OluÅŸturulma Tarihi: AÄŸustos 09, 2003 00:00
Asmalı Konak değil, Old Greek House ya da Öztürk Pansiyon. Evet içinde uzun yıllar bir ailenin birkaç kuşağı doğdu, büyüdü, evlendi, çocuk sahibi oldu, öldü. Ama erkeklerinin hiçbiri Seymen gibi ağa değildi; konağa gelin gelen birçok kadının hayatının Bahar'ınkine hiç benzememesi gibi. Hayır o oda Özcan Deniz'in değil, otelin müşterilerinin kaldığı bir otel odası. Ekranda gördüğünüz şu duvarımsı şeyin ardında en az 200 yıllık bir niş var, eski sahipleri orada geceleri mum yakıp dua ediyordu. Mutfaktakiler ise sahici hizmetçiler değil, oyuncu. Gerçekte o mutfakta Öztürk ailesinin kadınları, günde 100 kadar yabancı turiste
yemek yapıyordu. Dizide yanarken gördüğünüz de konağın kendisi değil bir maketti, tıpkı hastalıkların ve tecavüzlerin sahici olmaması gibi. Bahar'ın düğünü de gerçek değildi maalesef. Ama Süleyman Öztürk geçenlerde orada oğluna, sahici bir düğün yaptı. Gelini Elif, konağın tarihi kapısından gerçek bir adım attı ünlü avluya. Düğündeki yemekler de, içkiler de sahiciydi. Ama gelin de bunları, -yeni ve eski- Asmalı Konak'ı çılgınca tavaf etmeye devam eden dizi tutkunlarına anlatın. Onlar ki dizide Zeynep'e tecavüz etti diye yolda rastladıkları Tamer rolündeki oyuncuyu dövdüler, hálá konağın sahibine, ‘‘Sen nasıl oturursun Özcan Deniz'in yerinde, çabuk kalk!’’ diyebiliyorlar. Olsun, ben yine de anlatıyorum: İşte gerçek konak, gerçek aile, gerçek hikaye...Tarihler 1940'ları gösterirken, koca konak ne mama isteyen prenses torunun ağlamaları, ne en havalı haliyle yönetim kurulu toplantısına yetişmeye çalışan yakışıklı başkişinin ayak sesleriyle uyanırdı sabaha. Gün ağır ağır aydınlanırken, belki civar köyleri denetlemeye çıkan başöğretmenin atının nal sesleri duyulurdu belli belirsiz. Kapıda ne son model bir otomobil, ne başka herhangi bir motorlu taşıt, ne takım elbiseli korumalar. Dolayısıyla içerde ne bir ağa ailesi, ne de bol hizmetçili bir zenginlik. Yine de Ürgüp'e 6 kilometre uzaklıkta, bugünkü adı Mustafapaşa olan Sinasos kasabasının en görkemli Rum evlerinden biriydi konak.Daha da önceleri, yani 1900'lerin başlarında, kış gelip havalar soğuduğunda hepten sessizliğe bürünürdü. Çünkü İstanbul'da balıkçılık yapan Yorgos Vasilio ve ailesi sadece yazlarını geçirirdi orada. O yüzden mahzenine ancak sıcaklar bastırdığında birileri iner, avlunun sağındaki şapel ancak o günlerde ilahi seslerine doyar, üst kattaki salonda bütün kış karanlıkta bekleyen ahşap kaplama duvar girintisi o günlerde mum yüzü görürdü. Taş duvarları, ancak 1873 tarihli resimleri bugüne taşıyabilmişti; söylenene göreyse tarihi daha eskiye, 250 yıl önceye gidiyordu. 1924 mübadelesinde kaderi değişti: Yunanistan'a gönderilen Yorgos Vasilio, kim olduğu bilinmeyen bir Türk'e bıraktığı konağını bir daha göremedi. Yıllar sonra ziyarete gelen torunlarının gözlerinden görebildi ancak bir kere daha; onların gözlerinden ağladı. NERDE BAHAR'IN DÜĞÜNÜ NERDE BİZİMKİ...Aslen Kütahyalı olup 1930'larda öğretmen olarak bölgeye tayin edilen Fuat Öztürk, belli ki çok sevdi, bu hiçbir yerlere benzemeyen Kapadokya yöresini. Yerlilerinden Şefika Hanım'la evlenip çoluk çocuğa karıştı, oralı oldu. 1938'de 10 liraya aldığı konağa, -sonradan evlilikleri üçleyecekti ya- eşi ve üç kız bir oğlan dört çocuğuyla yerleşti. Başöğretmen olduğunda atıyla köyleri denetlemeye çıkar, geçtiği her yerde saygı görürdü. Konağının bir mahzeni, üzüm yetiştirdiği bir iki parça bağı vardı ama şarapla ilgisi yoktu. Şimdilerde tüm Türkiye'nin tanıdığı konağın ‘‘asmalı’’ oluşunun da üzümle bir alakası yoktu zaten; asmalı, ‘‘balkonu olan’’ evlere deniyordu yörede. Bizim konağın adı da en düzünden, ‘‘Fuat Hoca’nın Evi’’ydi. Dört çocuğundan üçü sağır-dilsiz doğdu Fuat Öğretmen'in. Onlardan biri olan Temel Öztürk'le evlendirilen Ayvalı köyünden Ayşe Hanım, ailenin konağa gelen ilk geliniydi: ‘‘Babamın verdiğini bilmiyordum bile, sokakta oynuyordum, sonradan fakirlikten kurtulur, rahat ederim diye düşündüm.’’ 13 yaşındaydı henüz, ilk kez gerdek odasında gördüğü kocasının sağır-dilsiz olduğunu da orada öğrendi. Geri dönmek ne kelime; kaderine razı olup, ziyaretine gelen kızkardeşinin ‘‘Burası Allah'ın evi mi?’’ diye sorduğu konağın ezici büyüklüğü altında büyüdü. Ezen sadece konak mı? Aksi bir kaynana, ikisi sağır-dilsiz, ayrıca sinirli görümceler, işi görülecek 13 oda, konuşamasa da sürekli içip dayak atan bir koca. ‘‘Nerde Bahar'ın gelinliği, nerde bizimki?’’ diyor şimdi. Ama kayınbabası Fuat Bey'in onu her zaman koruyup kolladığını söylüyor. Taş işçiliği yapan eşine bir kundura dükkanı açmış babası, ‘‘çok güzel kunduralar yaptı 1980'e kadar, bir alan 30 yıl giyerdi’’ diyor.O zamanlar, şimdi sandığımız gibi konağın her bir odasında biri kendi hükmünü sürmüyordu. Aile daha çok alt kattaki odalarda yaşadı, üst kattaki odalara ve mahzene saman, ot, yonca, odun, erzak kondu. Ayşe Hanım'ın üç çocuğu da bu konakta doğdu, avlusunda oynayarak büyüdü, burada evlendi. Kızı evlenip gitti, iki oğlu Süleyman ve Fuat Öztürk'ün aklına ise konağı, ‘‘yaşadıkları ev’’den başka bir şey olarak görmek gelmedi uzun zaman. Ağabey Süleyman Öztürk, polis olacaktı, Akşehir Polis Okulu'nu bitirdi, ancak daha polislik yapmaya fırsat bulamadan, ‘‘çok konuştuğu için, solculuktan’’ atıldı. Ürgüp'te bir halıcının yanında çalışıyorlardı, üstelik patronları, şimdiki Asmalı Konak'ın sahibi olan Alyamaç ailesiydi.Yaşadıkları tarihi evde turizmciliğe başlamaları ünlü dizi Asmalı Konak'tan çok önceydi. 1990 yılında halıcıda tanıştıkları bir rehber, ‘‘yukarıdaki odalardan birinde yöresel yemek verir misin?’’ deyince başlamıştı konağın yeni serüveni. Yabancı grubun, otantik yöre evinde yedikleri kuru fasulye, pilav, turşu, börek ve sütlaçtan oluşan mönüyü çok beğenmesi üzerine, rehberler sıraya girmiş; iş bununla da kalmamış, yemeğe gelenlerden bazıları oda istemeye başlamıştı. Bunun üzerine önce iki oda konaklamaya açıldı. Fakat koca binada tek tuvalet olması sorundu; talepler üzerine ilk yıl bir odaya, sonra her yıl birine tuvalet-duş yaptırarak, 10 yılda 13 odayı turizme uygun hale getirebildiler. Bu arada, kazandıkça harap binayı elden geçirdiler. Geçmişi unutmayarak, önüne de tabelasını koydular: ‘‘Old Greek House’’ (Eski Rum Konağı) DİZİDEN ÖNCE BİR TEK TÜRKLER TANIMIYORDUAsmalı Konak dizisinin yapımcısı bir kış günü gelip Süleyman Öztürk'ü kahvede bulduğunda, o çoktan yurtdışından rezervasyonlar alan, her yaz haftada en az on odası sürekli dolan, günde 60-70 kişiye öğle yemeği veren ünlü bir mekana sahipti. Müşterisinin yüzde 80'i Amerikalı'ydı, her yıl gelen Avrupalı aileler vardı. Yani Asmalı Konak dizisinden önce de ünlüydü. Hem daha önce İtalyanlar için
film seti olmuÅŸtu. DiÄŸer bir deyiÅŸle, diziye kadar onları en az tanıyanlar Türkler'di. Süleyman Öztürk'ün, bu dededen kalma, gözü gibi baktığı, ayrıca ekmek teknesi olan konağı bir dizi film için kiralaması, teklifin ölü sezonda gelmesi yüzündendi. Sezon baÅŸlayana kadar, yani altı hafta için, günlüğü 100 milyona yapımcılarla anlaÅŸtı. Ama o sırada ne dizi yapımcıları, ne de kendisi haberdardı baÅŸlarına geleceklerden; dizinin Türkiye'de bir ‘‘mania’’ halini alıp, milyonları ekrana yapıştırırken, konağın da milyonlarca ayağın altında kalacağından. Bundan sonrası herkes için zor oldu: Yapımcılar haklı olarak kontratı uzatmak istedi. Öztürk de haklı olarak, kaldıkları otelde sürekli bir film ekibi, gürültü ve kalabalık olduÄŸundan müşterilerin kaçmasından dert yandı, daha fazla para talep etti. Telefonu Asmalı Konak müziÄŸiyle çalsa da Öztürk şöyle anlatıyor ÅŸimdi: ‘‘Binayı ben yıllar içinde, Anıtlar Kurulu'ndan izinler alarak diÅŸimi tırnağıma takıp adam ettim. 250 yıllık duvara ışık takıyor, çivi çakmaya kalkıyorlar, itiraz edince kötü oluyordum. Her gece çöplüğe dönüyor, biz topluyorduk. Ä°talyanlar burada film çevirdiklerinde bir tek izmarit bile bırakmamışlardı. Benim bir odamın fiyatı zaten akÅŸam yemeÄŸiyle birlikte 100 milyon. Tabii ki o parayı ben onlardan talep etmek zorundaydım. En son 750 milyona anlaÅŸtık, ama noterden senet isteyince kabul etmeyip gittiler. Evimi mahvettiler, giderken de senin kötü reklamını yapacağız dediler. Halbuki ben onların çok ÅŸoförlüklerini yaptım, çok yemek ikram ettim.’’KAPADOKYA DA ONLARI ZÄ°RVEYE ÇIKARDISonunda, senaryoda ufak bir deÄŸiÅŸiklikle konak bir gecede yanıverdi ve dizinin KaradaÄŸ ailesi baÅŸka bir konaÄŸa taşındı. Süleyman Öztürk ve ailesi ise Türkiye'nin her yanından akın akın gelip, koca Kapadokya bölgesinde gezecek o kadar nefes kesici tarihi mekan varken Özcan Deniz'in odasını, Dilara'nın yatağını tavaf eden milyonların yıkıcı ayak izleriyle baÅŸbaÅŸa kaldı. Evet, adam başı bir milyon lira aldı hepsinden; ancak Kapadokya'nın onca tarihi yerlerine ‘‘alt tarafı taÅŸ iÅŸte’’ diyen, üstelik bir milyon lira verince, kendinde duÅŸ yapan turistin odasına dalma, mutfaktaki buzdolabını bile karıştırma, hatta tencerenin üzerinden yemek aşırma hakkını gören bu Asmalı Konak Haçlıları, Öztürk ailesinin kalan müşterisini de silip süpürdü.Åžimdi onları geri getirmeye uÄŸraÅŸan Öztürk kardeÅŸler, yine de dizinin iyiliklerini inkar etmiyor: ‘‘Tabii ki hem konağı, hem MustafapaÅŸa'yı tanıttı. Buradaki tüm esnaf para yüzü gördü’’ diyor, ama ÅŸunu da ekliyorlar: ‘‘Kapadokya onlar sayesinde tanındı ama Kapadokya da onları zirveye çıkardı, bunu da onlar inkar etmesin!’’Â
button