Güncelleme Tarihi:
Tel-Aviv'de Ganei Yehoshu'a Parkı... Ağaçların arasında Türk ve İsrail bayrakları sallanıyor. Bir üçüncü bayrak var ama çıkartamıyorum. Soruyorum. Meğer İsrail Türkiyeliler Birliği'nin özel yapımı İzmir Bayrağı'ymış. Bayrağın üzerinde Saat Kulesi'nin sureti var. Yaşları 25 ile 80 arasında 300-400 kadar insan. Tel-Aviv, Yafa, Natanya dolaylarında yaşayan İzmirli Yahudilerinin yıllık şenliği.
İsrail Türkiyeliler Birliği Başkanı İzmir fanatiği Eczacı Moreno Margunato tanıştırıyor. Adı: Abraham Ben-Meleh. 1944 yılında gelmiş o zaman İngiliz mandası altındaki Filistin'e. Tek başına. Yaşı 12-13. İzmir'den binmiş trene. Kendine, kendinin olan bir vatan arıyor. Abraham'ı o yaşta yollara düşüren dürtünün adı Siyonizm. Bu ürkütücü gelen ‘‘öcü’’ sözcüğün anlamı çok masum aslında: Diaspora Yahudilerinin anavatanlarına dönmesi ülküsü.
Çocukluğumun Mersini'nde çok değilse bile epeyce Yahudi vardı. Şimdilerde birkaç aile kalmış. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa'dan insanlar gelir, bir süre Mersin'de yaşar, İsrail'e bir şileple (kaçak) geçmek için uygun ánı beklerlermiş. Polonyalı kadınları, file içine yığdıkları saçlarını ve mantarlı ayakkabılarını anımsıyorum. 1948'e doğru bu geliş-gidişler iyice çoğalmıştı.
Ancak, Türkiye Yahudilerinin, daha 1940'lardan itibaren, savaşmak ve kendilerinin olan bir vatan kurmak üzere ‘‘Vaat Edilmiş Topraklar’’a göçtüklerini bilmiyordum. Bu çok heyecanlandırdı beni. Kimisi Siyonizm ülküsünün izinde, kimisi Türkiye'nin o yıllardaki atmosferinden bunaldıkları için, kimileri ‘‘Vatandaş Türkçe Konuş’’un yarattığı korkuyla buralara göçmüşler. İlk gelenler Yahuda Çölü'nde, Ölü Deniz ve En Gedi dolaylarında kibutzlara yerleşmişler. Bu ilk gelenlerden 300'ü Bağımsızlık Savaşı'nda ‘‘Şehit’’ (öyle diyorlar) olmuş. Aralarından 4-5 general çıkmış. Son Deniz Kuvvetleri Komutanlarından biri, Ben-Şuşan da İzmirli. En çok Türkiye kökenli asker ve subaylarla gurur duyuyorlar. En çok gururlandıkları insanlardan biri de Ziva (Halevi) Arbel. ‘‘Eşit yaşam’’ aşkıyla, 1943 yılında, 15 yaşında Edirne'den ayrılan bir genç kız. Şimdi 73 yaşında. Ziva tam bir savaş kahramanı. 1948 yılında Palmah'ın Savaş İstihbarat Ünitesi'ni kurmuş. Varlığından son anda haberim olduğu için kendisiyle görüşemedim. Ziva'nın hayatı kitap olmuş: ‘‘Tabancalı kız.’’
Neden geldiklerini, ortaya soruyorum. ‘‘O kadar gençtik ki çoğumuz neden geldiğini bilmiyordu’’ diyor Nesim Daniel. ‘‘Námık Kemál'in meşhur bir sözü vardır. Demiş ki, bülbülü altın kafese koymuşlar, ille vatanım demiş. Ama biz buraya geldik diye kimse bize vatan haini demesin!’’ Sesi titriyor, gözleri yaşarıyor. Bütün korkusu Türkiye'den ayrıldığı için vatan haini sayılmak. Nesim Daniel'in yaşı 70'in üzerinde. Biri söze karışıyor: ‘‘Burada hepimiz Türküz, nasıl derler, Allah bizi nazardan saklasın’’ diyor. Çevreden ‘‘Amin!’’ sesleri yükseliyor.
KIRGINLIKLARI GEÇMİŞ
Yorum yapmadan, bu neşeli ve mutlu insanların ses makineme kaydettiğim bazı cümleler aktaracağım: ‘‘1950 yıllarında İstanbul'da 120 bin, İzmir'de 20 bin Yahudi vardı. Bugün İzmir'de 2 bin, İstanbul'da 20 bin Yahudi var. Eskiden Adana'da, Mersin'de de biraz vardı. Ankara'da çok az.’’
‘‘İstanbul'dan, Bursa'dan, İzmir'den, taa Mersin'e kadar genç Yahudiler 1945'ten itibaren yollara düştüler... Bir yazar var, Rifat Bali, siz onun kitabını okuyun: Cumhuriyet Türkiyesinde Yahudiler / Bir Türkleştirme Politikası. Varlık Vergisi'nden önce, 'Vatandaş Türkçe Konuş', ad değiştirme politikası. Tabii, hiçbir şeyi olmayan, geleceklerini Türkiye'de görmeyen gençler kendilerine yeni bir vatan aramaya başladılar.’’
Bu sözlerde herhangi bir yakınma, Türkiye'yi suçlama yok. Biraz kırgınlıkları varsa bile o da geçmiş. Türkiye'ye kolayca girip çıkabildikleri için hepsi çok mutlu. Vize sorunu ortadan kalmış, bazı yasal pürüzler varsa onlar da geçersizleşmiş. Türkiye'nin iki saat uzağındalar ve artık bunun tadını çıkartıyorlar.
‘‘Burada bulunanların çoğu İzmir Yahudileri. Bunu İstanbul'a, bütün Türkiye'ye teşmil edebilirsiniz. Hepimiz sapına kadar İsrailliyiz, aynı zamanda hepimiz sapına kadar Türküz.’’
Toplam 100 bin kişiler
Kimileri 1967 savaşından sonra çocuk yaşta gelmişler. Yatılı okullarda okumuşlar. Çocuklarının hasretine dayanamayan ana-babalar onları izlemişler. Genç yaşta gelenler İbraniceyi öğrenmişler, üniversitede okumuşlar. Yaşlıların dil sorunu olmuş. Otuz-kırk yıldır burada olup da Türkçesinin İbranicesinden daha iyi olduğunu söyleyenler var. Aralarında Selim Navaro gibi Ege Üniversitesi'ni bitirdikten sonra gelenler de var. Navaro, İsrail'in en ünlü tarım uzmanlarından biri. Gıyabında ‘‘En büyük’’ olduğunu söyleyenler de var. Şu anda Türkiye'deki incir ağacı hastalığına çare bulmak için araştırma yapıyor.
Son zamanlarda daha çok gençler geliyor. Yetişmiş insanlar, yetenekli insanlar için burada iş olanakları daha çok. Ama Türkiye ile ilişkilerini tamamen kopartmayı düşünmüyorlar. Konuştuğum birkaç genç Türkiye'de askerlik yapacaklarını söylediler. İki vatanlı olmayı seçmişler.
Üç kuşaktan toplam 100 bin kişiyi bulan Türkiyeli Yahudiler, Türkiyeliler Birliği'nin doğal üyesi. Yeni gelenlere her türlü yardımda bulunuyorlar. Türkiye ile ilişkilerini sürdürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Depremden sonra, derneğin öncülüğünde ve bütün İsraillilerin katkılarıyla İzmit'te 800 öğrenciye hizmek vercek bir ilköğretim okulu yaptırmışlar. İsrail'in ulusal geliri ortalaması 17 bin dolar. Bizimkilerin ortalaması 12-15 bin dolarmış. Genellikle ticaretle uğraşıyorlar.
Yaşlıların çoğunda yüksek bir politik bilinç var. ‘‘Araplar izin verse, burayı İsviçre'ye çevirirdik’’ diyorlar. Gördüğüm kadarıyla bu hedefe ulaşmalarına çok az kalmış.