Güncelleme Tarihi:
Ünlü biraderleri biraraya getirmek bizim için hiç de kolay olmadı. Kimisi İstanbul dışındaydı, kimisi ise yoğun iş programı nedeniyle her defasında randevusunu bir sonraki haftasonuna erteliyordu. Birbirlerini birkaç aydır göremeyen bazı biraderler bu röportaj sayesinde özlem giderdiler. Hatta zaman zaman bizi unutup muhabbete daldılar. Onları buluşturmak eğlenceliydi. Bir tatlı huzur almaya gelmiş gibi... Biz yanlarından ayrılırken, onlar da ‘‘en kısa zamanda’’ görüşmek üzere yakın bir tarih için randevulaştılar.
Kızılordu Tiflis'e girince, Dilman'da yaşayan azerilerden bir kısmı İstanbul'a göç eder. Aralarında Ali Asgar Hatemi de vardır. Mütareke İstanbulu'nda okumaya fırsat bulamayan Ali Hatemi, bir kırtasiyeci dükkanı açar. Üç yıl sonra güzel bir kızla evlenir, dört çocukları olur. Nadir, Güzin, Hüseyin ve Hüsrev.
Hüseyin ve Hüsrev Hatemi kardeşler, 12 Aralık 1938'de Kurtuluş Caddesi'ndeki Modern Apartmanı'nın 5. katında dünyaya geldiler. ‘‘Benim kardeşimden önce doğduğum ittifakla kabul edilir’’ diyor, Hüseyin Bey. ‘‘Nedense ben önce doğduğum halde küçük kardeşe verilmesi gereken Hüseyin adı bana verilmiş.’’
Onlar ikiz. Sadece fiziksel olarak değil, karakter, davranış ve ilgi alanları açısından da çok benziyorlar. ‘‘Gençliğimizde aynı evde yaşamadığımız halde bile bugün aynı tepkileri, aynı nükteyle veriyoruz.’’
EVLİYA SABIRLILAR
Yine de küçük bir farklılıkları olduğunu vurguluyorlar. Önce Hüseyin Hatemi başlıyor söze: ‘‘O kadar da benzer değiliz. Mesela biradere sorulduğunda o daha içe dönüktür, bense daha dışa dönük. Biraderin liseden bu yana daha alıngan bir kişilik yapısı vardır. Ancak son 35 yıldır o bu yönünün üzerine gittiği için, bazı hareketleri daha alttan almaya başladı. Doktorluktan kaynaklanan bir espiri yeteneği oluştu.’’
Hüseyin Hatemi üniversitedeyken kardeşini bir-iki yıl kendi yerine derslere sokmuş. ‘‘Dersler sürerken sınavlar olurdu. Ben de sınavlara çalışmak için dersleri asar, yerime biraderi gönderirdim.’’
Bugüne kadar bir kere bile kavga etmeyen Hatemi kardeşlerin ilişkisi ne poyraz, ne lodos, hep meltem gibi seyretmiş. Hüseyin Hatemi'nin ağzına aldığı iki büyük küfür; şeddeli eşek ve zakkum! Ses tonları, vurgulamaları, hitap tarzları ve hobileri bile aynı Hatemi'lerin. ‘‘Bu yüzden bazı kitap paylaşmalarından zorluk çektiğimiz oluyor.’’ İkisinin de tespih koleksiyonu, hat merakı, antika obje koleksiyonu, resim ve şiir merakı var. İkisinin de en kötü huyunu Hüseyin Hatemi'nin eşi avukat Kezban Hatemi şöyle anlatıyor: ‘‘İki kardeşin de evliya sabrı vardır ama gün gelir problemleri biriktirip, hiç olmadık zamanda, hiç olmadık anda, hiç olmadık kişiye patlarlar! Sonra da bir hafta bu davranışın vicdan azabını çekerler.’’
İki kardeşi bugün kullandıkları gözlüklerin numaralarından ayırabilmek mümkün. Hüsrev Hatemi astigmat, Hüseyin Hatemi ise miyop gözlüğü kullanıyor. Hüsrev Bey kardeşine oranla daha maceracı olduğunu söylüyor ve seyahat etmekten daha çok hoşlanıyor. İkisini de en çok etkileyen kitap Kur'an-ı Kerim. Hüsrev Bey kendisini ‘‘İbadetten uzak bir dindar’’ olarak görüyor. ‘‘Biraderinki biraz daha comme il faut.’’ (Olması gerektiği gibi)
İlkokulda aynı kıza aşık olmuşlar. ‘‘İskemlemi alarak onun yanına oturmakla ilk hamleyi yaptım’’ diyor Hüsrev Bey. Ama o kardeşine göre hep daha çekingen olmuş. ‘‘Gençliğimde melankolik şarkıları seçer ve dinlerdim. Daha neşeli ve fıkırdak şarkıları Hüseyin dinlerdi.’’
FUTBOL GEYİĞİ YOK
İkiz olmaktan mutlular. ‘‘Sürekli bir panel gibi yaşıyorduk. Herhangi bir konuyu kendi kendimize konuşmaktan çok devamlı bir yuvarlak masa toplantısı yapar gibiydik. Ancak birçok konuda birbirimizi cesaretlendirmekten çok hüzün aşıladığımızı söyleyebiliriz.’’
Hatemi kardeşler diğer erkekler gibi biraraya geldiklerinde ne futbol geyiği yapıyorlar, ne de arabalardan konuşuyorlar. ‘‘Futbolu ilkokul beşinci sınıfa kadar oynadık. Kaidelerini bilmeden devamlı top arkasında koşturduk. Daha sonra ise hiçbir zaman futbol maçı seyretmedik. Ama birer takım edindik.’’ Hüsrev Bey, hiçbir maçından ve durumunun nasıl gittiğinden haberi olmayan bir Galatasaraylı. Hüseyin Bey ise Fenerbahçeli'ymiş ama şimdi Teşvikiye'de oturduğu için Beşiktaşlı olayım mı, diye düşünüyor.
Biri hukuk, diğeri tıp alanında başarılı çalışmalar yapsa bile, gelecekte birlikte gerçekleştirmek istedikleri tek bir şey var: Ortak bir felsefe sözlüğü yazmak istiyorlar.
CEM-CAN KOZLU
Miço davulcu Süvari işadamı
Boğazın iki yakasında, bir dürbünlük mesafede oturuyorlar. İkisi de yeteneği, üretkenliği ve girişimleriyle kısa sürede tanındılar. Ancak yaptıklarıyla övünmeyip, daha mükkemmel için çalıştılar. İkisinin de oldukça mütevazı bir hayatı ve başarılarının arkasında özverili iki eş var. Çocukları, kitapları, izledikleri ve izleyecekleri filmler biraraya geldiklerinde en çok konuştukları şeyler... Ancak ne konuşurlarsa konuşsunlar laf dönüp dolaşıp bir konuya geliyor: Gemicilik ve teknelere...
Henüz çocukken 6.45 metre uzunluğundaki çift direkli tekneleriyle boğaza açılan Cem ve Can Kozlu, babalarının onları gemicilik felsefesiyle yaşama hazırladığını uzun yıllar sonra farketmişler. Baba kaptan, Cem yardımcı kaptan, Can ise miçoymuş. Nitekim en küçük kardeş Can Kozlu'nun lakabı hep miço olarak kalmış. Her ne kadar Berkley'de müzik eğitimi görmüş, Türkiye'nin sayılı caz müzisyenlerinden biri olsa bile o ailenin miçosu hala.
Aralarında tam 7,5 yaş fark var. Can Kozlu'yu müziğe yönlendiren annesi olmuş. 6.5 yaşında piyano dersleri almaya başlamış. Ancak 12 yaşındayken babalarını kaybetmişler. Bu yüzden Cem Kozlu uzun bir süre kardeşine babalık yapmak zorunda hissetmiş kendini. Liseyi bitirdikten sonra iki kardeşin yolları ayrılmış. ‘‘Can iktisat okumaya gitti ama müzikte karar kıldı. Ben hayatımı fulltime yazar olarak geçirmek istemişimdir ama işadamı oldum. İkimizin de eğitiminden başka sermayesi yoktu.’’
EŞLERİ SAYESİNDE GÖRÜŞÜYORLAR
Cem Kozlu, Coca Cola'nın Türkiye, Orta Asya ve Kafkasya Bölgesi yöneticisi. Aynı zamanda Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı. Kardeşi içinse o haftanın yedi günü çalışan biri. ‘‘Okula gitme şansı olan herkesin yapabileceği bir iş olarak görüyorum kendi işimi. Ama Can'ın seçtiği alan farklı bir bakış ve yetenek gerektiriyor. Onun işi benimkinden daha zor.’’
Can Kozlu müzikte ne kadar yetenekliyse, Cem Kozlu o kadar yeteneksiz olduğunu itiraf ediyor: Müzik kulağı sıfırmış! ‘‘25 yaşından bu yana arkadaş gibiyiz. Cem'in iş temposu ve seyahatleri yüzünden uzun zaman görüşemediğimiz oluyor. Bu yüzden en azından ayda bir yemekli toplantılar düzenliyoruz.’’ Bu konuda en büyük yardımcıları eşleri. İki kardeşin daha sık görüşmeleri için sürekli fırsat yaratıyorlar.
Can Kozlu'nun ilk davul setini abisi Almanya'dan getirmiş. ‘‘Ancak gümrükten geçiremedik. Çünkü orkestra aleti olarak görülüyordu. Ama kararnamelerde kişisel enstrümanın getirilebileceği yazılıydı. Can ve arkadaşları bana 5-6 saat davul çalmayı öğrettiler. Enstrüman ambara alındığı için yine çıkaramadık gümrükten. Mülkiyeli bir arkadaşımız birbuçuk sene sonra davul setini gümrükten çıkarmayı başardı. Kapıkule'ye birlikte gitmiştik. Enstrümanı gümrükten çıkarırken mutluluktan sarhoş gibi olmuştum.
KARDEŞ KARDEŞİ NASIL GÖRÜYOR
Can Kozlu: Abim daha sosyaldir. Hoşsohbettir ve hitabeti kuvvetlidir. Ben yeteneğimi müzikte yitirdiğim için sosyal ortamlarda biraz daha gak guk konuşuyorum. Toplum içinde sessiz ve çekingenimdir. Daha doğrusu ben yabaniyim.
Cem Kozlu: Onu hep kollardım ama evlendikten sonra artık o sorumluluğu eşi Oya'ya bıraktım.
Can Kozlu: Abim önemli kararlarında bana hep danışır. Danışmayı, paylaşmayı seven bir insandır. Herkesin fikrini alır.
Cem Kozlu: Can Paris'te öğrenciyken sık sık ziyaretine giderdim. Çok dağınık ve pis ortamlarda yaşadı. Herhalde birlikte kalsak böyle bohem bir yaşama tahammül edemezdim.