Aynı damar 404 yıl önce de altını fırlatmıştı

Güncelleme Tarihi:

Aynı damar 404 yıl önce de altını fırlatmıştı
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 19, 2002 01:30

Türkiye, Başbakan Bülent Ecevit'in bacağına ve kaburgasına kilitlendi.

Başbakan'ın o haliyle günlerce evine kapanmasının şaşkınlığı içerisindeyiz. Ama ülkeyi ‘‘tıkanmış bacak damarlarına kilitleyen ilk başbakan’’ olma unvanı Bülent Ecevit'e değil, ondan tam 404 sene önce ve tam bugünlerde, devrin ‘‘vezir-i ázam’’ı yani başbakanı olan Cerrah Mehmed Paşa'ya aitti. 1598'in 9 Nisan'ında, 70 yaşından sonra vezir-i ázam yapılan Paşa çektiği ‘‘damla’’ yani ‘‘gut’’ illeti yüzünden konağına kapanınca devletin idaresi káhyalara kalmış, iktidar boşluğu yüzünden piyasalar birkaç haftada altüst olmuş, altın fiyatları yükselip paranın değeri düşünce İstanbul esnafı sokaklara dökülmüştü.

GÜNLERDİR Başbakan Bülent Ecevit'in bacağına ve kaburgasına kilitlendik. Ecevit'in o haliyle evine kapanmasının şaşkınlığı içerisinde, ‘‘Bir başbakanın böyle yapmaya hakkı var mı?’’ diye kendi kendimize sormakla meşgulüz.

Ama ülkeyi ‘‘tıkanmış bacak damarlarına kilitleyen ilk başbakan’’ olma unvanı Bülent Ecevit'e değil, ondan 404 sene önce ve tam bugünlerde, ‘‘vezir-i ázam’’lık yani başbakanlık makamında bulunan Cerrah Mehmed Paşa'ya aitti. 1598'in 9 Nisan'ında, 70 yaşından sonra vezir-i ázam yapılan Paşa çektiği ‘‘damla’’ yani ‘‘gut’’ illeti yüzünden konağına kapanınca devletin idaresi káhyalara kalmış, iktidar boşluğu yüzünden piyasalar altüst olmuş, altın fiyatları yükselip paranın değeri düşmüştü. Aynen, bugünkü gibi...

İşte, bundan 404 yıl önce yaşadığımız ilk ‘‘bacak damarları tıkalı başbakan’’ hadisesinin kısa öyküsü: 16. asrın son seneleriydi, tahtta Üçüncü Mehmed vardı. Türkiye beş seneden beri Avusturya ile savaşıyor ama cephelerde vaziyet hiç de iyi gitmiyor, İstanbul hemen her gün, bir gün bozgun yahut geri çekilme haberiyle sarsılıyordu. Avusturya ordusu Macaristan'a girmiş ilerlemede, kalelerimiz peşpeşe elimizden çıkmadaydı.

DEVLET KÁHYAYA EMANET

Savaş, ekonomiyi perişan etmişti. Paranın değeri düştükçe düşüyor ve rüşvetsiz hiç bir iş yaptırılamıyordu. Padişah sık sık yeni bir vezir-i ázamı işbaşına getiriyor ama gelenlerin çoğu devleti kurtarmak yerine kesesini doldurma yolunu tutuyordu. Her gün, bir önceki güne göre çok daha kötüydü.

Üçüncü Mehmed, o zamana kadar hiç denenmemiş bir ismi idarenin başına getirmeye karar verdi: Cerrah Mehmed Paşa'yı...

Paşa'nın, padişahın nezdinde seçkin bir mevkiye sahipti, zira asıl mesleği hekimlikti ve daha bir kaç sene önce, o zamanlar henüz şehzade olan genç hükümdarı canını hiç yakmadan sünnet etmişti.

Bir ara Yeniçeri Ağası olmuş, sonra vezir yapılmış ama ayarı düşük gümüş para bastırdığı için azledilmişti. Üçüncü Mehmed, işleri daha da berbád eden başveziri Hadım Hasan Paşa'nın yerine bir başkasını ararken, işte bu sünnetçisini hatırladı ve 1598'in 9 Nisan'ında Cerrah Mehmed Paşa'‘‘vezir-i ázam’’, yani başbakan yaptı.

Ama hükümdar çok önemli bir hususu dikkate almamıştı: Paşa'nın yaşını... Mehmed Paşa 70 yaşını geride bırakalı birkaç sene olmuştu, o zamanlar ‘‘damla’’ ve ‘‘nikris’’ denilen ‘‘gut’’ hastalığını çekmedeydi, ayakları davul gibi şiştiği için adım atacak háli yoktu ve devletin en berbád olduğu günlerden birinde işbaşına geliyordu.

Paşa, ‘‘vezir-i ázamlığa’’ yani ‘‘başbakanlığa’’ tayininden hemen sonra, o zamanların hükümet merkezi olan ‘‘Divan’’a gitmek yerine konağına gitti, zira ayak damarlarının tıkalı olması yüzünden yürüyemez halde ve ağrılar içindeydi. Aradan birkaç gün geçince Mehmed Paşa daha da fenalaştı. Artık günlük işlerle alákadar olması bir yana, yattığı odadan dışarıya çıkmaya bile dermánı yoktu. Ağrıdan ve sızıdan konuşamayacak hále gelince de devlet meselelerini güvendiği bir adamına, Nişancı Mehmed Paşa'ya havale etti. Nişancı, artık devletin gizli başbakanı gibiydi...

Bir yanda bitmek bilmeyen savaş, öbür yanda da yönetimin başsız kalması üzerine, ortalık daha da karıştı. Ekonominin en hassas ölçüsü o zamanlarda da yabancı para, özellikle de başka ülkelerin altınlarıydı. Günlük hayatta kullanılan gümüş akçelerin altın para karşısında alım gücü azaldığı yani altının fiyatı yükseldiği zaman, ekonomi kötüye gidiyor demekti.

Cerrah Mehmed Paşa'nın işbaşına gelmesinden, daha doğrusu konağına kapanmasından sonra paranın değeri düştükçe düştü. 120 kuruş olan altın önce 160'a, derken 200 kuruşa fırladı. Üstüne üstlük akçenin içindeki gümüş oranı da düşürülünce piyasalar birbirine girdi.

Önce, İstanbul esnafı ayağa kalktı. Esnaf ‘‘Vezir-i ázam málüldür, iş göremez haldedir, koskoca devleti vekilleri idare etmektedir ama devlette vekálet olmaz’’ deyip sokaklara döküldü ve sarayın kapısına dayandı. Arkasından toplumun her kesiminden homurdanmalar yükselmeye başlayınca iş zamanın Şeyhülislám'ı Mustafa Efendi'ye düştü; saraya gitti, olup biteni umursamaz bir halde bulunan hükümdara ‘‘Vezir-i ázam hizmet edemeyecek vaziyette, ortalık da birbirine girmek üzeredir’’ dedi. Üçüncü Mehmed, Paşa'nın yerine bir başkasını getirmeyi ancak bu uyarıdan sonra akıl edebildi. Cerrah Ahmed Paşa 1599'un 6 Ocak'ında azledildi ve yerine eski başvezirlerinden İbrahim Paşa getirildi. Ama Mehmed Paşa 8 ay 28 gün boyunca iktidarda kalmış ve Türkiye ekonomisi Paşa'nın şişmiş ayaklarının kurbanı olmuştu.

Paşa gitti, eseri kaldı

Şimdi ‘‘cumhurbaşkanının başbakanla haftalık olağan görüşmesi’’ dediğimiz devletin tepesindeki buluşma o zamanlarda da vardı ve buna ‘‘arz günü’’ denirdi. Bu işin haftada en az bir defa yapılması gerektiği halde, Paşa, hükümdarın huzuruna yaklaşık dokuz ay boyunca sadece iki defa çıkabilmiş, Üçüncü Mehmed ise buna hiç aldırmamıştı.

Cerrah Mehmed Paşa'nın çektiği ayak ve bacak ağrısının devleti böylesine dertlere uğratmasının öyküsü zamanımıza Naima, Solakzade ve Selániki gibi klasik tarihler sayesinde geldi ve hadisenin yazılı olduğu o tozlu sayfaları yalnızca işin uzmanları okuyabildiler. Ama Cerrah Mehmed Paşa'dan bugünlere sadece bu fena hatıralar değil, daha başka eserler ve hoş şeyler de kaldı: İstanbul'da onun tarafından kurulan ve hálá onun ismini taşıyan Cerrahpaşa Hastahanesi ile ilerisindeki cami... Dünyadan 1604'te ayrılan Paşa, camiin haziresindeki türbesinde yatıyor.


Ecevit, paşa eniştesinin rekorunu üç günle kaçırdı


Ahmed Tevfik Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun son sadrazamıydı. Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırması üzerine saraya ‘‘nezle olduğu’’ haberini gönderip tam 17 gün konağına kapandı. Tevfik Paşa ile Başbakan Bülent Ecevit arasında uzak bir hısımlık da vardı: Ecevit'in annesi ressam Nazlı Ecevit'in teyzesi Ferhunde Hanım, Sadrazam Tevfik Paşa'nın oğlu İsmail Hakkı Okday ile evliydi. 14 gün boyunca evine kapanan Bülent Ecevit, paşa eniştesinin bu rekorunu üç günle kaçırdı.


AHMED Tevfik Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun son sadrazamıydı. Kırım Hanları'nın soyundan geliyordu. İstanbul'da 1843'te doğdu, devlet hizmetine çok genç yaşta girdi, meslek olarak diplomatlığı seçti, zamanla yükseldi, büyükelçi ve derken Hariciye Nazırı yani Dışişleri Bakanı oldu, sonra o zamanın başbakanlık makamı olan Sadrazamlığa getirildi ve bu koltuğa dört defa oturdu.

Paşa, Büyük Millet Meclisi'nin 1922'nin 1 Kasım'ında saltanatı kaldırmasından hemen sonra hükümetini topladı, ne yapmaları gerektiğini tartışmaya açtı ama kabine üyeleri durumu değerlendireceklerine, peşpeşe istifayı tercih ettiler.

Tevfik Paşa, bunun üzerine daha da garip bir iş yaptı: Babıáli'den çıkıp saraya giderek durumu Sultan Vahideddin'e anlatacağı yerde Ayaspaşa'daki konağına gitti, hükümdara ‘‘grip olduğu’’ haberini gönderdi, tam 17 gün boyunca kimselerle görüşmedi ve konağından dışarıya adım atmadı. Konağından, Sultan Vahideddin'in 17 Kasım sabahı İstanbul'u terketmesinden sonra artık sadrazam değil, sıradan bir vatandaş olarak çıkabildi, tarihlere ‘‘Osmanlı İmparatorluğu'nun cenazesini kaldıran adam’’ olarak geçti ve hayata 93 yaşındayken, 1936'nın 6 Ekim'inde yine İstanbul'da veda etti. Genç cumhuriyet bu kıdemli devlet adamını unutmadı, cenaze törenine bir selám kıt'ası gönderdi.

Bilmeyenler için, Sadrazam Tevfik Paşa'nın uzaktan hısımı olan bir başka devlet adamından da söz edeyim: Paşa'nın oğlu İsmail Hakkı Bey (Okday), Sultan Vahideddin'in kızı Ulviye Sultan'la evliydi ve bu evlilikten doğan kızı, Kuşadası'ndaki Kısmet Oteli'ni işleten ve önceki sene vefat eden Hümeyra Özbaş ‘‘Hanımsultan’’dı. İstiklál Savaşı senelerinde Anadolu'ya geçince Ulviye Sultan'dan boşanan İsmail Hakkı Bey, daha sonra bir başka evlilik yaptı ve Ferhunde isminde bir hanımla evlendi. Ferhunde Hanım, şimdi hastahanede yatan Başbakan Bülent Ecevit'in annesi rahmetli ressam Nazlı Ecevit'in teyzesiydi ve 14 gün boyunca evine kapanan Bülent Ecevit, paşa eniştesinin bu rekorunu üç günle kaçırdı.

İşte, Sadrazam Tevfik Paşa'nın iktidar günlerinde ve vefatından birkaç gün önce hasta yatağında çekilmiş iki fotoğrafı...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!