Güncelleme Tarihi:
Eğer Başkan Barack Obama’nın geçen yıl Prag’da geçen hafta da Nükleer Durum Değerlendirmesi raporunda söyledikleri doğruyla, terör örgütlerinin nükleer silah sahibi olması bugün ABD’nin karşı karşıya olduğu en büyük risk. Dolayısıyla bu hafta Washington’da yapılmakta olan nükleer güvenlik zirvesi geçen hafta Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ile imzalanan yeni START anlaşmasından daha büyük önem taşıyor.
Yeni START anlaşması geçmişe ait olduğu umulan bir gerginliğin üzerine bir sünger çekmeyi amaçlıyor ancak nükleer terör uluslararası kamuoyunun mücadele etmeye henüz hazır olmadığı yeni bir tehlike. 47 ülkenin liderlerinin Washington’da bir araya gelmeleri de herkesin bu gerçeği yavaş yavaş algılamaya başladığı anlamına geliyor. Ancak yaşanan rahatsızlığı düzgün bir faaliyete dönüştürmek o kadar da kolay değil.
Tehdit gerçek ve ortada. Usame bin Ladin daha önce nükleer değil biyolojik silahlar geliştirmeyi “dini bir görev” olarak tanımlamıştı. 2002 yılında ve 2003’ün başında Suudi Arabistan’daki El Kaide militanları Rusya’dan kaçırıldığı iddia edilen üç nükleer silahı satın almak üzere olduklarından o kadar emindiler ki örgütün kurmayları ücreti ne olursa olsun ödemeye hazırdı. Bu olayı anılarında ortaya çıkaran CIA eski direktörü George Tenet, CIA’in uyardığı Suudilerin son dakikada El Kaide üzerine bir operasyon düzenleyerek engellediğini ifade etti.
Bu silahların gerçekten var olup olmadığı net değil. 20 yıla yakın süredir, ABD’nin Rusya’ya sunduğu 7 milyar dolarlık teknik yardıma karşın, Moskova’nın taktik nükleer savaş başlıklarını kontrolü Pentagon’u kaygılandırmaya devam ediyor.
Beyaz Saray’da nükleer silahların yayılmasının önlenmesiyle ilgili personelinin başındaki isim Gary Samore’a göre, Obama’nın zirvede odaklanmak istediği asıl engel, dünyanın birçok ülkesinin elindeki zenginleştirilmiş uranyum ve plütonyumun miktarı. Samore bu silah yapımında kullanılabilecek bu nükleer maddelerin “daha iyi korunması gerektiğini” söylüyor.
Merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), dünya genelinde 1,600 ton zenginleştirilmiş uranyum ve 500 ton zenginleştirilmiş plütonyum olduğunu bildiriyor. Ancak bu ham istatistikler asıl acil tehlikeyi abartıyor. Plütonyumun bomba olarak kullanılabilmesi içim kullanılacak tetikleyici mekanizma için gereken teknoloji, ellerinde nükleer silah bulunan ülkeler dışında kimsede bulunmuyor.
Uranyum bombaları daha basit: Eldeki maddeyi kritik kütleye ulaştırabilmek için aynı maddeden hızla yapılacak bir atış yeterli oluyor. Ancak teröristlerin elindeki bu tarz mekanizmaların atom bombası olarak kullanılabilmesi için içindeki maddenin en az yüzde 80 oranında U-235 izotopu içermesi gerekiyor. Ancak dünyadaki uranyumun büyük bir kısmında sadece yüzde 20 oranında U-235 izotopu bulunuyor.
Beyaz Saray yetkilileri önümüzdeki bir yılın en büyük önceliğinin yüzde 80 oranında zenginleştirilmiş uranyumun bir araya getirilmesi olarak ifade ediyor. Bu da nükleer silah sahibi devletler dışındaki ülkelerin araştırma reaktörlerindeki yakıt çubuklarının neredeyse tamamı demek. ABD Ulusal Nükleer Güvenlik Dairesi (NSSA) dünyanın birçok yerine ekipler göndererek tehlikeli olabilecek nükleer stokları toparlamayı amaçlıyor.
NSSA, ABD Kongresi’ne 2014 yılının sonu itibariyle dünyadaki 129 araştırma reaktörünün 108’inden silah yapılabilecek derecede zenginleştirilmiş uranyumun toplanmış olacağını bildirdi. Ancak adının açıklanmasını istemeyen bir Beyaz Saray yetkilisi, Obama’nın bu süreci hızlandırmak istediğini ifade etti.
Bu denklemdeki en büyük bilinmeyen silah yapılabilecek kadar güçlü maddelerin araştırma tesislerinin içindeki kişiler tarafından çalınması. UAEK bu konuda iki kayıt tutuyor: Birincisi hükümetlerin teyit ettiği önemli plütonyum ve zenginleştirilmiş uranyum hırsızlıklarının listesi (1993-2008 yılları arasında toplam 15), ikincisi de aynı oranda kabarık olan UAEK’nin bildiği ancak hükümetlerin resmen duyurmadığı hırsızlıklar listesi (neredeyse tamamı Sovyetler Birliği’nde yaşandı).
Sonuçta yapılabilecek en güvenli şey bütün nükleer maddeleri bir yere toplamak ancak bu da maliyetli bir işlem. Obama, 2011 yılında aralarında Güney Afrika, Sırbistan ve Meksika’nın da olduğu bu maddelerin ortadan kaldırılması için Kongre’den 211 milyon dolarlık ek bütçe talep etti.
Obama’nın bu yıl Washington’daki en büyük engeli Harvard Üniversitesi Atom Yönetimi projesinin baş araştırmacısı Matthew Bunn’ın “yıllar süren kayıtsızlık” olarak tanımladığı durumun aşılması olacak. Daha sonra da zirvedeki liderleri olası bir felaketi önlemek için para harcamaya ikna etmesi gerekecek.