Aydar: Hızlı davranılmazsa süreç sabote edilebilir

Güncelleme Tarihi:

Aydar: Hızlı davranılmazsa süreç sabote edilebilir
Oluşturulma Tarihi: Mart 28, 2013 10:52

PKK’nın Avrupa’daki yöneticilerinden Zübeyir Aydar, İmralı süreciyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. “Elimizi çabuk tutmalıyız" diyen Aydar'a göre, “hükümetle anlaşmaları durumunda” Kasım'daki bütçe görüşmeleri başlamadan önce yalnızca PKK militanlarının çekilme sürecinin değil, yasal altyapı ve normalleşme dahil bütün aşamaların tamamlanabilmesi mümkün.

Haberin Devamı

Diyarbakır'daki Nevruz gösterisinde Türk bayrağı bulunmadığı eleştirilerini de değerlendiren KCK Yürütme Konseyi üyesi Aydar, "Bizim bayrakla, ülke sınırlarıyla bir sorunumuz yok; sorunumuz iç işleyişle. Kürt sorunu çözülürse Türkiye bölünmez, küçülmez, büyür" diye konuştu.

Tarafların ellerini çabuk tutmamaları halinde "birilerinin bu süreci sabote edebileceğini" belirten Aydar, Belçika’nın başkenti Brüksel'deki Kürdistan Enformasyon Bürosu'nda, Hurriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin’in sorularını yanıtladı:

- Yıllarca çatışmak dışında bir şey yapılmadıktan sonra hızlanan bir diyalog süreç yaşanıyor. Bu süreçten geri dönüş sizce mümkün mü?

- Bütün çabamız geri dönüş olmaması için. O nedenle hepimiz bu kadar hassas davranıyoruz. Biz isteriz ki, her iki taraf da, hükümet de, biz de gemileri yakma noktasına gelsin. Kendimizden yana kaygımız yok. Biz bu sorunu çözmek istiyoruz. Kaygımız hükümetten..

Haberin Devamı

- Hükümetin de kaygıları var; silahlar bırakılsın çözüm gelir diyorlar. Sizin kaygınız nedir?

- Çözüm derken, Kürtlerin kendi kimliği, kültürü, dili ile siyaset yapma yolu açık olacak mı? Bunu soruyoruz?

YASALARDAKİ ASİMİLASYON SÜRÜYOR

- Ama BDP var, şu an siyaset yapma yolu açık değil mi?

KATİLLERİNİ BİLMEYECEKLER Mİ?

- Şaşırtıcı şekilde hükümetle aynı dili kullanmaya başladınız; çekilme, normalleşme gibi... Hükümet normalleşme deyince eylemlerin son bulması ve PKK'lıların toplumla bütünleşme sürecine girmesinden söz ediyor. Siz neden söz ediyorsunuz?

- Bizim normalleşmeden anladığımız, sorunun anayasal düzeyde çözülmesi, Kandil'de Avrupa'da kim varsa dönmesi, cezaevinde siyasi nedenlerle olanların serbest kalması ve siyaset yollarının herkese açılmasıdır.

- İnsan öldürmüş olan da yok mu aralarında? O öldürülenin yakınları serbest kalanı bilmeyecek mi?

- Evet, o katilini biliyor, ama berideki de katilini biliyor. Kendisine işkence yapanı da, çocuğunu gece evinden alıp kaybedeni de biliyor. Biz 'bütün sonuçları' derken bunu söylüyoruz. Ben inanıyorum ki, bizim toplumumuz, barış gelecekse affeder. Bu ülkede kan duracak, huzur gelecekse, bu toplum affeder. Ben Başbakan'a katılıyorum; bizim bu işi 2013 sonuna kadar bitirmemiz lazım. Ve elimizi çabuk tutarsak bitirebiliriz.

Haberin Devamı

- Hayır, bu yol şu anda tam açık değil; Anayasa'da, yasalarda Kürtlük yasaktır. Başbakan 'asimilasyonu kaldırdık' diyor, ama yasalardaki varlığı devam ediyor. Bir dilde, kültürde 'asimilasyon kalktı' demek için anadilde eğitim olmalı, o dilde kamu hizmeti verilip alınmalı.

- Siz bunu herhalde Doğu, Güneydoğuda bazı iller için söylüyorsunuz. Ama Türkiye'de Kürt kökenli nüfus her yerde var, herhalde en çok da İstanbul'da var. Nasıl olacak?

- İstanbul'da da olabilir eğitim, ya da kamu hizmeti, bunda bir çelişki yok. Mesela, şimdi sizinle konuştuğumuz Brüksel'de her sokak levhası iki dildedir, Fransızca ve Hollanda dilinde... Resmi daireye gidince, belgelerinizi hangi dilde istediğinizi sorarlar. Mesela Kerkük'te, Asurice resmi dil olmayabilir, emin değilim, ama resmi dil sayılan Arapça, Kürtçe ve Türkmence kamu hizmeti veriliyor. Bunun kimseye bir sıkıntısı, bir zararı yok ki...

Haberin Devamı

Türkiye'de Türkçe her yerde var, olsun. Ama belli sayıda insan, sadece Kürtçe için demiyorum, belli bir dilde, belli bir sayıda varsa, orada ana dilde eğitim verilebilsin. Şu anda dil eğitiminde bir uygulama var zaten. Bunun bir yolu bulunur. Ana dilde eğitim ile kamu hizmeti de birbirini tamamlayan konular. O dilde aldığınız diploma kamuda bir işe yaramıyorsa, eksik kalır.

- Bir zamanlar Türkiye'de de sık sık kırmızı çizgi açıklanırdı. Bu da sizin kırmızı çizginiz mi?

- Birlikte bir gelecek kurmak isteyenler birbirine kırmızı çizgi koymamalı. Birlikte daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir Orta Doğu, daha iyi bir yaşam istiyoruz. Bunu siyaset yoluyla yapma kararındayız.

Haberin Devamı

- Siyaset yollarının açılması, bir yandan silahla nasıl mümkün olur sizce?

- Biz sürece samimiyetle yaklaşıyoruz. Şiddet unsurunu tümden ortadan kaldırarak, tamamen siyaset yoluna girmek istiyoruz. Diyarbakır'da, Amed'de okunan, hepimiz adına okunmuş bir bildiridir.

OSLO KAYITLARI, İMRALI TUTANAKLARI NASIL SIZDI?

- Oslo nasıl başladı, neden çöktü?

- Oslo, 2006'da dolaylı görüşmelerle başladı, Emre Taner zamanında.

- Bu 'Balıkçı' diye bir şahıs var, o mu aracı oldu?

- Hiç alakası yok. O belki 1998 sürecinde bir köşesinden dâhil olmuş olabilir. Ama Oslo sürecinde ne balık, ne balıkçı vardır. Dâhil olanlar kamuoyuna hiç yansımamış isimlerdir. 2007 sonunda doğrudan görüşmeler başladı, burada, Avrupa'da. Eylül 2008'de hızlandı. 2011 baharında, ordunun 1 Nisan'da başlattığı operasyonla duraklamaya başladı. Seçimler yaklaşırken 10 Mayıs'ta Öcalan’ın önerdiği 3 protokol vardı., bize de MİT aracılığıyla ulaşmıştı. Her ki taraf da Haziran'ın ilk haftasında üzerinde görüş bildirmeye karar verdik. Biz bir, iki ufak düzeltmeyle 'Varız' dedik. Hükümetten bir şey gelmedi. O sırada 9 Haziran'da Başbakan televizyonda bir konuşma yaptı. Biz olsak idamı kaldırmazdık filan diye. Sonradan öğreniyoruz ki, 2011 başlarında İran, Suriye ve Irak ile bir ittifak yapılmış; 12 Haziran seçimleri ardından Sri Lanka modeli imha uygulanması konusunda. Güvenlik bürokrasisi içinde bir kesim, 'Bastırıp, bitiririz' demişler. Biz de bir yandan 'operasyonlar durmadı' diye bastıran gerillayı tutmaya çalışıyoruz, seçimlerden sonra düzelecek diye. Seçimden sonra bir görüşmemiz daha oldu. O sırada bu Silvan olayı meydana geldi, 13 Temmuz'da. Biz bunu soruşturduk. Merkezi bir karar, planlı baskın, pusu yok, operasyon yapan birlikle ovada karşılaştıkları söylendi bize, ama olan olmuş. Silvan sonrasında bir görüşmemiz daha vardı, hükümet iptal etti, gelmedi, bir daha da olmadı. Ama Sri Lanka modelinin tutmadığı da görüldü, 2012'de Şemdinli'de tutmayacağı anlaşıldı.

OSLO VE İMRALI SIZMALARININ ORTAK YANI

- Oslo görüşmeleri bittikten sonra sızdı değil mi? Kim sızdırdı? Sizin dahi adınız öne sürüldü?

- MİT de önce bizden şüphelendi. Arkadaşlar temas kurdular, biz dedik ki 'soruşturma yapın'. Hakan Fidan hakkında dava açılınca onlar da bizim yapmadığımıza ikna oldular. Dava açıldığında dediler ki, BDP Diyarbakır İl başkanlığında bir kopyası bulunduğunu öne sürdüler. Size açık söylüyorum, Oslo kaydının bizde bir tek kopyası vardır, o da Murat Karayılan arkadaşın sorumluluğunda dağda bir yerde saklanmaktadır. Bendeki kanaat, Oslo kayıtlarının MİT arşivinden çıktığıdır. Bence MİT arşivinden yasa dışı yöntemlerle alınıp sızdırılmıştır. Bunu MİT yönetimi yapmamıştır, çünkü çıkarları yok, hedef oldular.

- Fırat Haber Ajansı yayınlayınca siz de şüphe altına girdiniz tabii.

- Fırat ajansı bunu Dicle Haber Ajansı'ndan almış. Ben görünce hemen aradım, nedir bu diye. Fırat'ın sabah nöbetçisi bunu Dicle internet sayfasında görünce alıp koyuyor. Ama birazdan aradı, Dicle kaldırdı, bende kaldırıyorum dedi. Sorduk, Dicle'dekilerin de bundan haberi yok. Sonra anladık ki, bilgisayar korsanlığı yöntemiyle Dicle'nin sayfasına Oslo tutanaklarını koymuşlar.

- İmralı tutanaklarının Milliyet'te yayınlanmasında da adı geçti Dicle Haber Ajansı'nın değil mi?

- Doğru. BDP soruşturma yaptı. Hem Dicle muhabiri, hem basın görevlisi uzun süre inkâr etmişler kendilerince alınıp gazeteye verildiğini. Sonra bunlara 'Hükümet kimin yaptığını öğrenmiş, elde kayıt var' deyince kabul etmişler yaptıklarını. Ben o yüzden diyorum ki, elimizi çabuk tutmalıyız.

- Ne olur çabuk tutmazsanız?

- Bu süreci birileri sabote edebilir. Savaştan çıkarı olanlar, içte ve dışta süreçten çıkarları zarar görenler olabilir, bunlar sabote etmeye çalışabilir.

Haberin Devamı

- Çözüm deyince her halde sadece ana dilde eğitim anlamıyorsunuz; başka ne anlıyorsunuz?

- Bu çözüm yalnızca Türkiye sınırları içinde kalmaz, Türkiye sınırlarını aşan bir etkisi olur. Bakın, biz Misak-ı Milli'yi özellikle vurguluyoruz. Misak-ı Milli, 28 Ocak 1920'de Osmanlı Meclisi'nin son aldığı karardır ve Mondros Mütarekesindeki sınırların korunmasını söyler. O gün ne Kuzey Suriye'de, ne Kuzey Irak'ta bir tek İngiliz askeri yoktur. İngiliz askeri Musul'a bir hafta sonra girmiştir. Urfa, Antep, Maraş Fransız işgaline direnmeseydi, şimdi Misak-ı Milli dışında mı diyecektik? Berlin-Bağdat demiryolu hattıyla ülke sınırı çizilmiş, bu kutsal bir sınır değildir. Türkiye bundan 100 yıl önce bir imparatorluktu, orada yaşayan halkların iradesi dışında bölündü. Türklerin, Kürtlerin, Arapların rızası hilafına, bu coğrafyaya yabancı güçler tarafından bölündü. Misak-ı Mili'nin güncellenmesi bizim bir talebimizdir.

SINIR DEĞİŞMEDEN DE MİSAK'-I MİLLİ TANIMLANABİLİR

PARİS CİNAYETLERİ

- Paris cinayetlerinde gelişme var mı? Ne olduğunu anladınız mı?

- Geçenlerde ailelerin avukatını gördüm. Fransızlar pek bilgi vermiyormuş.

- Adi olay olma ihtimali nedir sizce?

- Bence adi olay olma ihtimali yok. Bu kişiye ait yeni bilgiler çıkıyor ortaya. Geçmişte Münih'te Mevlana Derneği diye bir yere girmiş. Bir süre önce bizim Nedim Seven'e ulaşmaya, evine gitmeye çalışmış. Bence bu şahsın arkasında 2011'deki Sri Lanka yönelimi tartışılırken alınmış bizim yönetim kademelerini imha kararları, onların yansıması var. Bendeki kanaat izlerin Ordu içindeki Özel Harp Dairesi’ne doğru gittiğidir.

- Olaya dair somut bilgi var mı sizde?

- Fidan arkadaşımız 12:32'de burayı, Brüksel'i aramış, iki dakika konuşmuş, hiç bir olağandışılık yok. Telefona çıkan arkadaşımız gitti ifade verdi. Olaydan kısa süre öncedir. Bürodaki son işlem 12.43’te bilgisayarın açılıp internete girilmesi olmuş, 12.56’da şahıs binadan çıkıyor. Ne olduysa o 13 dakikada olmuş. Biz elimizdeki her bilgiyi Fransız makamlarına iletiyoruz. Bu cinayetler mesela süreci aksattı. Diyarbakır'daki cenaze töreni hem bizim, hem hükümet için çok önemliydi, neyse ki orada herkes sorumlu davrandı, sorun büyümedi. Ama süreç yeni sabotajlara açıktır. Adalet Bakanı Sadullah Ergin diyor ki, 'Sürecin başarılı olması halinde ne olacağı henüz belli değil, ama başarılı olmaması halinde ne olacağı belli; kan dökülmeye devam edecek. Kendisine katılıyorum. Barış umutları hazır yeşermişken soldurmamak lazım. Çünkü barışın alternatifi yeniden çatışmadır. Kaybet-kaybet döngüsüne devamdır. Bugüne dek yaşadıklarımız bize ders olmalı. Olmazsa, bundan sonraki süreçlerin inandırıcılığı da kalmaz.

- Yalnız siz şimdi sınır değişikliklerinden, Suriye ve Irak devletlerinin egemenliklerinden söz etmiyor musunuz?

- Biz yeni bir savaş istemiyoruz. Sınır değişmeden de Misak-ı Milli'yi yeniden tanımlamak mümkün. Türklerle Kürtler arasında demokratik bir ittifaktan söz ediyoruz. Yine Belçika örneğini vereyim. Hollanda dilini konuşan bölgeden Hollanda'ya gittiğinde sınır bir formalitedir. O sınırın iki yanındakiler günlük hayatlarında birlikte yaşar, ticaret yaparlar, bir fark yoktur zaten; sınır varsın, kalsın.

- Ama Avrupa Birliği diye bir oluşumun parçası bu ülkeler. Gümrük kontrolünü kaldırmış, ortak paraya geçmişler, ortak dış politika, Anayasa arayışındalar. Suriye'nin Irak'ın hali malum, bu pratikte mümkün mü sizce?

- Her şey bir günde olsun diyen yok ki. Bunlar ortak hedefler olmalı. Barış sağlandıktan sonraki ortak hedeflerden söz ediyoruz.

- Sanki bir federasyon iması mı var sözlerinizde?

- Bu tartışarak bulunabilir. Yönetim şekli tartışarak bulunur. Öcalan (Zübeyir Aydar mülakat boyunca ‘Başkan Apo’ diye hitap ediyor-MY) daha önce AB'nin kökenindeki kömür ve çelik birliği örneğini vermişti. Biz de Fırat ve Dicle Havzası Su Birliği oluşturabiliriz mesela Türkler, Kürtler ve Araplar olarak. Demokratik ittifak ile bölgeye bir model sunmuş oluruz birlikte. Bunun Türkiye'ye Orta Doğu'ya siyasi katkısı, istikrardır, ekonomik, kültürel yansımaları olur; çözüm Türkiye'nin sınırlarını aşar derken bunu da söylüyoruz. Ama diyoruz ki, Kürtlerin varlık, güvenlik ve özgürlüğü garantiye alınsın, siyaset yolu tam açılsın.

- Ne demek istediğinizi biraz daha açar mısınız?

- PKK ve KCK dâhil, herkes için legal alanda siyaset yapma önündeki engeller kalksın istiyoruz. Bu, cezai kovuşturma olmadan, herkese siyaset yapma hakkı demektir. Şimdi, bizim tarafta bütün yetki Öcalan’dadır. Ona adamları sınır dışına çektir, silahları bıraktır, başka her şeyi yaptırıp İmralı'da öylece tutmak doğru bir şey midir?

Biz 30 yıllık bütün mağduriyetlerin son bulmasını istiyoruz. Bütün olumsuz sonuçların ortadan kalkması lazım... Bir helalleşmeden bahsedersek, bu herkes için geçerli olmalıdır, iki taraflıdır.

“BÜTÇEDEN ÖNCE BİTİREBİLİRİZ”

- Bir genel af mı istediğiniz?

- Genel af demeyelim, karşılıklı helalleşme diyelim. Size bir örnek vereyim. Geçenlerde İngiltere Kraliçesi, İrlanda hareketinin önde gelenlerinden Martin MacGuiness'in elini sıktı diye olay oldu. Üstelik diğeri cezaevinde filan değil, üstelik artık İrlanda kabinesinde bakan olmuş haldeyken, kaç yıl sonra... Dünyada da oluyor böyle şeyler, örnekleri var. Sorunu çözmek istiyorsak, sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldıralım.

- Murat Karayılan, militanların çekilmesindeki zorluklardan söz etti, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da 'Aceleye getirmeye gerek yok' anlamında konuştu. Ancak Ankara'daki hava, bütçe görüşmeleri Kasım başında başlamadan çekilme işinin tamamlanması yönünde. Sizce çekilme yetişebilecek mi?

- Bana göre, elimizi çabuk tutmamız lazım. Birkaç gün önce Başbakan Tayyip Erdoğan 'Bu işi 2013 sonuna dek bitirmemiz lazım' dedi. Çünkü sonra 2014 yerel seçim süreci başlıyor. Benim gönlümden geçen, çekilmenin de ötesinde, bütçe görüşmeleri başlamadan bütün aşamaların katedilmiş olmasıdır. Yani çekilme, demokratik Anayasa, yasal düzenlemeler, geri dönüş ve normalleşme aşamalarını tamamlayabilmemiz lazım.

MANDELA NASIL ÇIKTI?

- Önümüzde 6-7 aydan söz ediyorsunuz? Pek fazla zaman sayılmaz, değil mi?

- Size bir şey anlatayım, hem de komik bir şey. Üç hafta kadar önce Nelson Mandela'nın avukatı Essa Moosa buraya geldi. Daha önce 23 Şubat'ta İsviçre'de bir konferansta birlikte konuşmacıydık, sonra bizi ziyarete geldi. Dedi ki, Güney Afrika'da apartheid, ırk ayırımı sırasında biz işler hızlansın diye çok uğraştık, ama hızlandıramadık. Sonra De Klerk hükümeti net bir karar aldı işi bitirmek için. Sonra biz hükümetin hızına yetişemez olduk. Bir cuma günü hükümetten avukata bir telefon geliyor, pazar sabahı 8'de Mandela'yı salıveriyoruz, gelin, alın diye. Bunların eli ayağına dolanıyor, hiç bir hazırlıkları yok. İstiyorlar ki en azında kitlesel bir karşılama yapsınlar. Bu avukat, hükümete telefon etmiş, 'Ne olur bir kaç gün daha tutun, hazırlık yapalım' diye, iyi mi? Olmaz demişler. Bana dedi ki, en fazla pazar öğle saat 1'e kadar oyalayabilmişler, sonra hükümet Mandela'yı salıvermiş. Biz de istiyoruz ki, hükümet o kadar hızlı gitsin ki, biz yetişmekte zorlanalım. O yüzden elimizi çabuk tutalım diyorum.

- Siz KCK yürütme kurulu üyesisiniz, PKK'daki en etkili isimler arasındasınız. Elinizi çabuk tutmaktan herhalde sadece Karayılan değil, siz de sorumlusunuz, değil mi?

- Evet, ben de sorumluyum. Bu okunan çağrı öncesi Öcalan dört mektup yazdı, aynı mektup, biri hükümete, biri Kandile, biri bize, biri BDP'ye, biliyorsunuz. Orada 'Genel mutabakat metni olarak adlandırdığım' diye bir ifade var. Yani protokol anlamında değil, ama konsensüs anlamında hükümetle aralarında mutabakata benzer bir yaklaşım olmuş. Sonra bir takım maddeler sıralanıyor. Orada yazılanları hükümet de, biz de yapsak işler hızlanır. İki taraf da anlaşırsa yapılmayacak diye bir şey yok.

PKK YÖNETİMİ TABANA ANLATIYOR

- Yönetiminiz içinde çözümü istemeyenler var mı?

- Türkiye'de şunu tartışanlar var: Örgüt yöneticileri lüks içinde, rantı bırakmak istemiyorlar, ondan bitmiyor diye. Bunlar bir zamanlar psikolojik savaş birimlerinde hazırlanmış, sonra da geniş kitlelerin inanması sağlanmış yalanlardır. Sizi temin ederim, ben dahil, örgüt yönetimimizdeki herkes, neredeyse derviş gibi, neredeyse bir lokma, bir hırka anlayışıyla yaşar, bizim yapımız budur. Biz yönetim olarak barışa hazırız, kadrolarımızı da hazırlıyoruz. Başkanın mektubu geldiğinde bütün yönetim kademelerinde toplantılar yapıldı, mektup okundu, tartışıldı. Ne burada, ne dağda, yönetim düzeyinde bir tek kişi karşı çıkmadı. Başkan diyor ki mektubunda, bu süreç bir zorunluluk değildir, barış ve demokrasiye gitme anlayışıdır.

Şimdi bilgilendirme toplantılarına başlıyoruz, Avrupa'da, Irak'ta, Türkiye'de, dağda, şehirde, her yerde. Süreç hakkında soru işaretleri olanlar var, onları yanıtlayacağız ve ikna etmeye çalışacağız. Bunları bir ay içinde tamamlayacağız; dağlık ücra yerleri bilemem ama merkezi yerlerin tamamında bu süreç bir ayda biter.

Ben Oslo sürecinin de baştan sona içindeydim. O zaman bu kadar umudum yoktu, şimdi daha fazla.

BAYRAKLA, SINIRLA SORUNUMUZ YOK

- Öte yandan bir bayrak tartışması var, Nevruz'da Türk bayrağı alanda olmaması nedeniyle hükümet eleştiri altında.

- Ben bu tartışmayı doğru bulmuyorum. Daha önceki Nevruzlarda da yoktu ki.

- Ama bu Nevruz'un siyasi anlamı vardı.

- Hükümetten biri tertip komitesini uyarsaydı, asılırdı da. Kürtlerin Türkiye'nin bayrağıyla bir sorunu yoktur. Her devletin bir bayrağı vardır. Bayrağın değişmesi gibi bir talebimiz de yoktur. Bayrakla sorunumuz yok. Ama kendi renklerimizi de korumak isteriz. Mesela İspanya'da ülke bayrağının yanı sıra özerk bölgelerin bayrakları da asılıyor. Adı çok önemli değil, vilayetlerin de bir simgesi olabilir. Bunlar aşılabilir sorunlar. Bizim Türkiye'nin sınırlarıyla da bir sorunumuz yoktur. Biz ülkeyi bölmek istemiyoruz, bu ülke bölünmez. Bizim sorunumuz iç işleyişle, yönetim şekliyle, ilişki biçimiyledir. Kürt sorununu çözerse Türkiye büyür. Bugün dünyanın 17'inci ekonomisi, Kürt sorununu çözerse daha üst sıralara yükselecektir. Bakın düne kadar Kürtler en büyük tehlike görünüyordu, bugün Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi Türkiye'nin en iyi ortakları arasında.

- Bu sözleri söyledikten sonra, olmadı deyip tekrar silahlı saldırılara başlamak, silahlı mücadeleye dönmek çok daha zor olmayacak mı? O zaman hükümetin size karşı 'Her şeyi denedik, olmuyor' söylemi meşruluk kazanmayacak mı?

ERDOĞAN BARIŞ İÇİN BİR ŞANS

- Hükümet bir risk alıyor, bu doğru, biz de alıyoruz. Tayyip Erdoğan gibi risk alan bir kişinin aynı zamanda halkın desteğinden gelen gücünün de bulunması barış için bir şanstır. Bizim tarafta da bu riski Öcalan’dan başka alabilecek güçte başka kimse yoktur. Bu da bir şanstır. Hükümetin Öcalan'ın işini kolaylaştırması lazım. Bu iş 11 metrekarede sınırlı kalamaz. Bu süreci durmadan dışarıya mektup yazarak sürdürülmesi zor. Bir sekretaryaya, danışmanlara, basınla, başkalarıyla görüşmeler yapmaya ihtiyacı var. Barış ve çözüm sürecinde üzerine düşen rolü daha iyi oynayabilmesi için şartlarının düzeltilmesi lazım.

HÜKÜMETİN CHP’Yİ KATMASI LAZIM

- Çözüm sürecinin Erdoğan'ın başkanlık talebine desteğe dönüşeceği eleştirilerine ne diyorsunuz?

- Bizim için Türkiye'nin demokratik bir ülke olması hedeftir. ABD'de başkanlık, Fransa'da yarı başkanlık sistemi var, demokrasileri de bizden iyi işliyor. Önemli olan demokratik kurumların işleyişidir. Başkanlık sistemine değil, ama tek adam yönetimine dönüşmesine karşıyız.

- Sürecin Meclis'e yansıması nasıl olabilir sizce?

- Bizce bu sürecin içinde CHP'nin olması önemlidir. Hükümet, CHP'nin sürece katılması için daha ısrarcı, kolaylaştırıcı olmalı. Keşke MHP de destek verseydi, ama CHP'nin mutlaka katılması lazım. Türkiye'nin kurucu partisi olarak CHP'ye düşen barış ve demokrasinin yeniden kuruluşuna katkı sağlamak, destek olmaktır. CHP tabanında geçmişten tanıştığımız, birlikte çalıştığımız insanlar var, tutum bu olmamalı. Burada hükümete de CHP'ye de düşen sorumluluk var.

 

 

 

 

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!