Güncelleme Tarihi:
Danıştay'ın 139. kuruluş yıldönümü ve “İdari Yargı Günü” dolayısıyla Danıştay'da düzenlenen törene, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Yargıtay Başkanı Osman Arslan, YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Mahmut Acar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi üyeleri ile çok sayıda davetli katıldı.
Cumhurbaşkanı Sezer, salona girerken, Danıştay mensupları tarafından ayakta alkışlandı.
İstiklal Marşı'nın okunması ve saygı duruşunda bulunulmasının ardından müzik dinletisi sunuldu.
Danıştay Başkanı Çörtoğlu, törende yaptığı konuşmamda, 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay'a yapılan saldırıya değinerek, insanlık tarihinde kara bir leke olarak anılacak bu saldırının münferit bir olay olmadığını, başta laik devlet düzeni olmak üzere Cumhuriyeti, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, yargı ve yargıç bağımsızlığını hedef aldığını söyledi.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Yüksek Mahkeme'ye bu düzeyde saldırıda bulunulduğunu ifade eden Çörtoğlu, “Mesai saatleri içinde 2. Dairemizin toplantı odasına kadar girilmek suretiyle mensuplarımıza saldırılmasında cesaretin ve gücün nereden alındığı, ayrıca üzerinde durulması gereken konuların başında gelmektedir” dedi.
Danıştay'ın 138. kuruluş yıl dönümü töreninde yaptığı konuşmayı anımsatan Çörtoğlu, bu konuşmada kimi kararlara karşı duyulan memnuniyetsizliğin eleştiri ve yorum sınırlarını aştığını, yargı mensuplarını yıpratma, hatta hedef gösterme girişimlerine dönüştürüldüğünü söylediğini belirtti.
“EMNİYET, RESEN HAREKETE GEÇMELİ”
Çörtoğlu, geçen yılki konuşmasında tehlikenin varlığına işaret ederek yargıya sahip çıkılması gerektiğinin açık ve net ortaya koyduğunu belirterek, şunları söyledi:
“Maalesef, üzerinde önemle durduğumuz hususlar, devlet adına yetki kullanan makamlarca önemsenmemiş, kuruluş yıl dönümlerinde aynı açıklamaların hep dinlenildiği ifade edilerek, tehlikenin varlığı göz ardı edilmiştir.
'Türkiye'de tehdit düzeyinde irtica yok' denilerek, bu durumun hafife alınması kimi yayın organlarının sorumsuz beyan ve yönlendirmeleri bazı çevreleri cesaretlendirmiş ve ülkemizde pek çok kanlı eylemin yaşanmasına sebebiyet verilmiştir.
Koruyucu ve önleyici güvenlik tedbirlerini almakla görevli olan ve her türlü bilgi ve istihbaratı elinde bulunduran emniyet ve diğer güvenlik birimleri, yakın tehlikeyle karşı karşıya bulunan ve bu tehlikenin varlığına işaret eden kişi ve kurumlara karşı daha duyarlı olmalı, 'bu konuda istemde bulunulmadı' bahanesine sığınmadan, kişi ve kurumları korumak için resen harekete geçmelidir.”
“TARİHSEL BİR OLAY”
Çörtoğlu, 17 Mayıs 2006'da Danıştay'da yaşanan olay basit ve sıradan bir adli vaka olarak nitelendirilemeyeceğine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Zanlısının yakalanmış olması nedeniyle 'çözüldü' denilerek peşi bırakılamayacak ve günlük değerlendirmelerle geçiştirilemeyecek tarihsel bir olaydır.
Bu olay Cumhuriyetle barışık olmayan laik devlet düzenini özümsemeyen ve ülkemizin temel kurum ve kuruluşlarını hedef alan zihniyete karşı her zaman dikkatli olunması gerektiğini en acı bir şekilde bize hatırlatmıştır.
Laik Cumhuriyeti tüm kazanımlarıyla yaşatmayı, hukuku yaşamın her alanında hakim kılmayı amaç edinen Danıştay için 17 Mayıs asla unutulmayacak bir gündür. Bu menfur olayı laik Cumhuriyeti ve onun bağımsız yargısına sahip çıkma ve tehlikelere karşı her zaman uyanık olma gerekliliğinin bir işareti olarak görüyoruz.”
Saldırıda hayatını kaybeden Danıştay 2. Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in üzüntüsünü yüreklerinde hissettiklerini dile getiren Çörtoğlu, saldırıda yaralananların iyileşerek aralarına katılmış olmasının tesellisini yaşadıklarını söyledi. Çörtoğlu, Danıştay'ın, 17 Mayıs saldırısını büyük bir sağduyu ve metanetle karşıladığını vurgulayarak, Yüksek Mahkeme'ye yaraşır erdemle hareket ederek tahrik ve yönlendirmelere kapılmadığını belirtti.
Çalışamaz hale getirilmiş 2. Daire heyetinin yeniden oluşturulduğunu ve yargısal görevine ara vermeden devam etmesinin sağlandığını ifade eden Çörtoğlu, yargıya yapılan bu saldırının kamu düzeninin bütününe, Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine yapıldığını kaydetti.
LAİKLİK
Sumru Çörtoğlu, konuşmasında “Laiklik” başlığı altında değerlendirmelerde de bulunarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu anımsatarak, bu dört niteliğin Cumhuriyetin temeli, değiştirilemeyecek, değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek anayasal hükümler olduğunu belirtti.
Laikliğin, Cumhuriyetin temel unsuru, egemenliğin kaynağı, çağdaş yaşamın teminatı olduğunu vurgulayan Çörtoğlu, “Bu nedenledir ki laiklik, dini kuralları devlet düzeninin dışında tutarak, dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç olmasını önler” diye konuştu.
Laik devlet düzeninin olmadığı, din kurallarının toplumsal yaşama egemen olduğu bir ortamda özgürlükten ve demokrasiden söz etmenin olanaksız olduğunu kaydeden Çörtoğlu, bu bağlamda, laikliğin eğitimin, kültürün, hukukun, dinden bağımsız olmasını, devletin dine dayalı düşünce ve akımların etkisinden arınması anlamını da taşıyacağını belirtti. Çörtoğlu, laikliğin tanımı, anlamı ve içeriğinin Anayasa'nın başlangıç kısmı ile 2, 4, 14, 15, 24 ve 174. maddeleri ve bu maddelere dayalı Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarında açıkça belirtildiğini vurguladı.
“İRTİCA İLE MÜCADELE”
Maksatlı çevrelerce laiklik ilkesine bağlı laikliği koruma ve yaşatma bilincinde olan duyarlı vatandaşlara çeşitli benzetme ve nitelendirmelerde bulunulduğunu söyleyen Çörtoğlu, şöyle devam etti:
“İrtica ile mücadelede Cumhuriyetimizin laik yapısının korunmasında dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal amaçla kötüye kullanılmasının önlenmesinde toplumsal duyarlılığı önemsiyor, onu laik devlet düzeninin en büyük teminatı olarak görüyoruz.
Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her türlü hareket irticadır. Önem ve öncelik sıralaması zaman içerisinde değişkenlik göstermekle birlikte Türkiye'de irtica tehdidi her zaman olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal birliğine ve bütünlüğüne yönelik her türlü irticai faaliyet üzerinde kararlılıkla durulmalı, bireyin iç dünyasına yönelik olan din ve vicdan özgürlüğünün kamu düzenini bozucu eylemlere dönüşmesine izin verilmemelidir.”
Çörtoğlu, laiklik ile devletin ve demokrasinin olduğu kadar herkesin dini inanç, vicdan ve kanaat hürriyetinin de korunmasının amaçlandığının unutulmamasını isteyerek, “Bugün eğer vatandaşları din ve vicdan özgürlüğüne sahip demokrat bir Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığından söz edebiliyorsak, bunun laiklik ilkesinin bir eseri olduğu hususunda hiç kimse duraksama yaşamamalıdır” diye konuştu.
“TEMEL DEĞERLERİMİZİ HEDEF ALAN, BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİ BOZMAYA YÖNELİK GİRİŞİMLER HİÇBİR ZAMAN AMACINA ULAŞAMAYACAKTIR”
Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, Türkiye Cumhuriyeti'nin “ulus devlet” prensibiyle kurulduğunu belirterek, “Temel değerlerimizi hedef alan, birlik ve beraberliğimizi bozmaya yönelik girişimler hiç bir zaman amacına ulaşamayacaktır” dedi.
Çörtoğlu, Danıştay'ın kuruluşunun 139. yılı dolayısıyla Danıştay'da düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, “ulus devlet” prensibi üzerine kurulduğunu, Cumhuriyetin kurucusu Yüce Atatürk'ün, Türk kavramını, ırk esasına dayandırmadığını, ulusu, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Ulusu denir” şeklinde tanımladığını söyledi.
Çörtoğlu, Anayasa'da, Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak bireyler olarak görüldüğünü, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olarak kabul edildiğini kaydetti.
Etnik kökeni, dini ne olursa olsun tüm yurttaşları çağdaş ulus devlet anlayışı içerisinde bir gören Türkiye Cumhuriyetinin temel ögelerinin tek devlet, tek ülke, tek ulus, tek dil ve tek bayrak ülküsü olduğunu vurgulayan Çörtoğlu, “Bu temel değerlerimizi hedef alan, birlik ve beraberliğimizi bozmaya yönelik girişimler hiçbir zaman amacına ulaşamayacaktır” dedi.
KADININ TOPLUMSAL YAŞAMA KATILIMI
Türk kadınının toplumsal yaşama katılımı konusundaki görüşlerini de dile getiren Çörtoğlu, Türk kadınına özgür insan ve eşit yurttaş kimliğini sağlayanın, Türk ailesini demokratikleştirenin laik Cumhuriyet yönetimi olduğunu belirterek, Türk kadını, ülkenin politik ve kamu hayatında daha etkin rol üstlenerek devlet ve hükümet politikasının hazırlanması ve uygulanması sürecinde yerini almalı, yasama, yönetim ve yargı organlarının her kademesinde temsil oranı daha da yükseltilmelidir” diye konuştu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın yargıçları olan Nezahat (Güreli) ile Beyhan hanımların yargıçlık mesleğine atamalarının yapıldığı 1930 yılından bu yana 77 yıl, Türkiye Büyük Millet Meclisinde onsekiz kadın milletvekilinin yer aldığı 1935 yılından bu yana ise, 72 yıl geçtiğini belirten Çörtoğlu, şunları söyledi:
“Bu süre zarfında Türk kadınının yasama organında temsili ve genel olarak toplam iş gücüne katılım oranının arzu edilen düzeye ulaşmadığı bir gerçektir.
Bu genelleme içerisinde Danıştay'ın, farklı ve diğer kurumlara da örnek teşkil edecek bir özelliğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugün Danıştay'da görev yapan 93 meslek mensubunun 42'si, kadın yargıçlardan oluşmaktadır. Danıştay, kadınların hukuk dünyasında temsili konusunda, Türkiye, hatta Avrupa yüksek mahkemeleri ortalamasının üstünde bulunmaktadır. Danıştay'ın ve Türk İdari Yargısının ulaştığı bu noktada bu yapının etkisini göz ardı edemeyiz.”
Çörtoğlu, Türk kadınının laik cumhuriyet yönetiminin kadına sağladığı haklara sahip çıkması, bu güvenceyi kazandıran yüce Atatürk'ü her zaman ve her koşulda şükranla anması gerektiğini de kaydetti.
HUKUK DEVLETİ VE YARGISAL DENETİM
Hukuk devletinin, tüm organ, kurum ve kuruluşlarıyla üstün hukuk kurallarına bağlı olan ve hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde faaliyet gösteren devlet olduğunu belirten Çörtoğlu, devletin bütün işlemlerinin hukuka uygunluğunun sağlanmasında en etkili yolun, yargısal denetim olduğunu kaydetti. Bu nedenle hukuk devletinde, idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabi tutulduğunu ifade eden Çörtoğlu, “Hukukun üstünlüğünün ise ancak bağımsız yargının denetimi ile yaşama geçirilebileceği tartışmasızdır” dedi.
Hukuk devleti denilince ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve yürütme organının eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasının akla geldiğini, bu denetim işlevi de idari yargı organlarınca yerine getirilmekte olduğunu dile getiren Çörtoğlu, şöyle konuştu:
“Hukukun üstünlüğü, ancak, sınırlandırılmamış ve etkili bir yargı denetimi ile gerçekleştirilebilir. Anayasa'nın 125'inci maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilmesine karşın, yine aynı maddede Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işler ile Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimi dışında bırakıldığı belirtilmiştir. Ayrıca, Anayasamızda olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş durumlarında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararlarının; geçici 15'inci madde ile de Milli Güvenlik Konseyinin ve bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin ve Danışma Meclisinin tasarrufları yargı denetimi dışında bırakılmış; uyarma ve kınama cezalarının yargı denetimi dışında bırakılabileceği öngörülmüştür.
Bu konuların yargı denetimi dışında bırakılmasının, Cumhuriyetimizin hukuk devleti niteliği ile bağdaşmadığı kuşkusuzdur.”
YARGI BAĞIMSIZLIĞI
Çörtoğlu, yargı bağımsızlığının hukuk devletinin en belirgin özelliği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereği olduğunu belirterek, bunun kişi hak ve özgürlüğünün de güvencesi olduğunu söyledi. Yargı, bağımsız, yansız ve güvenceli değilse, hak ve özgürlüklerin tehlikeye düşeceğini, hukukun üstünlüğünün sağlanamayacağını ifade eden Çörtoğlu, en son, yüksek yargı organlarına üye seçimi konusunda ortaya çıkan ve Yüksek Kurulun oluşum ve işleyiş şeklinden kaynaklanan sorunların, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığını kaydetti. Çörtoğlu, şöyle konuştu:
“Kurulun, Yargıtay ve Danıştay'a üye seçme görev ve yetkisinin, Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarına devredilmesi bu konudaki tartışmaları sona erdirecektir. Kendi Başkanını, Başsavcısını, başkanvekillerini ve daire başkanlarını seçen yüksek mahkeme genel kurulları, kendi bünyesinde görev yapacak üyeyi de seçebilmelidir.
Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin yalnızca yargıçların mesleğe kabullerinden sonraki süreç ile sınırlı olmadığı, mesleğe kabul yöntemlerinin de söz konusu bağımsızlığın ve yargıç güvencesinin ayrılmaz bir parçası olduğu hususunda da kuşku bulunmamaktadır.
Hakim ve savcı adaylığına girişte yapılan ve objektif ölçütlere sahip olmadığı kaygısı taşınılan mülakatın, Bakanlık görevlileri tarafından gerçekleştirilmesi, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Yargıcın, Anayasa'da öngörülen konumuna uygun görev yapmasını sağlayabilmek için hem bu niteliği kazanacak şekilde yetişmiş olması, hem de anayasal ve yasal düzenlemelerin gerekli ortamı sağlaması gerekir.”
YARGI AYRILIĞI
Çörtoğlu, idari hizmetlerin niteliklerinin, bu hizmetlerin yerine getirilmesinde uygulanan ilke, yöntem ve tekniklerin özel hukuk ilişkilerinden farklılığı, idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetiminin ayrı bir yargı düzeninde yapılması gerekliliğini ortaya koyduğunu belirterek, yargı ayrılığı ilkesinin 1868 yılından bu yana başarılı bir şekilde uygulanmakta olduğunu kaydetti. Çörtoğlu, “Yasa koyucu, mahkemelerin görev ve yetkilerini, dolayısıyla bir uyuşmazlığın hangi yargı yerinde çözümleneceğini belirlerken, yargı ayrılığını esas olan Anayasal kural ve ilkelere bağlı kalmalı, adli ve idari yargı ayrımını zedeleyici düzenleme yapmamaya özen göstermelidir” dedi.
Dünyada, yargı birliği siteminin yol açtığı sorunlar nedeniyle birçok ülkede “yargı ayrılığı” sistemine geçmek için çalışmaların yürütüldüğünü yapmış oldukları temaslar sonucu öğrendiklerine dikkati çeken Çörtoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yargı ayrılığı ilkesini benimseyen hukuk düzenimizde, 1982 Anayasası'nda olduğu gibi önceki anayasalarımızda da en yüksek mahkeme öngörülmemiş, konumları eşit yüksek mahkemelerin varlığı benimsenmiştir.
İdari yargı, hak ve menfaat ihlaline dayalı uyuşmazlıkların çözümünde anayasal bir hakkın, başka bir anlatımla temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğinin hukuki değerlendirmesini ulusal ve uluslararası hukuka uygunluk yönünden yaptığından, kesinleşmiş bir yargı kararının, hangi amaç ve yöntem adı altında olursa olsun, başka bir yüksek mahkeme tarafından inceleme konusu yapılması, kesinleşen yargı kararlarının uygulanmaması sonucunu doğuracağı gibi, yargı ayrılığını ve yüksek mahkemelerin denkliği ilkesini de zedeleyecektir.”
İŞ DURUMU VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Danıştay'daki iş yüküne de değinen Çörtoğlu, 1 Nisan 2007 tarihi itibarıyla Danıştay'da 97 bin 892 dava ve iş dosyasının incelenmeyi beklediğini söyledi. Çörtoğlu, 2004 yılında Danıştay'a gelen dava ve iş sayısının 67 bin 229, aynı yıl sonuçlandırılan dava ve iş sayısının 59 bin 590, devreden dava ve iş sayısının 75 bin 582 olduğunu, 2005 yılında Danıştay'a gelen dava ve iş sayısının 75 bin 636, aynı yıl sonuçlandırılan dava ve iş sayısının 69 bin 490, devreden dava ve iş sayısının 81 bin 728 olduğu, 2006 yılında Danıştay'a gelen dava ve iş sayısının 86 bin 39, aynı yıl sonuçlandırılan dava ve iş sayısının 73 bin 137, devreden dava ve iş sayısının 94 bin 630 olduğunun görüldüğünü kaydetti. Çörtoğlu, “Her yıl daha fazla uyuşmazlığın karara bağlanmasına yönelik tüm gayretlere rağmen, Danıştay'a, sonuçlandırılandan daha çok dosya ve iş girişi olmakta ve devreden dosya sayısı her geçen gün artmaya devam etmektedir” dedi.
İş ve dosya birikiminin giderilmesi için “İdari Usul Kanunu Tasarısı”nın yasalaşması, Danıştay Kanunu'na, İdari Yargılama Usulü Kanununa yönelik değişiklik önerileri dikkate alınarak gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini ifade eden Çörtoğlu, Danıştayın bina ve yerleşim sorununun çözümlenmesine bağlı olarak, daire ve personel sayısının da artırılmasının önemine işaret etti.
Çörtoğlu, idarenin Danıştay'ın belli konularda verdiği içtihatlarına uygun davranması, uygulama zorunluluğu bulunan yargı kararlarının aynen ve gecikmeksizin yerine getirilmesinin ve takdir yetkisinin idare hukuku ilkeleri ile kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanılmasının dava ve iş sayısındaki artışı önleyeceğini vurguladı.
Danıştay'ın fiziki imkansızlıklarının nitelikli ve sağlıklı yargı hizmeti sunumunu engellediğini anlatan Çörtoğlu, “Hükümetin, hizmet binası ve yerleşim sorunumuzun çözümünde bize yardımcı olması ümit ve beklentisi içindeyiz” dedi.
Geçen yıl yargı mensuplarının özlük haklarında yapılan iyileştirme ve sistem değişikliğini olumlu bulduklarını ifade eden Çörtoğlu, 657 sayılı yasaya tabi idari personel için de benzer iyileştirmeler gerektiğini söyledi.
“MİLLETİMİZ İÇİN GÜVEN UNSURU OLDUNUZ”
Çörtoğlu, konuşmasının Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e ayırdığı bölümünde ise şunları kaydetti:
“Sayın Cumhurbaşkanım, yargı erkinin değişik kademelerinde uzun yıllar verdiğiniz üstün hizmetler sonrası, beş siyasi parti liderince ortak aday gösterilerek Cumhurbaşkanlığı gibi kutsal bir göreve seçilmiş olmanız, biz yargı mensupları için her zaman onur ve kıvanç kaynağı olmuştur. Zor ve sıkıntılı günlerin yoğunluklu olduğu bu dönemde milletimiz için güven unsuru oldunuz.
Tarih sizi, demokratik ve laik cumhuriyete bağlı, hukukun üstünlüğünden asla taviz vermeyen, saygın bir hukuk ve devlet adamı; insani yönünüz itibarıyla da halkın içinde, halkla birlikte yaşayan, mütevazı ve sade bir vatandaş olarak anacaktır.”
Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, konuşmasını, “Danıştay'ın, Cumhuriyetin temel niteliklerini ödün vermeden korumaya kararlı olduğunu” ifade ederek bitirdi.