Aynı sansürcü zihniyet!

Güncelleme Tarihi:

Aynı sansürcü zihniyet
Oluşturulma Tarihi: Ocak 09, 1999 00:00

Haberin Devamı

Turgut Yasalar'ın 'Leoparın Kuyruğu' adlı ilk filmi, özellikle 60'ların sonunu çok içeriden yaşayanları fena halde kızdırdı. Geçen pazar Radikal İki gazetesinde Tuğrul Eryılmaz ve Ertuğrul Kürkçü imzalı iki zehir zemberek yazı yayınlandı. Yapılan eleştirilerin temelini, yönetmenin, dönemin naif de olsa inanmış ve bedelini fazlasıyla ödemiş gençliğini beş şaşkın delikanlı aracılığıyla anlattığı, asıl anlatılması gereken baskı ortamına ise hiç değinmediği oluşturuyordu. İdama mahkum edilen arkadaşlarının serbest bırakılması için bir Amerikalı eri kaçırarak terkedilmiş bir trafoya saklanan beş devrimci gencin bir gününü anlatan filme gelen ve karşı-devrimcilik suçlamalarına kadar varan eleştirileri filmin yönetmeni ve senaryo yazarı Turgut Yasalar'la konuştuk.

Aldığınız tepkilere geçmeden önce sormak istediğim şu: Bir ilk film olarak niye böyle bir konu seçtiniz?

- Ben bir 68 filmi yapayım diye yola çıkmadım. Ben bir film yapmak üzere yola çıktım. Kolay para bulamayacağımı biliyordum, bulamadım da zaten. Biri ortak olduktan sonra çekebildim. Şahsi borçlarım da olduğu gibi duruyor hala. Durum böyle olunca çok ekonomik, neredeyse tek mekanda geçen bir film yapmak niyetiyle yola çıktım. Burada anlatılan olay örgüsü de bir zamandır kafamda şekilleniyordu. Olay örgüsü çıktıktan sonra bunu bir döneme yerleştirmek arayışına girdim ve '70'lerin başında geçebilir' diye karar vererek çok ciddi bir araştırmaya girdim. Zaten pek çok şeyi biliyordum, okumuştum. Ben hiçbir zaman 68'lilerin eline silahı yakıştıramamıştım. Gönül rahatlığıyla kahramanlarımı 68'li yaptım...

KÖTÜ NİYET YOK

Sözünüzü kesiyorum ama, tam da '68'lilerin eline silahı yakıştırmıyordum' dediğiniz için araya girmek zorundayım. Filmin daha başında beş gençten biri kazayla diğerini vurdu, ilerleyen dakikalarda Amerikalı'yı bacağından vurdular, korucuyu öldürdüler. Bütün bunlar yarım saat içinde oluverdi. Oysa 68'i 78'den ayıran en büyük fark, bu gençlerin gerçekten çok az kan dökmüş olmalarıydı.

- Kesinlikle.

Ama, ilk yarım saatte, üç kişinin kanını akıtıverdiler. O dönemi yaşamamış şimdiki gençlerin gözüyle bakmaya çalışın. Burada bir kötü niyet yok mu?

- Kötü niyet değil, tam tersi. Dönemle hiç alakası olmayan dönem öyküsünü kurarken, temel çıkışım bir insanı kazayla vurmak nasıldır, nasıl yaşanır, hele bu bir kaçırılma eyleminin içinde olursa, bunu nasıl bir felaketler zinciri izler, temelde bunları düşündüm. Ben filmin başına '70'lerin başı' demeseydim, 'Latin Amerika'da herhangi bir yer' deseydim, o zaman ne olacaktı?

Böyle demeyi seçmişsiniz ama. Üstelik Kızıldere'ye de gönderme yapmışsınız.

- Hayır değil. Kaçırma eylemi, idama mahkum arkadaşları kurtarmak yerine fidye istemek uğruna yapılmış olsaydı, o zaman Kızıldere'yle hiçbir alakası kalmazdı. Ben daha soylu bir amaç olduğu için senaryoyu böyle kurdum. 70'lerin başı demeseydim, amacı fidye yapsaydım, kimse böyle düşünmezdi.

Deseydiniz ve yapsaydınız, o başka bir film olurdu, kimileri de bu kadar kızmazdı o zaman.

- Ben hiçbir zaman, Tuğrul Eryılmaz'ın ve Ertuğrul Kürkçü'nün dediği gibi, 68'lileri yerden yere vurmak istemedim, tam tersine. Sonuçları tartışılır ama benim çıkış noktam, onların son derece naif insanlar olduğunu göstermekti. Ama bu arada öyle olaylar olurdu ki, bir kaçırma eylemi böyle de yaşanabilirdi, bunu göstermek istedim.

FİLMİ İYİ OKUMADILAR

Üç yıllık araştırma süresi içinde kimlerle konuştunuz?

- THKO davasından yargılanmış, dört Amerikalı çavuşun kaçırılma eylemine katılmış Mete Ertekin'le görüştüm, 68'liler Vakfı'na gittim. Filmde kazayla vurulan kişinin ODTÜ macerası, akademiye girişi, Polonya, İtalya maceraları, bütün bunlar birebir Mete Ertekin'in başından geçmiş. Kaza da birebir. Filmdeki Ateş karakteri de farkındaysanız en karizmatik, en yakışıklı olanı. Bununla, bu gençlerin aslında nasıl renkli, nasıl çok yönlü olduklarını göstermek istedim. Bu eleştirenlerin filmi iyi okumadıklarını düşünüyorum. Arkadaki iyi niyeti anlayamadılar. Öbür taraftan bakarsanız karşı-devrimci de ilan edersiniz, Devrimin Geceyarısı Ekspresi de ilan edersiniz.

Ancak bu çok naif gençleri öyle bir vermişsiniz ki, sanki o dönem Türkiye güllük gülistanlık, ama dünyada da böyle bir hareket var, hadi biz de biraz devrimcilik oynayalım, demişler. Bütün Türkiye peşlerindeyken, arabadaki halleri, bende çok eğlenip, gecenin sonunu pavyonda bitirmeye karar vermiş beş genç duygusu uyandırdı. Öte yandan da ara ara karşılarına çıkan askerin, polisin, bekçinin nezaketlerini düşünecek olursak, yine iyi niyet görmekte zorlanıyorum.

- Bir de şöyle bakın, bir Amerikalı'yı kaçırmışlar, iki gündür ellerinde, güvenlikte olmak için yola çıkmışlar, bir yer arıyorlar. Devrimi nasıl yapacaklarını mı tartışsalardı arabada? Bir de, bir süre sonra ölecek olan Ateş'in nasıl biri olduğunu anlatmak gibi bir derdim de var orada. Evet, mavra da yapıyorlar, niye yapmasınlar? Ayrıca 68 kuşağı bizim kuşaktan farklıydı, katı değildi. Onların sevgilileri vardı, bacısı olan bizlerdik.

ÇOK NAİFTİLER

Filminizdeki gençlerin salaklığa varan bir naiflikleri vardı, bunun yanı sıra da Türkiye'nin diğer yüzü yoktu, polisi de askeri de tatlı tatlı konuşuyorlardı!

- Evet çok, ama çok naiftiler çünkü. Gerçekten böyleydi çoğunluğu. Türkiye'nin diğer yüzü meselesine gelince: 68'in bütün özelliklerini anlatan başka bir film de yapılabilir. Ya da yalnızca Kızıldere anlatılabilir. Hele bir Kızıldere yapılsa, aman, aman, sorulması gereken milyon tane soru var.

O dönemde elbette birçok hata yapılmıştır, kaldı ki bu hatalar konuşulmadı değil. Ancak, bugün şöyle bir Türkiye'de, şöyle bir kirlilik ortamında bizlere kalmış olan iki üç değer, iki üç umut o dönemin mirası değil mi? Bir başka şey de şu: Susurluk vesilesiyle yaşadığımız ve temelleri ta o dönemde atılan onca şeyden sonra, bugün tutup böyle bir konuyu ele almak tehlikeli ve talihsiz bir seçim gibi gelmiyor mu size?

- Bakın, ilk defa böyle bir eleştiri geliyor. Haklısınız, bunun üzerinde düşünmem gerek. Ama geçmişte sol adına yaşanmış şeyleri birileri kalkıp ters taraftan okumaya kalkıyorsa buna tahammül etmeyi öğrenmek lazım. Yani halının altına süpürerek temizlik yaptığımızı düşünemeyiz. Dediğiniz şeyi teslim ediyorum ama, biri de kalkıp zamanı mı diye bakmadan bunu yaparsa, ona saldırmak, karşı-devrimci ilan etmek çok yanlış. Hani nasıl bir resmi tarih var ve bunun dışındaki bütün okumalara şiddetle saldırıyorsa devlet, bunun da aynı derecede sansürcü bir zihniyet olduğunu düşünüyorum.

DEVRİMCİLİK OYUNU

Doğru söylüyor olabilirsiniz ama yine de bu filmde siz o dönemin solunun hatalarından çok, beş tane şuursuz oğlanın ellerine yüzlerine bulaştırdıkları devrimcilik oyunlarını anlatmışsınız. Baskı ortamına ilişkin ise en ufak ipucu yok.

- Tekrar ediyorum, 68'i topyekun değerlendiren bir film yapmak istemedim. Kurduğum olay örgüsünde de çok hassastım. Birçok arkadaşımın fikrini de aldım.

Beş gençten tek hayatta kalan Serdar karakteri de kurmaca mıydı?

- Tabii. Tuğrul Eryılmaz'ın dediği gibi ODTÜ'lü aç parantez Ertuğrul Kürkçü, Siyasal'lı aç parantez Mahir Çayan, yok böyle bir şey. Vurulan Ateş'in başından geçenler Mete Ertekin'in başından geçmiş ama Mete bugün hayatta. Yine Kürkçü bir söyleşide şöyle diyor: 'Köylüler Dev-Genç'in hep iri yarı gençlerden oluştuğunu düşünürlerdi.' Köylüler nasıl Dev-Gençliler'i dev gibi adamlar olarak düşünüyorlarsa, bugün biz de o dönemin insanlarını başka anlamda devler gibi görüyoruz. Oysa onlar insandılar, 22-23 yaşlarındaydılar ve çok naiftiler. Yine Kürkçü şöyle diyor: 'Solun bir cahiliye döneminden geçtik. Bakmayın biz 68 kuşağı kendimizi çok seviyoruz, övüyoruz ama... 68 bir yandan da... bir cahiliye dönemidir.'

ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL

Gördüğünüz gibi hataları onlar da biliyorlar. Tepkiler buna değil zaten. Peki bu tür tepkiler beklemiyor muydunuz hiç?

- Bir tepki toplayacağını biliyordum ama, böyle algılanacağını kestiremedim. Karşı-devrimciliğe kadar varacağını doğrusu hesaplamadım. Ama eleştiriye tahammül etmek gerek. Eleştiriye ne kadar tahammüllü olursak, yarın için o kadar iyi bir sol hayal edebiliriz. İnanın ki bunu ben de çok özlüyorum.

Aldığınız eleştiriler bir yana, hiç 'şimdi çeksem şunu böyle yapmazdım' dediğiniz bir şey oldu mu?

- Sinema olarak bakıldığında elbette birçok eksik var. Bu süreç derslerle dolu benim için. Diğer eleştirilere gelince: Onların da ileriye yönelik etkileri olur elbette. Hak etmediğimi sandığım karşı-devrimci durumuna düşmemek için tekrar tekrar düşünürüm!

Ne demişlerdi?

Tuğrul ERYILMAZ

(Radikal İki yönetmeni, 68'li)

(...) 68'den 72'ye kadar olup bitenler eleştirilemez mi? Tabii ki eleştirilebilir ama bu kadar yakın ve tartışmalı bir tarihi filme çeken insanların biraz daha bilgili ve adil olmaları beklenir. Yönetmenin ve ekibinin hem doğrudan sol bir izleyici kitlesini hedefleyip hem de onları, filmin kahramanları gibi, eblehler sınıfına sokma pervasızlığı inanılır gibi değil. Yönetmenin ve ekibinin ‘‘Fazla ileri gittik, morukları fazla kızdırmadan iki de halk ve devrim diyaloğu koyuverelim’’ hesabı, zaten yaşanan maddi sıkıntılardan dolayı zorluklarla çekilen filmi amatör bir devrimciler parodisine dönüştürüyor.

Ertuğrul KÜRKÇÜ

(Kızıldere Operasyonu'ndan sağ

çıkan tek kişi)

(...) Filmin merkezine yerleşen ‘‘kör şiddet’’ de nedensiz ve bir açıklamadan yoksun, çünkü, bu filmin ‘‘devrimci’’lerinin bir karşıtı yok. Karşıtları kendileri yalnızca. (...) Yasalar, yakın dönem sol tarihini titizlikle araştırmış olsa, onbinlerce, hatta belki de yüzbinlerce insanın bunları meşru görmüş olduklarını, dolayısıyla tartışmanın zıvanadan çıkmış üç-beş meczubun manasız sözleri ve kendilerini yok eden şiddeti içinde değil, kitlesel ölçekte ve toplumun bütün alanlarında süregittiğini görmez miydi?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!