Güncelleme Tarihi:
Saçlarınız hâlâ sarıya boyalı mı?
Hayır siyah, artık boyamıyorum.
Neden, mesaj yerine ulaştı mı, yoksa vaz mı geçtiniz?
- Yoo, kavga devam ediyor ama boyalar saçımı fena halde yıprattı. ‘‘Pain et chocolat’’ (Ekmek ve Çikolata) diye bir İtalyan filmi vardı, orada İsviçre'deki göçmenlerden biri saçlarını sarıya boyuyordu, görenler kendisini İsviçreli sansın diye...
Bu tavrınız sizin çevrenizdeki insanları, göçmenleri de şaşırttı mı?
- Hayır, sanıyorum ki çoğu ne demek istediğimi anladı. Mesaj yerine ulaştı. Saçını sarıya boyayan çok var.
Peki sizin mesajınız neydi?
- Bu benim için faşizmi kınamanın bir yoluydu. Her gün gözümüze sokulan benim tam zıttım, mavi gözlü, sarı saçlı insan tipine illallah demenin bir yoluydu. İsa'nın bile sarışın olduğunu iddia edenler var. Filistin'den gelenler bildiğim kadarıyla esmer olurlar... Kısacası, benim saçımı sarıya boyatmam, ari ırk diktatörlüğüne karşı bir tür meydan okumaydı.
DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK
‘‘Douce France’’ı (müşfik/güzel Fransa) söylemek de çok irkitici, sarsıcı bir şeydi.
- Evet, o da siyasi bir tavırdı.
Bir röportajda, ‘‘Tıpkı Sid Vicious'ın 'My Way'i söylemesi gibi’’ diyordunuz.
- Kesinlikle öyle.
Bu mesajın da yerine ulaştığını hissediyor musunuz?
- Her zaman değil. Çünkü zaman zaman insanların daha farklı kültürel referansları oluyor, bu doğru. Kendini anlatmak her zaman kolay değil. Bazı insanların tuhaf tepkileri oldu, Fransa'daki entelektüellerin büyük bir kısmı ilk başta anlamamıştı. Moda olsun diye yaptığımı sanıyorlardı. Ama ben açıkladıktan sonra, ‘‘Aaaa çok doğru’’ dendi. Aslında pek çok kişi, pek çok entelektüel en genel anlamıyla kavgadan uzaklaşmış, mücadeleyi unutmuş durumda, geri çekilmiş, emekliye ayrılmışlar, sistemin içine girmiş küçük burjuvalar... Verilebilecek bazı mücadeleleri tamamen unutmuşlar. Arada bir mesafe, bir kopukluk oluyor bazen.
Siz artık Fransa'da, İngiltere'de, ABD'de ünlü bir şarkıcısınız, dünyanın aşağı yukarı her yerinde tanınıyorsunuz. Bu ün sizin hayatınızdaki birçok şeyi değiştirdi mi?
- Hayır, değişen bir şey yok. Şarkılarımın ulaştığı dünya genişledi sadece. Ama daha en başından beri bütün dünya için söylemek istiyordum. Aşağı yukarı her yerde dinleniyor olmak beni memnun ediyor. Benim müziğim çok farklı etkilere açık, dolayısıyla birçok yerde anlaşılıyor olması çok normal.
On yaşındayken Fransa'ya ilk geldiğinizde, ilk intibanız ne olmuştu?
- Yaşadığım ilk şoktu, soğuktu. Daha önce hiç kar görmemiştim.
Sizin gençliğinizle karşılaştırırsak, göçmenlerin, Arap gençlerin durumunda bugün çok değişiklik var mı?
- Bana durum çok değişmiş gibi gelmiyor. Fransa'da ne zaman siyasi bir sorun olsa, meselenin nedeni olarak hep göçmenler gösteriliyor. Yıllardan beri bu değişmedi, hep aynı sorun. Bu başta aşırı sağ olmak üzere, birçok siyasetçinin söylemi. Bir yanda Le Pen var ama, asıl önemlisi onun fikirlerini paylaşan insanların sayısının sanıldığından daha fazla olması. Bütün toplumda Le Pen'ci bazı fikirler hâkim.
Şimdi Fransa'da sosyalistler iktidarda. Bu size biraz olsun iyimserlik veriyor mu, durumu değiştirebilir mi?
- Bu beni iyimser yapmıyor. Neşeli karamsar yapıyor.
Avrupa Topluluğu hakkında ne düşünüyorsunuz, böyle bir birliğe doğru gidilmesi, bir parça daha uluslararasılaşma anlamına geliyor mu sizce?
- Sanmıyorum. Türkiye, Avrupa Topluluğu'na girdiği zaman Avrupa Birliği hakikaten birlik olacaktır. (Gülüyor)
Kassovitz'in ‘‘La Haine’’ (Protesto) filmini gördünüz mü?
- Evet, ama beni alakadar etmiyor. Bence hakikati yansıtmıyor. Bence bir fiksiyon filmi o, mankenler defilesi.
Peki şu sıralarda ne dinliyorsunuz, hangi müzisyenler sizi etkiliyor?
- Müzisyenler beni etkilemez. Müzik olarak da aşağı yukarı her şeyi dinliyorum. Björk dinliyorum. Muhammed Abdülvahap gibi klasik olarak adlandırabileceğimiz müzikler dinliyorum. Flamenko dinliyorum, tekno... Her şey dinliyorum.
Hangi sanatçılara kendinizi yakın hissediyorsunuz?
- Björk'e... Onun yaptığı müzik çok ilginç, sonra başka rock toplulukları... Mesela bir zamanlar Clash'ı çok severdim. Şimdi de sık sık dinlerim.