Güncelleme Tarihi:
Ansen, ‘İttifak’ adını verdiği son kişisel sergisinde yer alan ve gerçekle fantazi dünyası arasında bir gri noktada konumlanan kompozisyonlarının bir çoğunda, iktidar ilişkilerini oyun teması üzerinden karikatürize ederek sorguluyor. Detaylarını gizli tutma ısrarından bir türlü vazgeçmediği bir teknikle zamansız ve mekânsız sahneler yaratıyor. Sanatçı, sergide yer alan toplam dokuz işinde de bir film karesini andıran yahut bir roman sahnesinin görselleştirildiği hissiyatını veren kompozisyonlar üretiyor. Hiçbiri bir film ya da romandan alınmış sahneler olmasa da sinematografik anlatı dilini ve romandaki tasvir kullanımının işleyiş mekanizmasını Ansen’in işlerinde görebilmek mümkün.
Sanatçının ‘güç kazanma’ veya ‘galibiyet uğraşı’ temaları üzerine düşünen bütün işlerinde, tekrarlayan motifler üzerinden işlenen ‘teslim olma’ ya da ‘boyun eğme’ halleri sivri bir mizahi dille somutlanıyor.
‘Kralın Tüm Adamları’ (All the King’s Men), ‘Toplu Adamlar’ (Men With Balls), ‘Kaçış Planı’ (The Escape Plan), ‘Missio’ ve ‘Geri Bildirim’ (The Feedback) adlı işlerde oyun olduğu kadar bir savaş simulasyonu olarak okunabilecek zaman geçirme araçlarının betimlendiği sahneler var. ‘Kralın Tüm Adamları’nda bu bir av sahnesi, ‘Toplu Adamlar’da bu bir bilardo oyunu, ‘Missio’da gladyatör dövüşü, ‘Geri Bildirim’deyse bir eskrim oyunuyken, ‘Kaçış Planı’nda sigaralarını oyun fişi olarak kullanan mahkumların zar aracılığıyla oynadıkları bir kumar oyunu betimleniyor. Tüm bu işlerde ortak olarak, tasvir edilen eylemin ve bu eylemlerin altında yatan kazanma hırsının absürdlüğünü vurgulamaya yönelik mizahı detaylar var.
Bu mizahi unsurlar yer yer, bilardo masasındaki deliklerin altına gerilen top tutucu filelerin, masa etrafındaki dört adamın vücudunun hangi bölgesine denk geldiği gibi, doğrudan yöntemlerle ifade ediliyor. Bazen de, bir kaçış planı belli ki olmayan dört yaşı geçkin mahkumun “ya tutarsa” dercesine şanslarını denemesi haline daha dolaylı yoldan bir atıfta bulunuluyor.
Sergide yer alan ‘Biat’ ve ‘Emir Komuta Zinciri’ (The Chain of Command) adlı iki işin ortak temasıysa boyun eğme. Tabii ki aynı mizahi detaylar bu işlerde de geçerli. ‘Biat’ adlı işte ordu komutanının önünde selam duran askerlerin taşıdığı flamalarla komutanın elinde tuttuğu ucu püsküllü yelpaze arasındaki tezat göze çarparken, ‘Emir Komuta Zinciri’nde bir köpek tasması zinciriyle aynı temanın parodisi yapılıyor.
İşlerin bu tematik özellikleri düşünüldüğünde sergiye adını veren ‘ittifak’ kavramının anlamsal açılımları da netlik kazanıyor. ‘Bir çıkar ortaklığı üzerinden kurulan güç birliği’ anlamıyla ‘ittifak’, oyun mizanseni içinde ifade edilen bir araya gelme hallerine işaret ediyor ve birlikte oyun oynamanın bir ittifak biçimi gibi görünmesine rağmen, aslında oyunun içindeki herkesin birbirinin rakibi olduğu gerçeğini vurguluyor.
İşlerin arasındaki tematik bağlar göz önüne alındığında bazılarının üzerine düşünüldüğü dönemlere göre gruplandırılabileceği izlenimini alıyorum. Yanlış mıyım?
- Bu izlenimi veren şey aslında benim üretimsel süreçlerimde tercih ettiğim yol. Belirlediğim bir temanın türevlerini tüketmiyorum. Dolayısıyla her biri birbirinden bağımsız bir şekilde, yani tek başlarına asıldığında anlamından hiçbir şey yitirmeyen ancak bir arada sergilendiğinde de altta yatan tavırdan dolayı bir ortak paydada birleştirilerek yorumlanabilecek işler halini alıyor.
Buradaki bütün işlerinizde öykülemeye dayanan bir kompozisyon var. Bu tercihinizin sebeplerinden bahseder misiniz biraz?
- Ben eli kalem tutmayan ya da başka bir deyişle yazıta dönüştürmeyen bir öykü anlatıcısıyım aslında. İmajlarla oynayan bir öykü anlatıcısıyım. Bu tür öyküleyici mizansenleri yaparken aklımda uçuşan imajların büyük çoğunluğunun da benim kişisel tarihimle ilişkisi var. Çocukluğum ansiklopedi karıştırarak geçti. Kim, nerede ne yapmış? Gelişim Ansiklopedisi almıştı babam ve onu yırtarak oynamaktansa bakıp incelemeyi tercih ettim. Burada gördüğünüz sahnelerin çoğu orada gördüğüm sahnelerin yıllar içinde filtrelenerek süzülmüş hali. Tabii sonraki dönemde hayatıma sinema ve roman gibi etmenler girdi ve bu altyapının üzerine eklendi. Bu sergideki işlerden biri adını Ray Bradbury’nin ‘Fahrenheit 451’ adlı romanından alıyor. Bu roman günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan sansürlenme meselesine temas eden bir roman ve bu konuyu düşündüğümde zihin o romanın bilgisini çağırıyor. Sonraki aşamada da bu mizanseni oluşturmak için gereken formsal araçlar devreye giriyor.
Öğrendiğime göre bu işinizde ‘biçimsel araç’ olarak elektrik süpürgesi filtresi kullanmışsınız. Bir de motorsiklet kaskı görüyorum. Biliyorum tekniğinizden bahsetmeyi sevmiyorsunuz ama belki bir şeyler alırım umuduyla şansımı zorlasam mı?
- Tekniğimden bahsetmiyorum çünkü bu önemli değil. Önemli olan üretimin kendisidir. Ancak elbette resmi oluşturan fırça darbeleri gibi burada da üretimi destekleyecek olan bir takım materyaller var. Bunların bir araya gelmesindeki sebepse o an üretmekte olduğum hikâyemin gerektirdikleri. Ben de bir çocuğun eline aldığı bir objeyi anlamsızca evirip çevirmesi gibi -ki şu anda kendi oğlumda bunu gözlemliyorum- mesela elektrikli süpürge filtresini elimde alıp evirip çeviriyorum. O en sonunda bir şekilde bir yere oturuyor kafamda. Tıpkı çocuğun bir nesneyi alıp aynı şekilde inceledikten sonra alakasız bir başka nesnenin içine oturtması gibi. Jujitsu diye bir dövüş tekniği vardır. Bunun uzmanı olan adamlar bir anda masanın üzerinde bulduğu alakasız bir aracı bir silaha dönüştürebilir. Mesela işte kalemi alıp adamın kalbine batırır. Biraz buna biraz da çocuğun objeleri keşfine benzer bir durum.
Bu türlü bir keşif odaklı süreçte çalıştığınıza göre ‘bu iş bitti’ dediğiniz an ne zaman?
- Aslında hiçbir zaman. Zor kaldırıyorum kendimi işin başından. Bıraksalar sonsuza kadar onunla uğraşacağım. Zaten sanatçı bu ‘bitti’ anına karar verebildiği an sanatçı oluyor. ‘Tamam artık abartma yoksa bu Ansen işi olmaktan çıkacak,’ diyorum kendime. Bunu size zaman öğretiyor. Yani 2004’te yaptığım bir işe bakıp ‘keşke biraz daha destekleseymişim,’ dediğim de oldu, “Keşke bu kadar yüklenmeseymişim,’ dediğim işlerim de... Buradaki en büyük tuzak anlatımcı bir sanatçı olmamın getirdiği engeller. Çünkü buradaki figürlere mikrofon uzatıp “Sen ne yapıyorsun arkadaş,” diye sorma şansınız yok. Onların size bir şey ifade etmesi gerekiyor. Çünkü durağanlıktan ziyade bir hareketlilik ve o hareketin altına katmanlanacak anlamlar ve kurgular peşindeyim.
Peki, işler buraya geldi asıldı ve siz son halini gördünüz. “Tamam bunlar bitmiş, bu iş olmuş” diyebiliyor musunuz şu an?
- Kesinlikle. Ama bunu bir böbürlenme gibi düşünmeyin. Zira bu benim altıncı kişisel sergim ve artık nihayet bunu diyebiliyorum. Çünkü bu işleri ben gerçekten çok zorlayıcı koşullarda ürettim. Zorlayıcı koşullar derken de kastettiğim yanlış anlaşılmasın. ‘Mikroskobik’ serimi bu senenin başında bitirdim ve çok yorgundum. Bu arada oğlum doğdu ve o artık emekliyor ve saldırıyor eşyalarıma. Böyle bir ortamın içinde daha hızlı kararlar alınabiliyormuş. Bunu gördüm. Bu açıdan da bu sergimdeki genel tavrı bir önceki sergilerime göre çok daha olgun ve dozajında buluyorum.