Aydın olmanın belgeseli

Güncelleme Tarihi:

Aydın olmanın belgeseli
Oluşturulma Tarihi: Şubat 28, 2003 00:00

Oktay Ekinci Anadolu'daki kültür ve tarih hazinelerimizi korumak için çırpınan birkaç aydından biri. Mimarlar Odası Genel Başkanı. Bir görevi daha var, o da Tarihi Kentler Birliği Encümenliği. Kendisini tanımam. Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yazılarını mümkün olduğunca okumaya çalışırım. Yazılarından bildiğim bir şey var, köşesinde tarihi kentlerdeki belediyelerin korumacı çabalarına destek verir, onlara yol gösterir, özendirir. Nereden Oktay Ekinci'ye geldik derseniz, Ekinci'nin Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yazıları, ‘‘Seyir Defteri’’ adıyla kitaplaştırıldı. Eğer Oktay Ekinci'yi daha önce okumamışsanız, bu kitabı okumanızda yarar var. Tabii ki tarihi değerlerimize duyarlıysanız... Kitap 2000'den 2003 yılına kadar Tarihi Kentler Birliği'ni kurmak için neler yapıldığını anlatan bir ‘‘Seyahatname’’. Daha doğru tanımlamak isteniyorsa, Oktay Ekinci'nın yazıları bu ülkede nasıl söke söke aydın olunur, onun belgeseli. Alanya'dan, Antalya'ya, oradan Mudurnu'ya, oradan Edirne'ye uzanan herkesin kolay kolay yapamayacağı bir yolculuk. Farklı bir dünyaya adım atmak, Ekinci ve arkadaşlarının tarihi kentlerdeki değerlerimizi koruma mücadelesine tanıklık etmek istiyorsanız, Ekinci'nin ‘‘Seyir Defteri’’ni bir inceleyin. Öyle bir çırpıda okunacak yazılar değil, kitabı da çok özenerek basmamışlar. Yine de zaman zaman kitabı elinize alıp bir bölümünü okuduğunuzda, farklı bir dünyanın kapılarını aralayabildiğinizi göreceksiniz.(Oktay Ekinci, Tarihi Kentler Birliği Yayını, 2003, 152 sayfa)Rus Gelin televizyonda da iş yaparSon üç haftanın sinemada en iyi iş yapan filmi Rus Gelin. Rus Gelin'i şu anda istediğiniz TV kanalında yayınlayın orada da iş yapar. Niçin?Rus Gelin yer yer insanın zekasıyla dalga geçiyor. Konu bayat. Bazı espriler çoluk çocuğun bile sırıtmayacağı türden. Belden aşağı kaba saba espriler sinir bozuyor. Moldovyalı'nın hem kekeme, hem geveze Türkçesi evlere şenlik. Filmin ikinci yarısı konu örgüsü açısından feci ve sonu ise birden ‘‘Son’’ diye yazıp biten Türk filmleri gibi. Metin Akpınar'ın eski pehlivan rolündeki performansı ise görülmeye değer tek şey. Namaz esnasında uyuma sahnesi uzun sure akıllardan çıkacak bir sahne değil. Çok komik. Rus Gelin, bildiğimiz, yıllardır televizyonda tekrar tekrar gösterilen ve her defasında da rating alan Zeki-Metin filmlerinden biri işte. 2003 yılına gelindi, değişen bir şey yok. Ne bir eksik ne bir fazla.Bu nedenlerle de Rus Gelin, şu anda televizyonda yayınlansın, ilk oynamada iyi rating alır, sonra her ay bir kere yayınlansın ağırlıklı olarak C2D gruplarından yine rahatlıkla izleyici bulur. Türkiye Zeki-Metin filmlerini seviyor, izliyor. Kimseye kızmamak lazım. Belki de Zeki Alasya seviyeyi yükseltse, doğru dürüst bir film çekse televizyonlar yüzüne bakmaz, film de sinemadan sonra elde kalır.‘‘Ya bu adam neden söz ediyor, Zeki-Metin filmleri fıstık gibi fimler’’ ya da ‘‘Ben Zeki-Metin'i herşeye rağmen sinemada da izlemeyi severim’’ diyorsanız ve hala gitmemişseniz Rus Gelin'e hemen gidin. ‘‘Belki bu kez bir farklılık vardır’’ diye düşünüyorsanız, sabredin. Televizyona yakında düşer, olmadığını görürsünüz. Kime niye aşık oluruz? (1) Daha önce size Helen Fisher'in ‘‘Cinsel Aşkın Anatomisi’’ kitabına döneceğimizi söylemiştim. Bu kitap bazı doğal dürtülerimizi anlamak açısından çok önemli. Bu doğal dürtüleri anlarsak, kendimizi daha iyi tanır ve daha dingin bir hayat süreriz. Fisher ünlü bir antropolog ve kitabın ikinci bölümünde, ‘‘kime niye aşık oluruz’’ konusuna açıklık getiriyor. İlk saptaması çok ilginç. Şöyle diyor Fisher: ‘‘Aşık olma, en birincil özelliklerimizden biri olan koku duyumuz tarafından kışkırtılabilir... Fransız doğa bilimci Jean Hanri Fabre'nin bir yüzyıl önce kanıtladığına göre birçok yaratık baştan çıkarmak için kokulara başvurur. İnsan vücudu da bilinen en güçlü koku afrodizyaklarını üretebilir. Gerek erkeklerin gerek kadınların koltuk altlarında, meme başlarının etrafında ve kasıklarında apokrin bezleri vardır. Bu koku kutularının salgıları bakterilerle birleşince ekşimsi ve ağırlaşmış ter kokusunu oluşturur’’.İlginç değil mi? Örneğin; Baudelaire insan ruhunun, söz konusu erotik terde barındığına inanırdı. On dokuzuncu yüzyılda yaşayan Fransız romancı Karl Huyamans Bir kadının koltuk altı kokusunun erkeğin içindeki hayvanı kolayca kafesinden salıverdiğini yazmıştı. Napolyon da metresi Josephine'e yazdığı bir mektupta ‘‘Yarın akşam Paris'e dönüyorum. Sakın Yıkanma’’ diyordu. Peki doğal kokudan etkilenme açısından erkekle kadın arasında fark var mı? Fisher'a göre var. Erkekler kadın kokusundan uzak mesafeden bile etkileniyorlar. Kadınlar da hemcinslerinin kokusundan rahatlıkla etkileniyorlar ancak erkeğin vücuduna doğrudan temas etmedikleri sürece erkeğin doğal kokusundan etkilenmeleri mümkün değil! Anlayacağınız erkeklerin işi biraz zor.Eğer ter kokusu bu kadar etkili bir kokuysa neden deodoran, parfüm gibi şeyler kullanıyoruz! Fisher'e göre bunda reklamcıların payı olsa da eşlerimizin üstüne yapay kokuların sinmesindan hoşlanıyoruz. Hem erkekler hem kadınlar açısından yapay koku cinsel çekicilikte önemli bir etken. Terle ilgili olarak ise ciddi kültür ayrılıkları var. Hele Türkiye'de ciddi alt kültür ayrılıkları var. Fisher'in söylediklerinden benin anladığım birini çekici bulursak bunun içinde mutlaka kokunun bir payı var demektir. Hatta romantizme ulaşmak için kokuyu izlemek gerekir. Sonra aşk başlar, sonra sevgilinin kokusu cinsel bir uyarıcıya dönüşür ve koku sayesinde aşk güçlenir. Ve sonra iki taraf da nezle olup koku alma duyularını yitirmemeye çalışırlar. Niye mi bunları anlatıyorum? Bahara şurada ne kaldı arkadaşlar, ha ne kaldı!Fularlı kart horoz nerdee, mahallenin racon kesen abisi nerdeeHıncal Uluç bir meslektaşı tarafından ‘‘mahallenin racon kesen abisi’’ diğer bir meslektaşı tarafından ‘‘fularlı kart horoz’’ olarak tanımlanınca, geçen hafta bir isyan yazısı yazdım. Geçen Cuma ‘‘mahallenin racon kesen’’ abisi tanımlamasını yapan gazeteci arkadaşımla İletişim Şurası'nda bir araya geldik. ‘‘Bana haksızlık etmişsin, bir; ben adını sanını vererek yazdım, iki; fularlı kart horoz nerde, mahallenin racon kesen abisi nerde’’ dedi. Yani biri adam öldürme, diğeri cinayete teşebbüs demeye getirdi. Hak verdim. Ama yine de öyle bir başlığa gerek olmadığını, ‘‘Hıncal Abi ben çocuk değilim’’ türü bir başlığın ona daha çok yakışacağını söyledim. Kabul etti. Anlaştık. Böyle biline. Gülüm iyi okunmamış!Bir okurum ‘‘Gülüm filmine demode diyorlar, anımsadığım kadarıyla siz iyi bulmuştunuz, ne dersiniz?’’ diye mesaj atmış. Doğru, ben Gülüm'ü bazı klişe sahneleri dışında beğenmiştim. Konuyu asla demode bulmadım. Eğer filmdeki ilişkiler iyi okunursa görünürde demode gibi görünen atmosferin, kişilerin, ilişkilerin hiç de demode olmadıkları görülür. Filmde kuşak farkı yönetmen tarafınca titizce dokunun altına işlenmiştir. Demode görüşünü benimseyenler sanırım bu alt dokuyu iyi okuyamamışlar. Söyler misiniz hangi demode filmde erkek karısının kendisini aldattığından şüphelenirdi de, bunu güzel güzel onunla konuşurdu? Ya da hangi demode filmde oğluna içki getiren, bunu zevkle yapan baba görürdünüz? Hangi demode filmde de aile ortamı bir karı-koca hesaplaşmasına dönüşürdü? Hangi demode filmde kişisel gelişim konusunda eğitim veren bir koca olurdu? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Filmleri de daha iyi okumak... Cuma AlıntısıBaşarının peşinden koşma. Öyle bir insan ol ki, başarı senin peşinden koşsun.(Jim Rohn)Cuma TakıntısıBu hafta hamsiye taktım. Mısır ununda tava ama. Şöyle yeşilliklerden bir de salata. Yanında ne içeceğinize de siz karar verin. O kadar da değil.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!