Güncelleme Tarihi:
1989'da akın akın ülkemize geldiler. Evleri basılmış, isimleri değiştirilmiş, anadilleri yasaklanmıştı. Ancak 12 yıl içinde köprülerin altından çok sular aktı. İnsan hakları konusunda oldukça kötü bir sicile sahip olan Bulgaristan, bu yüklerden kurtulma yoluna gitti; ekonomisini düzeltti, Kopenhag kriterlerine uygun hareket etmeye başladı ve AB'ye Türkiye'den önce girme şansını yakaladı.
Bu durum, ceplerinde aynı zamanda Bulgar pasaportu olan soydaşları yakından ilgilendiriyor. Çünkü Bulgaristan vatandaşları bu hafta Avrupa'da serbest dolaşım hakkını aldılar. Bulgaristan'ın AB'ye girmesiyle birlikte de Avrupa kapıları onlara da açılacak. Evet, çoğunun şimdiki gündemi Avrupa'ya gitmek! Ama yüzlerce soydaş da Bulgaristan aleyhine AİHM'e dava açmaya hazırlanıyor. Kimi hala iş, aş peşinde. Kimisi ise Türkiye'de hala kaçak.
Bu hiç de ‘‘Geriye doğru göç’’ anlamına gelmiyor. Görüştüğümüz onlarca Bulgaristan göçmeni için ‘‘Memleket Türkiye.’’ Onlar Avrupa'yı sadece gidip para kazanılacak, çocuklara gelecek hazırlayacak bir araç olarak görüyorlar.
Evleri basılıp bir gecede değiştirilen isimleri, kapatılan camileri, giderek yasaklanan anadilleri, siyasi mahkumiyetler ve zulüm. Bulgaristan topraklarından Türkiye'ye zorunlu göçleri, iki üç bavula sığdırdıkları hayatları, bütün bunlar olurken verdikleri acılı görüntüler hala belleğimizde.
Oysa çok değil, sadece 12 yıl önceydi. Kamp hayatı, yiyecek-giyecek yardımları, ağlayarak anlatılan dramlar, geride bırakılmış anneler, çocuklar, kardeşler, gündemin ilk sırasını günlerce, aylarca meşgul etmişti. Sonra Türkiye'nin acımasızca değişen gündemi, onları da tarihin raflarındaki unutulanlar bölümüne atıverdi.
Oysa onlar 1989'dan bu yana çok şey yaptılar. Hep ‘‘memleket’’ bildikleri Türkiye'de kök saldılar. Her tür işe girip çalıştılar. Yemeyip içmeyip başlarını sokacak birer ev yaptılar. Gençler evlendi, çocukları oldu, kimi yaşlılar öldü, küçük torunlar büyüdü. Bulgaristan'ın adını anmaz oldular.
Bu arada köprülerin altından çok sular aktı; insan hakları ve güvenlik konusunda oldukça kötü bir sicile sahip olan Bulgaristan, bu yüklerden kurtulma yoluna gitti; ekonomisini düzeltti, Kopenhag kriterlerine uygun hareket etmeye başladı, öyle ki Türkçe yayın yeniden serbest bırakıldı. Başbakan İvan Kostov 6 Kasım 1998'de Bulgaristan göçmenlerinin en yoğun olarak yaşadığı Bursa'ya bizzat gelerek, 10 bininin önünde özür diledi. Türk isimlerini geri alabileceklerini söyledi. Hayatları, sahip oldukları her şey gibi geride bıraktıkları sosyal haklarını geri vereceğini vaadetti. İki ülke arasında sosyal güvenlik anlaşmaları imzalandı, karşılıklı iyi niyetler bildirildi. Giderek Avrupa'ya yaklaşan Bulgaristan, sonunda tam üyelik sürecine girdi. Bunun ilk adımı olarak da bu hafta Avrupa'da sınırlı serbest dolaşım hakkını elde etti.
GİZLİ GÖÇ HÁLÁ SÜRÜYOR
Uzunca bir süre kapılarını soydaşlara sonuna kadar açan, hatta dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın deyimiyle ‘‘Jivkov bile gelse’’ kabul edebilecek olan Türkiye, son olarak 13 Mart 1997 tarihine kadar gelenlere ‘‘ikamet tezkeresi’’ verdi. Oysa göç, o tarihten sonra da durmadı. 15 günlük turist vizesiyle ya da gizlice ‘‘telin altından’’ gelen Bulgaristan göçmenleri, hálá bu gizli göçü sürdürüyor. Bugün Türkiye'de sayıları 600 bini geçen Bulgaristan göçmenlerinin 70-80 bini kaçak durumda. Bugün çoğunluğu Bursa'da yaşayan soydaşları birkaç bölüme ayırmak mümkün: 1989 göçüyle gelip Türk ve Bulgaristan pasaportuna sahip, yani çifte vatandaş olanlar. Daha sonra gelip sadece ikametgah tezkeresiyle yaşayan ve her yıl bu tezkereyi yenilemek zorunda olanlar. Ve kaçak gelip, her an yakalanıp Bulgaristan'a gönderilme korkusuyla illegal yaşayanlar... Daha doğrusu bu, yıllardır böyleydi. Şu günlerde farklı ayrımlar da yapmak mümkün: Bulgar pasaportları ceplerinde, Avrupa'ya gitmek için hazırlananlar; ikamet tezkerelerini Türk vatandaşlığına çevirmeye çalışanlar; hiç değilse bir ikametgah belgesi alma umudunu taşıyanlar; Bulgaristan'a karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava açmaya karar verenler; ekonomik krizden sonra sayıları artan işsizler...
KİMİSİ DEĞİŞİME İNANMIYOR
Bursa'da uzun süredir işsizliği, yoksulluğu konuşan soydaşlar, son günlerde Bulgaristan'ın AB'ye üyelik sürecinden başka bir şeyden bahsetmiyor. Hakkı olan hemen herkes bugüne kadar ihmal ettiği ya da gerek görmediği Bulgar pasaportlarını almak için konsolosluklar önünde kuyruklar oluşturuyor. Bulgaristan kökenli olan ya da olmayan Türk işadamları, Bulgaristan'da yatırımlar yapmaya hazırlanıyor. Özellikle gençler, iş arayıp bulamayanlar, ‘‘Bugün tamam deseler, yarın Avrupa'dayım’’ psikolojisinde. Bir bölümü neler olduğunun, olabileceğinin pek farkında değil, öğrenmeye çalışıyor. Bir bölümü ise ‘‘Bize bu hakları vermezler ki’’ karamsarlığında. Spekülasyonlar kulaktan kulağa yayılıyor. Sorulan bütün sorular ‘‘Avrupa'ya gitmek, ama nasıl gitmek?’’ üzerine.
Ancak yanlış anlaşılmasın, bu hiç de son zamanlarda gazetelerde yayımlandığı gibi ‘‘Geriye doğru göç’’ anlamına gelmiyor. Görüştüğümüz onlarca Bulgaristan göçmeni için ‘‘Memleket Türkiye.’’ Onlar Avrupa'yı sadece gidip para kazanılacak, çocuklara gelecek hazırlayacak bir araç olarak görüyorlar. Evleri, ailelerinin bir kısmı, hayatları burada kalacak, kendileri ya eşleri ya çocuklarıyla gidip çalışıp paralarını buraya getirecekler. Bulgaristan'a ise sadece ziyaret amaçlı ya da yasal işlemler için gidip geliyorlar; orada yeniden yaşamak mı, hemen hiçbirinin gözünde değil!
Şu günlerde farklı ayrımlar da yapmak mümkün: Bulgar pasaportları ceplerinde, Avrupa'ya gitmek için hazırlananlar; ikamet tezkerelerini Türk vatandaşlığına çevirmeye çalışanlar; Bulgaristan'a karşı AİHM'de dava açmaya karar verenler
‘KARAMFİL ABRAMOV’ ŞAKİR
Bugün kapı açılsın yarın giderim
1962 doğumlu. Adı Şakir Hocaoğlu. Yani Türk pasaportu öyle diyor! Bulgar pasaportunda ise büyük harflerle Karamfil Abramov yazıyor. O, bir gecede eşi Hatice'nin Katya Asenova, oğullarının ise Eftim ve Efran yapıldığı Bulgaristan'dan 1990 yılında gelmiş Türkiye'ye. 12 gün süren bir yolculuktan sonra. Allah için isimlerini kendilerinin seçmelerine izin vermişler; Şakir Bey de Türkçe'ye daha yakın bulduğu Karamfil'i seçmiş. Annesi, babası, eşi, iki çocuğu ile birlikte Bursa'ya yerleşen Şakir Hocaoğlu, Bulgaristan'daki gibi burada da inşaat işçiliği yaparak, yemeyip içmeyip bir ev inşa etmiş kendine, Millet Mahallesi, Mesken Sokak, 12 Numara. ‘‘Ee ne yapalım orada ki! Yok camiye gitmeyeceksiniz, yok oruç tutmayacaksınız, kurban kesmeyeceksiniz. Kapılar kapanmıştı. Vize vermiyorlardı. O kadar çok gittim ki kapılarına, sonunda senden kurtulalım diye verdiler. Zor attık kendimizi Türkiye'ye’’ diyor.
Çevresinden kimi kişilerin ‘‘çifte vatandaşlık kötüymüş, yarın bize bir kötülük gelebilirmiş’’ diye düşündüğünü, oysa TBMM'nin yarısının, bir dönem başbakanlık yapan Tansu Çiller'in çifte vatandaş olduğunu söyleyerek, Avrupa'ya gitmek konusunda kararlı olduğunu belirtiyor. ‘‘Bulgaristan AB'ye bugün girsin, yarın ben Avrupa'dayım. Çalışacağım üç, beş. Artık burada işe almıyorlar, ‘yaşlısın' diyorlar.Bulgaristan eskisi gibi değil, tamam. Camileri bile onarıyorlarmış. Ama silmişim artık kalbimden...’’
Kaçaklar bile Avrupa’yı konuşuyor
Çoğunlukla gençlerin oturduğu ve duvardaki dev ekrandan Bulgar kliplerinin seyredildiği bir kafeye giriyoruz. Bir anda kafenin yarısı boşalıyor. Çünkü çoğu kimliği, oturma ve çalışma izni olmayan kaçaklar. Yakalanırsalar tekrar geliyorlar. Onların henüz Bulgaristan'ın AB süreciyle, Avrupa'da serbest dolaşım hakkıyla bir ilişkileri yok. Öncelikli çabaları, Türkiye'de ‘‘var’’olmak, yasal olarak kalmak üzerine. Ancak bir başka kahvede, Bal-göç Başkan vekili ve BGF Genel Sekreteri Zülkef Yeşilbahçe'ye sorulmadık soru kalmıyor. Çoğu ‘‘Bir ikamet tezkerem olursa, Bulgar pasaportu alabilirsem, Avrupa'ya gitmek için elimden geleni yaparım. Son günlerde hep bunu konuşuyoruz...’’ diyor.
Konsolos Sevinç Bey ve Vatan, Millet, Sakarya
Sevinç Mutlu, 1978'de, daha 17 yaşındayken, bir yük vagonu içinde aç susuz dört gün kalarak kaçmış Türkiye'ye. Üç dönem Bursa'da göçmen mahallelerinde muhtarlık yapmış. Geldiğinde Anadolu ve Vatan mahalleleri varmış, kurulan üçüncü mahalleye de Millet adı vermeyi kararlaştırmışlar. Şimdi kurulan dördüncü mahallenin adının da Sakarya olacağını söylüyor. Yani Bursa'nın göçmenleri, yolculuklarını üzerlerinde Vatan, Millet, Anadolu yazan minibüslerle yapıyorlar. Sevinç Mutlu ise Bulgarca-Türkçe yeminli tercüman olarak onların her türlü, evrak, pasaport ve vize işlemlerini. Bu yüzden adı ‘‘Konsolos’’a çıkmış.
Ölen dedemin adını geri istiyorum
Bulgaristan ve Türkiye arasında yapılan anlaşmalara rağmen, yüzbinlerce soydaşın sosyal hakkı Bulgaristan'da kalmış oldu. Soydaşlar, artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapmaya hazırlanıyorlar.
Bunlardan biri olan Emine Hocaoğlu, ‘‘Ölü dedemin adını geri istiyorum’’ diyor. 1989'da göçenlerden. Üniversitede ekonomi eğitimi görmüş ve 15 yıl çalışmış. Şimdi o yılları geri istiyor: ‘‘Asimilasyon politikası bizi çok rencide etti. Emine'ydim, Enka oldum. Türkçe eğitim müfredattan kaldırıldı, konuşmak yasaklandı. Bir gün Emniyet Müdürlüğü'ne listeler astılar. Bulgaristan'ı iki gün içinde terketmemiz isteniyordu. Anne babalarımızla vedalaşma zamanımız bile olmadı’’ diyor. Geride kalanlar ise gayrımenkulleri, eğitimi, çalışmaları, atalarının mezarları, maddi ve manevi bağı... Türkiye, yokoluştan sonra yeniden doğuş olmuş onun için. Ama Bulgaristan'daki çalışma ve hayatına ait hiçbir hakka sahip değil: ‘‘AB'ye adayım diyen Bulgaristan önce bizim haklarımızı ve isimlerimizi geri versin. İmza toplayacağız ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dava açacağız.’’