınlığın etnik, dilsel ve dinsel olmak üzere 3 türlü olduğu, Türkiye'nin Lozan'da bunları kabul etmediği, tanım ve haklardaki gelişme karşısında sıkıntılarla karşı karşıya kalındığı” değerlendirmelerinin yer aldığı anlatıldı. iddianamede, Lozan Antlaşması'ndaki “Azınlıkların Korunması” başlığına göre, Türkiye'deki azınlıkların Müslüman olmayan vatandaşlar olduğu kaydedildi. İddianamede, azınlık tanımının, Yunanistan'daki Müslümanlara tanınacak haklar bakımından da karşılıklılık esasına dayandığı ifade edildi.
“AZINLIK, FRANSIZ HUKUKUNA YABANCI”
İddianamede, azınlık kavramı yönünden Fransa ve İspanya'daki uygulamalar örnek gösterildi. Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa Komisyonu'nun, Fransa'yı, ”Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” ile “Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı”nı imzalaması konusunda uyardığı hatırlatılan iddianamede, çerçeve sözleşmeyi imzalamayan tek AB ülkesi olan Fransa'nın, “Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Etnik köken, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın tüm vatandaşlar, yasalar önünde eşittir. Azınlık, Fransız hukukuna yabancıdır. Kolektif haklar tanınması, ülkenin üzerinde kurulduğu bölünmezlik, eşitlik ve birlik ilkelerine aykırıdır” yanıtı verdiğine dikkat çekildi.
İddianamede, Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlık kavramı dışında yeni bir azınlık tanımı ve uygulaması yaratılmasının kaosa yol açacağı vurgulanarak, “içinde birçok etnik grup bulunan devletin üniter yapısını, ülkenin bütünlüğünü ve milletin bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşürecek sonuca neden olacağı” ifade edildi.
İddianamede, “Raporda 'milletin bütünlüğü' kavramının, batılıya son derece ters olduğu ifade edilmiştir. Oysa 1978 tarihli İspanya Anayasası da 'milletin bölünmezliği' ilkesine yer vermiştir. Azınlıkları korumak adı altında devletin varlığını oluşturan temel ilkelerin kaldırılmasını istemenin, bütünlüğü bozacağı ve böyle bir ilkenin varlığının batılılar tarafından anlaşılmakta zorluk çıkarmayacağı ortadadır” görüşüne yer verildi.
“FRANSALI DEĞİL, FRANSIZ”
Raporda, “Türklük yerine Türkiyelilik” kavramının önerildiği hatırlatılan iddianamede, şöyle devam edildi:
“Burada kullanılan 'Türk' kelimesi etnik-sosyolojik bir anlamda değildir. Hukuki anlamda, etnik kökeni ne olursa olsun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsamaktadır. Nitekim bugün İngiltere Devleti vatandaşına İngiltereli değil 'İngiliz', Almanya Devleti vatandaşına Almanyalı değil 'Alman', İspanya Devleti vatandaşına İspanyalı değil 'İspanyol' ya da Fransa Devleti vatandaşına Fransalı değil, 'Fransız' denilmektedir. Bu ülkelerde tek bir ırk yaşamamaktadır. Örneğin, Fransa milletini yani Fransa'yı oluşturan etnik unsurlar Kelt, Flaman, Alzas, Katalan, Bask, Bröton, Normanlar ve başka ırklardan oluşmaktadır. Buradaki bir Fransız vatandaşının 'Je suis Français' derken Fransız olduğunu söylemesi, sorun yaratmazken, bir Türk vatandaşının 'Türkiyeli' olduğunu söylemesini istemenin nedeni nedir, ya da bunu söylemesinin beklenmesi yerinde midir?
Raporda, 'Türk' yerine, toprak esas alınarak 'Türkiyeli' denilmesi önerilirken, aslında ülkenin adının yani Türkiye isminin de etnik bir çağrışım yaptığı fark edilmemiş midir, yoksa henüz böyle bir uyarı için erken midir?”
“ORAN, 'İHLAL VAR' DEMEMİŞTİ”
Raporu hazırlayan Prof. Dr. Oran'ın 1994 yılında yazdığı ”Küreselleşme ve Azınlıklar” isimli makalesi ile “Türk-Yunan ilişkilerinde Batı Trakya Sorunu” adlı kitabında, Türkiye'de sadece Müslüman olmayan azınlık bulunduğu ve Lozan Antlaşması'nın azınlıklara ilişkin 37-45. maddelerinin yalnız bu azınlıklara uygulanmasında ihlal olmadığı görüşlerine yer verdiği anlatıldı.
Raporda Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye'de demokrasinin zedelenmesine neden olduğunun savunulduğu anlatılan iddianamede, ”Anayasa Mahkemesi, pek çok kararıyla Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin yolunu açan çağdaş yorumlarda bulunmuştur” denildi.
“DEVLETİN İTİRAFI HAVASI”
İddianamede, raporun oylanması için toplantı yeter sayısının 40 olması gerektiği buna karşılık oylamanın yapıldığı 1 Ekim 2004 tarihli toplantıya ise 33 üyenin katıldığı belirtildi. İddianamede, raporun, toplantı yeter sayısına ulaşılamadan, sadece karar yeter sayısı olan 21 üyenin oyuyla kabul edildiğine dikkat çekildi.
Rapora bazı üyelerin muhalefet ettiğine değinilen iddianamede, rapor kapsamında ne şekilde değişiklik yapıldığının belli olmadığı ve değişikliğin oylanmadığı da belirtildi.
İddianamede, soruşturma konusunu, raporun onaylanma şekli ve İHDK'nin Başbakanlık ile herhangi bir ilgisi olmadığı halde, “adeta devletin itirafı havası verilmek istenircesine Başbakanlık Raporu olarak kamuoyuna duyurulması”nın oluşturduğu kaydedildi.
“RAPOR, SEVR'E BENZİYOR”
Raporda “Sevr paranoyası”ndan söz edildiği anlatılan iddianamede, Sevr'in Osmanlı Devletini sona erdiren bir antlaşma olduğu kaydedildi.
İddianamede, antlaşma ile ülke topraklarının taksim edildiği ve fiilen işgal altına alındığı anlatılarak, şunlar kaydedildi:
“Bu antlaşma, kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından kabul edilmiş bir belge değildir. Böyle bir belgeye karşı duyarlı olmanın, yadırganacak yönü olmamalıdır. İşte bu raporda, azınlıklar yönünden ileri sürülen taleplerle, yurdumuzu işgal altına sokan Sevr Antlaşması'nın azınlıklara ilişkin hükümleri büyük benzerlikler göstermektedir. Böyle bir benzerlik karşısında Sevr paranoyasına kapılmanın yadırganacak bir yönü olmaması gerekir.”
İddianamede, Prof. Dr. Kaboğlu ve Prof. Dr. Oran'ın yeni Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216/1. maddesinde tanımlanan “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” ve 301/2. maddesinde tanımlanan “devletin yargı organlarını alenen aşağılama” suçları uyarınca 1 yıl 6'şar aydan 5'er yıla kadar hapis cezasına çarptırılmaları talep edildi.
Yargılama, Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yapılacak.