Güncelleme Tarihi:
TARİHTEKİ keskin siyasi ve sosyal dönüşümlerin bir ucu mutlaka kılık kıyafete de dokunuyor. 1908’deki 2. Meşrutiyet’in ardından da böyle olmuştu. Orta Asya kökenli “kalpak” öne çıkmış, orduda yaygın olarak kullanılmaya başlamıştı. Aynı fes gibi onun da farklı şekil ve türleri vardı. Ancak kalpağın asıl öne çıkışı ve güçlü bir sembolik değer kazanması Milli Mücadele süreciyle olacak, bu süreçte işgale direnen ve direnişi teşkilatlandıran Kuvayımilliye ile özdeşleşecekti.
HIZLA YAYILDI
Reşat Ekrem Koçu o kalpağı kitabında şöyle anlatıyor: “Milli Mücadele’ye başlarken Atatürk, Anadolu’ya Osmanlı generali üniforması ve kalpağı ile gitmişti. Erzurum Kongresi’ne ordudan istifa etmiş olarak sivil esvap (elbise) ve başında bir fes ile başkanlık etti. Az sonra da başına o kadar görülmemiş şekilde kuzu postundan bir kalpak giydi, bu kalpak yukarıya doğru genişlemekte ve tablası da kuzu postu olup ortası küçük bir kabarık halinde durmakta idi. ‘Kemali Kalpak’ veya sadece ‘Kemali’ adını alan bu kalpak derhal yayıldı. Birkaç kişi müstesna Büyük Millet Meclisi’nin hemen bütün üyeleri “Kemali kalpak” giydiler, yeni kurulan orduda zabitler Kemali giydiler, neferler için de bu kalpağın şeklini andıran kumaş serpuşlar yapıldı. Halktan da pek çok kimse hakiki kuzu derisinden yahut taklidi dokuma çuhadan Kemali kalpaklar giydi.”
İSTANBUL’DA MÜZEDE
Reşat Ekrem Koçu’nun kitabında verdiği bilgiye göre; Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kemali’ kalpağı İstanbul’daki Atatürk Müzesi’nde.