Güncelleme Tarihi:
FINANCIAL TIMES
Philip Stephens: Avrupa geleceğe mi oynuyor, müze mi olmak istiyor? Karar verme zamanı.
Ekonomik güç önceki tecrübelerimizden daha hızlı ve kapsamlı bir şekilde Doğu’ya kayıyor. Krizden önce İngiltere serbest piyasa, hafif regülasyon ve canlı bir finans hizmetleri sektörüyle beraber “akıllı bir liberalizme” sahip gibi görünüyordu. Halinden memnundu. İçeride refah, dışarıda prestij sahibi idi.
Ama “bırakınız yapsınlar” artık moda değil. Sterlin değer kaybetti. Ama İngiliz ekonomisi yine de dünya çapında. Dünyaya satabileceği fikirleri ve yetenekleri var. Ordusu savaşmaya hazır. Lisanı her yerde konuşuluyor. Bütçe açıkları kapanabilir. Ama Çin böyle büyüdükçe nispi gerileme İngiltere ve Avrupa için kaçınılmaz. Bunun da jeopolitik sonuçları olacaktır.
Ama Çin zenginleşiyor diye biz fakirleşmek zorunda da değiliz. Ayrıca sadece parayla nüfuz olmuyor, bakınız Japonya.
İngiltere bütçe açıklarını kontrol etmek için dış sorumluluklardan kaçınacak, askeri harcamalarını azaltacaktır. Bu arada Muhafazakarlar ABD kadar Avrupa’ya da ihtiyacımız olduğunu anlamalı. Dışişleri Bakanı Londra’nın AB üzerinden küresel etkisini devam ettirebileceğine inanıyor.
Avrupa kendi hakkında ne düşünürse düşünsün, başkaları onun gerilemeyi benimsediğine inanıyor. İngiltere ve Fransa’nın küresel bir perspektifleri var ama Avrupa’da bir çokları daha sessiz-sakin bir hayatı tercih ediyor. Merkel de bazen bunlara dahil. Kimin AB Başkanı olacağı tartışması bu sorunun bir yansıması.
Martin Feldstein: ABD dış ticaretinde 500 milyar dolar açık, Çin ise 350 milyar dolar fazla veriyor. Dengesizliklerin azalması için Çin parasının değeri yükselmeli. ABD tasarrufunu, Çin harcamalarını arttırmalı.
İki alanda da ilerleme var. ABD’de tasarruflar artıyor. Çin’de tüketici harcamaları devletin de teşvikiyle yüzde 15 arttı. Devlet ayrıca büyük altyapı yatırımları yaptı, ucuz konut atılımı başlattı. Obama yönetimi de ileride açıkları azaltacak bir bütçe hazırlamalı.
Ama bunlar yeterli değil. Dolar düşmeli ve Amerikalı üreticilerin rekabet gücü artmalı. Yoksa tüketimdeki azalma sağlıklı olmaz, ABD ekonomisi zayıflar, işsizlik artar.
Çin parasının değerlenmesine hala direniyor. Böyle giderse ekonomisi aşırı ısınacak. Halbuki parası değerlense talep mamul mallardan hizmetlere kayacak ve hem küresel hem de ülkenin iç dengesizlikleri azalabilecek. Çin de eğer ABD ileri teknoloji ve askeri satışlardaki engellemeleri azaltırsa ticaret dengesizliğinin azalacağını iddia ediyor.
Ama Washington güvenlik kaygıları nedeniyle bunu yapamaz. Ayrıca bu adım muhtemelen açığın büyüklüğünden çok içeriğini değiştirir. Çin ekonomisi büyüyor ve parasının değerinin yükselmesine izin verecek kadar kendine güvendiğinde küresel dengesizlikler de azalacak.
FOREIGN POLICY
Ian Bremmer: Afganistan’ın Irak’tan daha zor olacak olmasının beş nedeni var.
1) Siyasi meşruiyet: Irak’ta Ocak ayında yapılacak seçimlerden sonra birçok siyasi manevra, karşılıklı suçlamalar ve krizler göreceğiz. Ama seçmenler büyük oranda sandığa gidecek. Ülkenin siyasi kurumları yavaş yavaş olgunlaşıyor ve meşruiyet kazanıyor. Bu Afganistan için geçerli değil. Kimse Karzai’nin gerçekten kazandığına inanmıyor, inanmayacak. Karzai’nin ülkede gerçek bir siyasi tabanı yok.
2) Yerel kuvvetlerin eğitimi: Irak’tan ABD askerlerinin çekilmesi güvenlik boşluğu yaratabilir. Yolsuzluk ciddi bir problem. Ama Bağdat Hükümeti geçmiş yılda araziyi kontrol etme ve isyancıları yenme konusunda önemli başarılar kaydetti. Ama Karzai’nin meşruiyeti olmadığı için yerel liderler onun kendilerini koruyabileceğine inanmıyor ve “askere yazılmıyorlar”.
3) Uluslararası eşgüdüm: Irak’ta esas güç ABD ve İngiltere’ydi ve aralarındaki uyum iyiydi. Afganistan’da profesyonellik dereceleri, moralleri ve yetenekleri farklı 43 ülke askeri var.
4) Aşiretler/yerel diktatörler:Irak’ta Sünni aşiretlerin ABD ile “yabancı bir düşman” olan El Kaide’ye karşı ortaklık yapması elde edilen başarıların merkezindeydi. Afganistan’da ise ABD Taliban gibi bir iç düşmana karşı yardım istiyor. Bu unsurlar ABD çekildikten sonra Taliban’la müzakere etmek zorunda kalacaklarını bildikleri için buna pek yanaşmıyor.
5) Kaynaklar: Irak’ın petrolü, nispeten iyi eğitimli şehirleşmiş bir seçkinler sınıfı, sınırlı da olsa gelişmiş bir milli benliği, ticaret ve yatırım için avantajlı bir coğrafi konumu var. Afganistan’da bunların hiçbiri yok. Para ya dışarıdan yardım yoluyla ya da uyuşturucu ticareti ile gelecek. İkisi de istikrar için bir temel olmaz.
Hillary Mann Leverett: İran’a eğer ABD ile direk müzakere etme şansı verilirse bunu kullanacaktır.
İran Batı’ya güvenmiyor. Washington İran’la pazarlık yapmanın ne anlama geldiği hakkındaki on yargılarını gözden geçirmeli.Tahran geçmişte birçok kez faydacı işbirliği örnekleri verdi, olayları çarpıtmaktan veya aşırı tepki vermekten kaçındı.
İran’ın ertelemesinin nedeni iç bölünmüşlük ya da oyalama isteği değil. Tahran’da bu öneriye büyük bir destek var. Ama iki sorun bulunuyor:
1) İran nükleer programıyla ilgili uluslararası aktörler tarafından geçmişte birçok kez hayal kırıklığına uğradı. Mesela Fransa 1970’lerde İran’dan 1 milyar dolar almasına rağmen devrim olunca bunun gereğini yerine getirmekten kaçınarak nükleer yakıt sağlamadı. İran, Paris’e artık güvenmiyor.
2) İran’ın yurtdışına göndereceği uranyumu yerine koyması 9 ila 12 ay alacak. İranlılar bu dönemin kendilerini bir ABD veya İsrail askeri saldırısına karşı savunmasız hale getireceğinden endişeliler. Tahran’daki bölünme, reformcularla muhafazakarlar ya da Ahmedinecad yanlıları ile karşıtları arasında değil, Batı’ya ne kadar güvenilebileceği üzerine.
Eğer İranlılar Washington’ın ABD-İran ilişkisinde temel bir değişime gitmeye istekli olduğuna ve İslam Cumhuriyeti’ni kabul etmeye hazır olduğuna ikna olurlarsa bu anlaşma olur. Ama ben ABD’nin niyetlerinden şüphe edilmesini önleyecek gerekli güvenlik garantileri verdiğinden şüpheliyim. Genelde İran’ın kaygılarının gerçek olmadığı, hilekar olduğu ve sözünü tutmayacağına inanılıyor. Bunlar hem pratik anlamda yanlış hem de ırkçı önyargılar.
Ambargolar Rusya ve Çin olmadan İran için yıkıcı olmaz. Bu da zaman içinde askeri seçeneği kaçınılmaz olarak gündeme getirir. Bunun yerine daha gerçekçi bir diplomatik strateji izlemek gerekiyor. Sıfır zenginleştirmede inat etmekten vazgeçmek ve İran’ın programının dışarıdan gözlemlenmesi ve dışarıya yayılmaması ile ilgili önlemlere önem vermek daha doğru olur. Müzakereleri ve ilişkileri nükleer konunun ötesinde görmek ve Büyük Pazarlık için arayışta bulunmak gerekir.
İran sadece bir problem değildir. Nixon, Çin’e yaklaşırken böyle düşünmüştü. ABD Büyük Ortadoğu’daki hedeflerine İslam Cumhuriyeti ile daha yapıcı bir ilişki geliştirmeden ulaşamaz. Çin’le yakınlaşmanın ABD-Japonya ilişkileri açısından sonuçları olduğu gibi ABD-İran yakınlaşmasının da İsrail için olumsuz sonuçları olur. Ama Japon-ABD ittifakı devam ettiği gibi bu arada Çin’den Tokyo’ya yönelik tehdit de azalmıştı.
THE NEW YORK TIMES
David Brooks: Afganistan’la ilgili sorular: Kaç asker? Amaçlar ne? Her yere mi, yoksa sadece şehirlere mi?
Obama gelişmiş zihinsel melekeleri olan, karmaşık iddiaları ve bilgileri dengeli şekilde analiz edebilen biri. Ama aynı zamanda “sert” ve gözü kara mı? Churchill ve Lincoln gibi inatçı mı? Aldığı kararlara sahip çıkacak mı? Savaşı halka anlatacak mı? Yoksa işler kötüye gittiğinde sıvışacak mı? Afganistan’ı gerçekten önemsiyor mu, yoksa kampanya sırasında Afganistan’ı sadece yumuşak olmadığını göstermek için mi kullandı?
Hızlı ve kolayca olmasa da bu savaş kazanılabilir. Ama Afgan köylüleri, Karzai, Pakistanlılar ve İranlıların Obama’nın kararlı olduğunu bilmeleri lazım. Eğer Obama bu işe inanmıyorsa, bir ileri bir geri gitmek yerine belki de hemen çekilmek daha iyi.
Judy Dempsey: Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ülkesini Amerikan nükleer silahlarından temizlemek istiyor ama İngiltere ve Fransa bundan sonra gözlerin kendi silahlarına çevrileceğinden endişe ediyor.
Ayrıca NATO içinde bu fikre ciddi muhalefet var. Bazıları bu silahlar giderse NATO dayanışması zayıflar diye endişe ederken, transatlantik denge Avrupa lehine değişir diye umutlananlar da var. Bu silahların varlığı bazı Avrupa ülkelerinin nükleer silah geliştirme gereğini ortadan kaldırıyor ya da onları böyle bir şeyi denemekten caydırıyor.
ABD’nin 1970’lerde 7 bin 300 nükleer silah bulundurduğu kıtada bugün bu sayı 480. Silahlar Belçika, Almanya, Hollanda ve Türkiye’de konuşlanmış durumda. Yunanistan 2001’de silahların ülkesinden çekilmesini istediğinde ABD buna direnmemişti. Füzelerin sınırlı menzili onları Orta Doğu’ya karşı kullanılma imkanı vermiyor. Yeni üretilen Eurofighter savaş uçakları bu füzeleri taşıma yeteneği taşımıyor.
Westerwelle sakin sakin söylerse Amerikan nükleer silahlarının çekilmesini sağlayabilir.
THE WASHINGTON POST
Charles Krauthammer: Eski bir Sovyet şakası: Yıl 1953, Stalin Kruşçev’e der ki, “Sana üç zarf bırakıyorum, her krizde birini aç.” İlk kriz olduğunda Kruşçev zarfı açar. İçinde “Bütün hatanın bende olduğunu söyle. Stalin Amcan” yazmaktadır. Birkaç yıl sonra başka bir krizde ikinci zarf açılır ondan çıkan mesaj da aynıdır: “Bütün hatanın bende olduğunu söyle. Stalin Amcan”. Üçüncü krizde yine zarf açılır. Bu sefer farklı bir mesaj çıkar: “Üç zarf hazırla”.
Obama da domuz gribi hariç her konuda (ekonomi, küresel ısınma, kredi krizi, Ortadoğu, Afganistan, bütçe ve dış ticaret açıkları, Amerikan aleyhtarlığı) Bush’u suçluyor. Sanki Obama Başkanlığı daha başlamadı.
Obama Afganistan için bir strateji açıklamıştı. Bir sorun var ki şimdi onu gözden geçirme ihtiyacı duyuyor. Ama bu normal, Afganistan ve Irak gibi savaşlarda sürekli yeni gerçeklere uyum sağlamaya çalışırsın, yeniden ayarlama yaparsın.
ABD iki savaşta da hem çok kayıp vermemek hem de boğucu bir işgal görüntüsü yaratmamak için fazla büyük bir “ayak izi” bırakmamayı düşünüyordu. Bu ikincisi makul bir varsayımdı ama doğru çıkmadı. Çünkü hem düşman dayanıklı çıktı, hem de yerel halklar işgalin olumsuz etkisinden çok ortamın güvensiz olmasına daha fazla önem verdiler. Bu da onları direnişçilere itti.
Petreaus’un dediği ve Irak’ta yaptığı gibi “halkı koruma temelli” bir strateji gerekiyor. Taliban karşıtlarının morallerinin bozulmaması işgalin yarattığı olumsuz gücenmeden çok daha önemli.
Şimdi Obama Afganistan’da, Bush’un Irak’ta 2006’daki durumuyla karşı karşıya. İlk planının başarılı olmadığını kabul etmesi övgüye değer. Ama artık gerçek bir başkan gibi davranması gerekiyor. Çünkü zarfları tükendi.
David Ignatius: Afganistan’da başarı ile yenilgi eşit ihtimal. Asker artırımı Taliban’ı bozdu ama şehir merkezlerini güvence altına almaya yetmedi. Ve bu durum sürdürülebilir değil.
Obama yeni asker göndermeli. Amaç ülkeyi dönüştürmek değil ama kendi ordu ve hükümeti güçlenen kadar zaman kazanmak. Bir yıl sonra durum belki geri döndürülemez derecede kötüleşir ama şu anda denemekten kaçınmak hata olur.
Robert Kagan: İran’la diyalog politikası başarısız olursa Obama bunu kabul edebilecek mi? Ya sonra ne yapacak? “Sert oynamayı” biliyor mu?
Tahran kendisine yapılan ve Baradey tarafından da desteklenen İran’ın niyetlerini deneme amaçlı son öneriyi sulandırmaya çalışıyor. Öneriyi aynen kabul etse bile bu onun nükleer silahlara ilerlemesini durdurmayacak sadece yavaşlatacak. Obama bir an önce yeni ambargolar uygulamalı ama o bağlantı politikasını araç değil amaç olarak görüyor.
İran her bir teklifi reddettiğinde Obama yeni bir teklif yapacak. Sonra bir bakacağız ki İran bombayı yapmış. O zaman da “cini şişeye geri sokmak” için müzakere yapacak.
Bu arada Rusya, İran konusunda ABD ile işbirliği yapacağı varsayıldığı için, şimdiden peşin peşin ödüllendiriliyor ama aslında Moskova da bizimle oyun oynuyor.
Tahran rejimi ülkede kontrolü tekrar sağlamak için zaman kazanmaya çalışıyor. Onlar için bu sonu olmayan müzakereler sadece ödün vermeyi ertelemek demek değil, aynı zamanda içeride yeni huzursuzluklar doğurabilecek ambargolardan da kaçmak demek. Bu elimizdeki en iyi kart ama Obama poker oynamayı biliyor mu?