Aslan avlayan ilk Türk

Güncelleme Tarihi:

Aslan avlayan ilk Türk
Oluşturulma Tarihi: Kasım 30, 2000 00:00

Haberin Devamı

Aslan avlayan ilk Türk, Fenerbahçeli Sait Seláhattin Bey'di.

1925 Ekim'i ile 1926 Mayıs'ı arasında Afrika'da yaptığı safaride vurduğu vahşi hayvanlardan 22'sinin içini Londra'da doldurtarak Fenerbahçe klübünün müzesine hediye etti ama hayvanların çoğu müzede 1932'de çıkan bir yangında yandı.

Bizde geçmişte yapılan avlar ya saray eğlencesiydi, yahut kalabalık gruplar halinde çıkılan ve köye yahut sürülere musallat yaban hayvanlarını imhaya yönelik olurdu.

Türkiye'de avcılığın batıdaki gibi bir spor haline alabilmesi için 20. yüzyılın gelmesini ve Sait Seláhattin Bey'i beklemek gerekti.

Sait Seláhattin, 1895'te İstanbul'da doğdu. Genç yaşında spora, özellikle de ava yakınlık duydu, Fenerbahçe klübüne girdi, önce futbol oynadı, sonra sutopu, kriket, beyzbol, kürek, yelken, hentbol ve yüzmeye merak saldı, katıldığı müsabakalarda şampiyonluklar kazandı ve avcılığın klübün bir şubesi haline gelmesini sağladı. 1925'e kadar amatörlerle yürüttüğü merakını daha sonra Galip, Necati, Arthur, Merdivenköylü Ziya ve Galatasaray'dan klübe geçen Emin Bülent Beylerle profesyonelce devam ettirdi. Artık 'avcı Sait' olarak biliniyordu.

Profesyonel bir safariye katılan ilk Türk yine Sait Seláhattin oldu. 1925 Ekim'inden 1926 Mayıs'ına kadar tam sekiz ay boyunca Afrika'da safari yaptı ve 'Aslan avlayan ilk Türk' unvanını kazandı. Safaride vurduğu vahşi hayvanlardan 22 adedinin içini Londra'da doldurtarak Fenerbahçe'nin müzesine hediye etti fakat müzede 1932'de çıkan yangında doldurulmuş hayvanların çoğu küle döndü.

Sait Seláhattin cumhuriyetten sonra 'Cihanoğlu' soyadını alacak, Fenerbahçe'nin avcılık şubesini 1932'de daha da geliştirecek ama 1960'lara gelindiğinde şubenin faaliyeti durma noktasına gelecek ve tek faal üye yine Sait Seláhattin olacaktı.

Aslan avlayan ilk Türk, hayata 1975'te veda etti ve ondan geriye 1971'de yayınladığı 'Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım' adlı kitabı kaldı.

Şekerzade Seyyid Mehmed

Manisa'da doğan Babası Abdurrahman şekercilikle uğraştığı için 'Şekerzade' diye bilinen Seyyid Manisa'da doğdu. Yazıyı İstanbul'a gelmesinden sonra önce Önce İbrahim Kırımi'den, sonra Yedikuleli Seyyid Abdullah'tan ders alarak öğrendi. Hac vazifesini yerine getirdikten sonra Sultan Üçüncü Ahmed'in teşvikiyle birkaç yıl Medine'de kaldı ve ve Şeyh Hamdullah'ın Hazret-i Muhammed'in türbesine vakfedilmiş olan Kur'an'ını taklid ederek üç adet Kur'an yazdı. Şekerzade'nin ilk dönem yazıları Hamdullah'ınkiler gibidir, sonraki yazıları ise Hafız Osman tarzındadır.

İstanbul'da 1753'te ölen Şekerzade Seyyid Mehmed, Karacaahmed'de Şeyh Hamdullah'ın mezarının yakınına defnedildi.

Melekler kime secde etmişlerdi?

Kur'an'ın birçok surelerinde, meselá Bakara suresinin 30.-35. áyetlerinde, meleklerin Hazreti Adem'e secde ettikleri fakat cinsi bakımından cinlerden olmakla beraber meleklerin arasında bulunan İblis'in yani şeytanın secde etmediği ve bundan dolayı káfirlerden olduğu söylenir.

Surede bu olay şöyle anlatılmaktadır:

'...Hani rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti. Demişlerdi ki: 'Orada bozgunculik edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamdederek noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni kutlamadayız ya'. 'Ben sizin bilmediğinizi bilirim' demişti. Adem'e bütün adları bildirmişti de meleklere o adlarla anılan şeyleri gösterip 'Hadi' demişti. 'Doğrucuysanız bunların adlarını haber verin'. Demişlerdi ki: 'Noksan sıfatlardan seni arı biliriz, bize bildirdiğin şeylerden başka bilgimiz yok. Şüphe yok ki sen herşeyi bilirsin, hüküm ve hikmet sahibisin'. Demişti ki: 'Ey Adem, onlara mahlukatı adlarıyla haber ver', Adem, herşeyi adlı adınca haber verince demişti ki: 'Ben size demedim mi, göklerdeki gizli şeyleri de bilirim, yeryüzündeki gizli şeyleri de. Açığa vurduğunuzu da bilirim, gizlediğinizi de.' Hani meleklere, 'Adem'e secde edin' demiştik de İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, secde etmekten çekinmiş, ululanmak istemişti de káfirlerden olmuştu'.

Şeriatçılarca, meleklerin Adem peygambere secdesinde Adem kıble olmuş, secde Tanrı'ya edilmiştir. Fakat son dönem sufilerin ileri gidenleri ve özellikle Hurufi ve Bektaşi gibi Batıni zümreler secdenin hakikaten Adem'e yapıldığını ve namazın bu konuda bir işaret olduğunu, ortadan Kábe kalkarsa gerçeğin ortaya çıkacağını, imamın namazdan sonra cemaate karşı dönüşünün de buna işaret ettiğini, özetle kámil insanın, kutublar kutbunun hakikat kıblesi olduğunu söylemişlerdir. Bütün sonraki dönem tarikatlerinde de Adem'i takdis etmek temel bir kural olmuştur.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!