ARŞİVLİK BİR HABER

Güncelleme Tarihi:

ARŞİVLİK BİR HABER
Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2012 17:11

İstanbul, Maçka Modern galerisinde açılışı yapılan sergi 60'lı yılların başından beri Paris’te yaşamını sürdüren Fransa’daki Türklerin büyük çoğunluğunun tanıdığı Kardiyolog Doktor Demir Fıtrat Onger’in koleksiyonundan. Öyle bir koleksiyon ki Dr. Onger'in koleksiyonu arşivlik eserlerle dolu.

Haberin Devamı

Bugün (14 Nisan 2012) İstanbul, Maçka Modern galerisinde açılışı yapılacak sergi 60.lı yılların başından beri Paris’te yaşamını sürdüren Fransa’daki Türklerin büyük çoğunluğunun tanıdığı Kardiyolog  DoktorDemir Fıtrat Onger’inkoleksiyonundan.

Dr.Onger Paris’te yaşayan veya yolu düşen hemen hemen tüm sanatçılarla tanışmış başkanlığını yaptığı‘Anadolu Kültür Merkezi’nde çoğunun sergilerine ev sahipliği yapmıştır.  Derneğin faaliyet alanlarından birincisi resim sanatıyla ilgili. Fransa’da yaşayan, veya Türkiye’ye dönmüş olan, ya da sadece Türkiye’de yaşayan ressamlaratanıtıcı sergiler açmak. İkincisi,  geleneksel Türk sanatları. Hat sanatı, minyatür, ebru sanatıyla ilgili sergiler açmak. Üçüncüsü,tarihi, öğretici veya Türkiye- AB konularında çeşitli konferanslar yapmak.  Fransa’da çok etkin bir çevresi bulunan Dr.Onger, doktorluk dışında Türkiye-Fransa ilişkileri ve kültürel konularla yakından ilgileniyor. Fransız Radyo ve televizyonlarıTürkiye’ye ilişkin bir konu olduğundaDr.Onger’in görüşlerine başvuruyor,açık oturumlara davet ediyor, röportajlar yapıyor.

Haberin Devamı

 

Ressam olma hayalleri

Bu kadar yoğun bir tempo içinde sanata da büyük önem veren Demir Fıtrat OngereşiFrançoise ile evlerini yıllardır oluşturduklarıtablolarla adeta sürekli bir sergiye dönüştürmüşler.Dr. Onger sahip oldukları tabloların büyük bölümünü sanatçıların atölyelerinden aldığı için eserleri yapan sanatçıların hikayelerinive yapılış tarihlerini ezbere biliyor.  Onger,  ‘saklı koleksiyon’undan hiç bilinmeyen ancak çoğunun zorlu ve hazin hikayelerini bildiği, “Paris Ekolu” olarak anılan sanatçılardan sadece 3’ünün Selim Turan, MübinOrhon ve Hakkı Anlı’nın eserlerinden bir kısmını Maçka Modern’de sergiliyor.

Dr. Demir Onger’in sergisiyle ilgili Katalogu ile tüm resim koleksiyonunu içeren monografik kitabın hazırlanması projesini  Paris’te yaşamını sürdüren Kerem Topuz yaptı ve Maçka Modern’in yöneticisi Ahmet Utku ile Onger’i bir araya getirdi.Onger, kitapteki röportajında resim  sanatıyla ilkokulda tanıştığını, rahmetli annesinin Çarşamba günleri onu Beyoğlu’nda bulunan Nişantaşı Kız Enstitüsü sergilerine götürdüğünü, 1953 yılında, İstanbul’un 500. fetih yılı dolayısıyla ilkokullar arasında yapılan resim yarışmasında yaptığı resmin diğer eserlerle birlikte Japonya’ya gittiğini anlatırken o günlere dönerek şunları söylüyor“ Resme karşı eğilimim olduğu daha o dönemde ortaya çıkmıştı, sanat eleştirmeni olan amcam Fahir Onger, ressam Avni Arbaş’ın yakın dostuydu. Kendisinden resim dersleri almamı önerdi. Annem ve babam ise eczacıydı.Babam  buna karşı çıktı ve  Ressam olup sürekli üzüntü ve sıkıntı çekeceğime başka bir dalda ‘adam’ olmam gerektiğini ‘emredince’, ressam olma hayallerim de daha başlamadan son buldu”.

Haberin Devamı

 

/images/100/0x0/55eace5ef018fbb8f897df89
Türk Ressamların Paris’tekikahvesi

Eskişehir, 28 Şubat 1945 doğumluDemir Fıtrat Onger, Ortaokulu İstanbul’da Saint-Michel’de okuduktan  sonra, Liseyi Saint-Benoît’da tamamlayıp, tıp tahsili yapmak üzere  17 yaşında Paris’in yolunu tuttu. 1961 yılında Fransa’ya vardığında henüz Türk göçü başlamamıştı. Birkaç ressam ve birkaç aydının dışında Paris’te  pek Türk yoktu. Paris’in Jussieu semtinde bulunan Bilimler Fakültesine yazıldı.Oyılları ve Türk ressamlarla tanışmasını da  Dr. Onger’den dinleyelim  “ Burslu olmayan, özel dövizli öğrenci olarak Fransa’da topu topu 12-13 kişiydik. Ben tatillerde Türkiye’ye izne gitmek yerine Paris’teki müze ve sergileri gezmeyi  yeğledim. Resimlere bakmayı öğrenmeye başlamıştım. 1970 yılında Cochin tıp fakültesinden mezun olup 1974 yılında da kardiyoloji alanında uzman doktor olunca, sanata ayıracak daha fazla vaktim olmaya başladı. İşte o dönemde, Montparnasse’da bulunan ve Türk ressamları açısından ayrıcalıklı bir yeri olan Gymnase  kahvesine uğramaya başladım.  Bu kahvede önce Mübin Orhon, daha sonra Selim Turan, ardından Komet, nihayet de Hakkı Anlı’yı tanıma fırsatını buldum. Hakkı Anlı pek bu gruba dahil değil gibiydi . Onunla daha çok villa Adrienne’deki atölyesinde görüşüyordum. Komet’in dışında,  Mehmet Nazım ve Sinan Bıçakçıoğlu da kahvenin sadık müşterisiydiler. Üstelik bu sanatçıların çoğu da kahvenin üstündeki binada oturuyorlardı.  İkincikatta Nazım Hikmet’in 4.cü eşi Münevver Andaç ve oğlu Mehmet yaşıyor, Sinan Bıçakçıoğlu ve Komet ise üst katlardaki küçük odaları mesken tutmuşlardı. Mübin birinci kattaydı.  Gymnase’ı  tesadüfen keşfetmemiştim tabii. Resme olan ilgim sonucunda, asıl amacım bu sanatçılarla tanışabilmekti. Bu sayede, hem doktor olarak, hem de koleksiyoncu olarak bu ressamlarla gayet dostane ilişkiler başlamış oldu. Tabii bu arada, Sezar’ın hakkını da karıma vermeliyim.  1978 yılında tanışıp evlendiğim eşim Françoise Perrée, tüm bu ressamlarla ilişkilerimde veya koleksiyonuma kattığım tabloların seçiminde bana son derece yardımcı oldu.  

Haberin Devamı

 

Selim Turan mermer ocaklarında çalıştı

Gymnase kahvesine gitmeye başlayarak, ressamlarla  daha derin, daha ciddi ilişkilere girmeye başladım. Bunların arasında benim üzerimde en fazla etkisi olan Selim Turan oldu. Aile dostu haline gelecek, 1978 yılında evlendiğimde nikâh şahidim olacak, büyük oğlum doğduğunda da göbek adını Selim koyacaktım. Selim, her şeyden evvel, resim kültürü olarak büyük bir birikime sahip bir insandı. Resim sanatı tarihini de çok iyi biliyordu. Ressamlar arasında genelde sık görülen, birbirini kıskanma, diğerinin yaptığını beğenmeme alışkanlığı Selim ağabeyde hiç yoktu. En kötü resme bile olumlu bakmaya çalışır, kimseyi eleştirmezdi.  Profesyonel olarak resme bakmayı da kendisinden öğrendim diyebiliririm. Kendi eserleridışında, yakın dostu Henri Goetz’ün atölyesinde de ders veriyordu. Selim ayrıca, daha sonraları Fransa’ya başbakan olacak İzmir doğumlu Edouard Balladur’ün yeğeni, ünlü Fransız mimarı Jean Balladur’la birlikte çalıştı. ona heykel hazırladı, İtalya’da Carrare şehrine giderek doğrudan mermer ocaklarında çalıştı. O zamanlar Fransa’da geçerli olan imar yasaları gereği, yeni binalardaki yapım bütçesinin %1’i plastik sanatlara ayrılıyor, binaların içine veya dışına sanatsal düzenlemeler yerleştiriliyordu. Bu sıra dışı ve nispeten az bilinen işbirliği sonucunda Selim’in gerçekleştirmiş olduğu mobil ve heykellerin birçoğu halen Fransa’nın Normandiya bölgesinde bulunuyor.  

Haberin Devamı

 

Ressamlarımızın tercihi 14.cü Paris

Selim’le tanıştığımda figüratif resim yapmaya başlamıştı. Ancak, en parlak olduğu devir, Türk soyut resminin ilk öncülerinden biri olması dolayısıyla da, “Kara Selim” dediğimiz, Fransa’da Soulages gibi bir ressamla aşık attığı abstrait dönemidir. Selim ile konuştuğumda, dünya resim tarihinde iki önemli ressam olduğunu söyler, bunları dikkatli şekilde tahlil etmem gerektiğini eklerdi.  Bunlardan biri, ışığı ilk defa kullanan Rembrandt, ikincisi de empresyonist resmin ötesinde kübizmin de öncüsü Cezanne’dı. Selim’in konuşmalarımızdan birinde ne dediğini gayet iyi hatırlıyorum:“Sanat halkın seviyesine ineceğine, halkın kültür düzeyi sanatın seviyesine çıkarılmalıdır.” Demişti.

Haberin Devamı

Selim Turan, Abidin Dino, Hakkı Anlı, Mübin Orhon veya  Fikret Mualla olsun, tüm bu ressamlarla ilgili olarak altını çizmek istediğim bir nokta da,Paris’te çalışıpyaşamlarını bu şehirde sürdürmek için eserlerini de Paris’te  satmış olmalarıdır. Bir sonraki kuşak ressamlarımız ise, Paris’te oturup Türkiye’de resim pazarlamaya koyulmuşlardır. İlk kuşak ressamlarımız, kendi eserlerini yabancılara satarak yaşayabilmişlerdir. Selim Paris’in 14. semtinde, 7, Impasse du Rouet adresinde, yani Türkçe çevirisiyle “Çıkrıkçı çıkmazında” oturuyordu.  Atölyesinin bulunduğu binanın en üst katında ise eskiden Fikret Mualla çalış­mıştı. Bir aralar Mübin Orhon da burada yaşamıştı. Remzi Raşa’nın atölyesi ise hâlâ bu adreste.Belli başlı ressamlarımızın çoğu da nedense hep bu 14. Paris’te, Denfert-Rochereau-Alésia-Montparnasse mahallelerinde oturmuş ve çalışmışlardır.

 

Hakkı Anlı ressamlara değil diplomatlara takılırdı

Hakkı Anlı’yla tanı­şmam, Gymnase’a  ilk gidişimden iki üç ay sonrasına rastlar. Denfert Rochereau mahallesinde özel bir sitede, villa Adrienne’deki atölyesinde çalışıyor, yakınlarda Boulard sokağında da evi bulunuyordu. Hakkı Anlı’nın Gymnase’daki grupla bazı önemli farklılıkları da vardı. Gymnase sanatçıları genelde sosyal-demokrat çizgideyken, Hakkı Anlı daha ziyade Osmanlı beyefendisi havasında olup kendini onlardan ayrı tutuyor, daha çok Paris’teki resmi Türk makamlarıyla, yani diplomatlarla bir arada oluyordu.Anlı’nin hayatı son derece ilginç. Fransa’ya gelmeden evvel, Türkiye’de bir post-empresyonist dönemden geçiyor, kübizme yakın eserleriyle “Picasso Hakkı” diye ad salıyor. Kısa süren ilk Fransa yolculuğundan sonra iseailesini terk ederek Paris’e yerleşiyor. Onunla tanıştığımda nispeten sahipsiz bir durumdaydı. Gaye Petek’le birlikte kendisine yardım ederek, sanatçıların yazıldığı özel sosyal sigortalar kurumuna, Sanatçılar Evine kaydını yaptırdık.

O dönemde ücretli olarak hastanede çalışıyordum. Birkaç yıl boyunca Hakkı Anlı’ya özellikle yardım ettim. İlişkilerimiz öylesine sıkıydı ki, günün birinde beni tek mirasçısı ilan etti. 70’li yılların sonuna doğruydu,  hiç beklenmedik bir olay nedeniyle ilişkilerimizde soğukluk yaşandı. Kendisine Top adında bir köpek hediye etmiştik.

 

Köpeğinin kaybolması aramızı bozdu

 Hakkı Anlı’nın Türkiye seyahatlerinden birinde bize bırakmış olduğu ve çok sevdiği bu hayvan bahçeden kaçıp gitti. Dönünce buolaya müthiş alındı. Zaten anladığım kadarıyla, Hakkı’ya bu denli yakın olmam da bazı insanların tepkisine yol açmıştı. Bu olay bir nevi kullanıldı ve ilişkilerimizde kopukluk meydana geldi.  Dost kaldıysak da aynı yoğunlukta görüşmeye devam etmedik. Günlük yaşamında, özellikleDamien adlı Romanyalı bir ressam arkadaşıyla tavla oynamayı severdi. Ressam Tiraje Dikmen’le de yakın bir arkadaşlığı vardı. O zamanlar Paris’in ünlü otellerinden biri olan PLM Saint-Jacques’da 5 çayında buluşmaları adet olmuştu.  Hakkı Anlı’dan, hayattayken,her ne kadar “Çingene Hakkı” diye söz edildiyse de öyle pinti bir yönüne kişisel olarak hiç tanık olmadım. Aslında bu olayın kökeninde, İsviçre’deki bir galeriden almış olduğu paraları bankaya koyup onlara dokunmaması ve o paralara birer garanti fonu olarak bakması yatıyordu.  Anlıdans etmeyi son derece seven insandı. Paris’te bir lisede baş aşçılık yapan Bayan Linas ile tanışmıştı. Madame Linas, fazla kalan yemekleri Hakkı Anlı dışında bizim diğer ressamlara da dağıtıyordu.  Linas’nın rahim kanseri sonucunda vefatı Anlı’yı hayli etkiledi. Ardından, manevi kızım diye tanıtacağı, daha çok bir baba-kız ilişkisinin hâkim olacağı başka bir kadına bağlandı. Alésia mahallesinde, kızın yaşayabileceği küçük bir stüdyo satın aldı. Ardından Hakkı Anlı’ya inme geldi ve Türkiye’den gelen gelininin girişimiyle Fransa’yı temelli terk ettikten, 3 yıl kadar sonra hayata gözlerini yumdu.

 

Anlı’nın resmindeki erotik temalarParis’teki Sinemadan

Hakkı Anlı çok farklı bir sanatçıydı. Resminin orijinalliğine gelince, resimlere ışığı arkadan vermeyi başarıyordu. Bir de, son derece ilginç, üç buutlu gibi duran monokrom çalışmaları oldu. Oldukça titiz bir insandı. Atölyesi her zaman pırıl pırıldı. Tüm diğer ressamlarımız gibi, oda maddi sıkıntı çekiyordu. Özel resim dersi veriyorveya uyguladığı normal atölye fiyatlarından önemli indirimler yaparak özellikle Türk diplomatlarına resim satabiliyordu.6-7 yıl boyunca kendisinden resim alan, İsviçre’nin Saint-Gall şehrinde bulunan Im Erkel galerisi dışında, sürekli ve önemli bir müşteriye kavuşamamıştı. İsviçre’deki  Im Erker galerisiyle çalıştıktan sonra, erotik temaların ağır bastığı figüratif konulara geri döndü. Resmindeki erotik temaların bir diğer kaynağı da, Denfert-Rochereau mahallesindeki sinemaya gitmesiydi. Buradaki filmleri seyreder, gördüğü sahnelerden etkilenirdi.

 

Abartılı Bira,İçkive sigara Mübin’in hayatına mal oldu

 Doktor Demir Fıtrat Onger, Ressam Mübin Orhon’la tanıştırıldığında, başında kasketiyle, uzunca boylu bir basketbolcuya benzeyen, gayet nazik, gayet kibar, hatta çekingen ve utangaç bir insan görünümünde olduğunu söyleyerek onunla ilgili anılarını da şu sözlerle anlatıyor “Mübin bazen, içindeki fırtınaları dışarıya çıkarabilmek için çok miktarda bira içiyordu. Gymnase kahvesinde bazen 10 bazen 15 hatta 20 biraya kadar çıkabiliyordu... ancak, içki içtiğinde, gayet saldırgan ve hırçın olabiliyor, tamamen başka bir kişiliğe bürünüyordu. Ve belki bu hırçınlığı da, hissettiklerini, arzu ettiklerini dışarıya vuramayışından kaynaklanıyordu. İçki, bira ve sigarayı abartılı kullanıyordu.Maalesef bunun sonucu olarak çok genç yaşta lenfosarkom sonucunda hayatını yitirdi. Mübin’in resmi Rothko ile bazı benzerlikler taşısa da, etkisinde kaldığını itiraf ettiği ressam bu değildi. Mübin’in dile getirdiği referans Malevitch idi. Bir de tabii Nicolas de Stael.  Mübin’in son yıllarındaki nerdeyse tek ciddi müşterisi, iki ayda bir gelip toplu resim alıp toplu para bırakan Sainsbury ailesiydi. Ama Mübin’deki Osmanlı asilzadesi yönü, aldığı parayı hemen harcamasıyla sonuçlanırdı.

 

Fikret Mualla Paris’te akıl hastanesine yattı.

Fransa’ya geldiğim yıl Fikret Mualla Fransa’nın güneyine yerleşmek üzereydi. Bir daha da Paris’e geri gelmeyecekti zaten. Dolayısıyla kendisini hiçbir zaman tanıyamadım. Mualla’yı eserleriyle tanımaya başladığımda tıp son sınıfta stajyer öğrenciydim. O zamanlar, Paris’te müzayedelerin yapıldığı “Hôtel Drouot” tadilat dolayısıyla kapalıydı ve satışlar Orsay müzesinde yapılmaktaydı. Satışlardan birinde, Mualla’nın büyük koleksiyoncularından Bay Garrigou ile tanışmıştım. Kartını vererek, sahip olduğu yüzlerce Mualla’yı görmem için Toulouse şherine çağırmıştı. Henüz Mualla yeni yeni meşhur olmaya başladığından, fiyatlar gayet makuldü. Bu nedenle de o zamanlar alınan Mualla’ların hepsi orijinaldi, piyasada bulunan Mualla’larda henüz taklit olanlar yoktu. Arkasından Mualla’nın hayatını merak ettim, bazı psikolojik problemleri vardı. Psikolog olmasam da, doktor olarak kişiliği ilgimi çekiyordu. Paris’te akıl hastanesine yattığı zaman yapmış olduğu desenleri özellikle toplamaya çalıştım. Mualla, gerçekten son derece belirgin bir fırçası olan bir ressamımız. Bir sergide veya bir satışta bir veya iki tane Mualla olunca, salona girer girmez imzasına bakmadan Mualla diyebiliyorsunuz. Mualla’nın bana kalırsa en orijinal tarafı o devirde soyut resim furyası varken figüratif resme devam etmiş olmasıdır.

 

Mualla Picasso ile resim değiş-tokuşu yapmıştı

 Mualla çeşitli yönleriyle hep ilgimi çekmeye devam etti. Sıra dışı bir hayat hikâyesi var bir kere, hem acıklı hem enteresan.Fransa’da ve Türkiye’de daha çok guaşlarıyla tanınıyor çünkü mali imkânsızlıklar dolayısıyla fazla miktarda tuval yapamamış. Bu arada, tamamen tesadüfî şekilde alelade bir satışta Mualla’nın 1932 yılında resim hocalığı yapmak üzere gittiği Edremit’teki resim defterine rastlamıştım.  Bu defterle, Mualla’nın resim çizgisinin de çok güçlü olduğunu fark ettim. Ardından,imkânlar nispetinde hem guvaşlarını hem de bilhassa çizdiği desenleri toplamaya başladım. Mualla deyince Picasso da aklıma geliyor. Mualla Picasso’yu tanımıştı, hatta aralarında resim değiş tokuşu da yapılmıştı. Picasso’nun daha ziyade soyut resimlerini biliriz, ama Picasso aynı zamanda klasik resmi de çok iyi yapabilen bir sanatçıydı. Aynı şekilde Mualla da, bazen Toulouse-Lautrec ile karşılaştırılan guvaşlarının yanında, çizgisi son derece kuvvetli bir sanatçıydı.

 

Abidin Dino’nuneserleri ilgimi çekmedi

Paris’te yaşayıp Abidin Dino ile de karşılaşmamak tabii ki mümkün değildi. Kendisiyle bazı resim sergilerinin açılışında tanışmıştım.Tam anlamıyla bir kültür adamıydı. Bilhassa Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal ile yakın dostluğu dolayısıyla uzun bir müddet Türk kültürünü Paris’te neredeyse tek başına temsil etmiştir. Yaşar kemal ile birlikte birkaç defa muayenehaneme gelmişler, kendileriyle de böylelikle sohbet etme imkânını bulmuştum. Ancak, belirli bir nedene de bağlı değil, resimlerini biriktirme konusunda bende hiçbir zaman bir kıvılcım oluşmadı.

 

Koleksiyonculuk bir nevihastalık

 Doktor Demir Fıtrat Onger’in koleksiyonculukla ilgili görüşleri ise şöyle “Koleksiyoncu olma durumu bir nevi hastalık. Resim toplamaya koyulmadan evvel başlatmış olduğum, bazılarını da halen sürdürdüğüm başka koleksiyonlarım da oldu. Bunlardan biri, kahve ve kahve araçları koleksiyonu. Hem ikonografik belgelerden, hem de kahve zarfları, kahve fincanları, kahve cezveleri, kahve soğutucuları, kahve kutuları, kahveyi pişirmeye yarayan kahve tavalarından oluşan toplam 150 parçalık bir koleksiyonum varve bu yıl  Marsilya’da açılacak bir sergide de yer alacak. Bir diğer  koleksiyonum hamam araçlarıyla ilgili. Hamam tasları, sabunlar, peştamallar, takunyalar derken bu serideki objeler de 200’e yaklaştı. Üçüncü bir koleksiyon, Türk işlemeleri etrafında dönüyor. 18. 19. ve 20. asır başlarına ait 120 parçayı buldu. Kitap koleksiyonu yapıyorum, bir de, Osmanlı devrinde yapılan ve bir tanesi de 17. yüzyıla ait sedef veya kaplumbağa sırtı kakmalı kutular ve mobilya koleksiyonum var. İmkân ve zaman oldukça genişletmeye çabaladığım tüm bu koleksiyonların ortak özelliği, hepsinin Türk gelenekleriyle, Türk kültürüyle ilgili olmaları. Aynı önemi taşımasa da, 1200 parçadan oluşan bir kart postal koleksiyonunu da bu saydıklarıma ekleyebilirim.

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!