OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 11, 2003 00:00
Arkeoloji eğitimi, altı filmlik olsa da Avrupa
Film Festivalleri'ne uzanan bir Yeşilçam deneyimi ve Safran. Safran için bir açıklama yapmaya gerek yok; bu Aslı Altan'ın kendisiyle özdeşleşmiş mekanlarının adı. Ne ‘‘club’’, ne bar, ne restoran. Ya da hepsi. Doğrusu ise kısaca Safran. Onun mekanlarının en önemli özelliği kendisine benzemesi, yani biraz ‘‘tarifsiz’’, biraz bukalemun gibi olması. Mesela akşam saat 20.00'de gidin; bembeyaz örtülerin üzerindeki şık yemeklerle, kaliteli servisiyle, düzgün, gıcır gıcır bir mekan. Ama saatler ilerledikçe, biraz da onun mood'uyla değişerek, neye benzeyeceği bilinmez. Yine de fikir vermesi açısından şu söylenebilir; rahatlık baş karakter bu mekanlarda. O ise yüzüne yapıştırılmış bir gülümsemeyle ortalarda dolaşan bir patroniçe olmak yerine, genelde somurtan ama eğlence zamanı bizzat DJ'lik yapan, havaya göre ‘‘her telden’’ çalan, müşterilerle birlikte -hatta belki onlardan daha çok- eğlenip sarhoş olan, ‘‘azan’’ bir işletmeci. Çünkü ona göre patronlar da azar, azmalı. Ayrıca bu iş, öyle sadece para için yapılamaz. O eğlendikçe eğlendiriyor. Yazları Bodrum'da, kışları da İstanbul Karaköy'deki tarihi Liman Lokantası'nda eğlendiren Safran, kışlık mekanının kapılarını bu hafta yeniden açtı. Ama bu, adı sıklıkla mekanlarının önüne geçen ve arkadaşlarının Kaplan dediği Aslı Altan'ın Albüm'ü. Tabii ikisini ne kadar ayırabilirseniz!Şahin Kaygun'un Dolunay adlı filminin afişleri hazırlanırken küçük bir problem yaşanır. Oyuncularından birinin soyadı (Kenan) Bal, diğerinin Yağcı'dır. ‘‘Eh bir de Reçelci bulursak, afiş kahvaltılık gibi olacak’’ deyip, Altan Yağcı'nın adını değiştirirler. Böylece olur, Aslı Altan. O aslında, anne-babasının o doğmadan, kız da olsa erkek de olsa koymaya karar verdiği, bu maskülen gibi görünen, ama ona göre üniseks olan isimle çok barışıktır. Çünkü ona uygun ismin, mesela ‘‘Fatma’’ olamayacağını düşünür. O yüzden adını değiştirmez tam olarak, başına ‘‘Aslı’’ koyar, ‘‘Gerçeği Altan’’ anlamında.Bir düzeltme daha: Bilenlerin bildiğinin aksine ‘‘doğma büyüme Bebekli’’ değildir. Babası Fevzi Yağcı Akademi'den mezun olup, mastırını yapmak üzere, eşi Nuran Sivri'yle Almanya'ya gittiğinde Köln'de doğar (1 Aralık 1963). Hayatının ilk üç ayı Almanya'da, ilk üç yılı da Ortaköy'de geçer. Bebek'e geldiklerinde üç yaşındadır ve sürekli denizde, şahane bir çocukluk yaşar. Denize düşen metal paranın yukarıdan rahatlıkla görülebildiği o yıllarda, iyi bir yüzücü ve balıkçıdır. Kimsenin tutamadığı lüferleri kolaylıkla tutmasıyla, Türkiye'nin ilk sörfçülerinden biri olarak Boğaz'ı geçmesiyle ünlüdür. 35 yıldır terketmediği çocukluk evi gibi, bugünlere getirdiği dostlukları vardır o yıllardan. Evden çıktığında esnaflarına selam vererek yürüdüğü, annesinin Türkü Kitabevi'nin, badem ezmeciyle birlikte en eski iki dükkanından biri olduğu Bebek, vazgeçemeyeceği bir yer kaplar hayatında.EVET ARKEOLOJİAMA ERZURUM'DAErenköy Kız Lisesi yılları sporla içiçe geçer. Önlük giydiği günler sayılıdır, ama göründüğü gibi haylaz olduğundan değil, sürekli spordadır. 100 metrede 12.3'lük Türkiye rekorunu egale eder, cirit atmada dereceler alır, basketbol, voleybol, folklor oynar. Hayali ise, eskiyi, tarihi ve de denizi çok sevdiği için, sualtı arkeoloğu olmaktır. Nitekim arkeolojiyi kazanır da. Sevinçten uçtuğu üç günün sonunda sınav sonuç belgesine bir kez daha baktığında kısaltılmış bir kelimeyi eksik okuduğunu farkeder: ‘‘Erz.’’ Yani İstanbul Arkeoloji'yi değil, Erzurum
Atatürk Ãœniversitesi'ninkini kazanmıştır. Önce başından aÅŸağı kaynar sular dökülse de gider. Ä°stanbullu, hele Bebekli olmakla, Türkiye'nin herhangi bir yerinde yaÅŸayan biri olmak arasındaki farkı, ya da uçurumu diyelim, bu dört yılda bizzat yaÅŸar. Hayatla asıl tek başına karşı karşıya kalışıdır, üstelik en baskın tarafı sert iklimi olan bambaÅŸka bir coÄŸrafyada. BaÅŸlangıçta üzerinde kot pantolon, deri mont ve ayağında kovboy çizmeleri olduÄŸu için üstüne tükürenlerin bu tutuculuÄŸunun, havanın soÄŸukluÄŸundan ve tüm doÄŸu gibi en doÄŸal ihtiyaçlarının karşılanmıyor olmasından kaynaklandığını anlar. Nitekim bu dış kabuk kolayca kırılır; orada da bugüne kadar getirdiÄŸi dostluklar kurmayı baÅŸarır. Bu arada tüm DoÄŸu Anadolu'yu, köylerde kar nedeniyle mahsur kalmacasına dolaşır. Okulu da Fakülte Birincisi olarak bitirir.Åžimdi ‘‘kendi olmasında’’, Ä°stanbul'da yeni mekanlar açması, daha doÄŸrusu yaratmasında, bu mekanların varoluÅŸ ÅŸekillerinde, o yılların, Van, AÄŸrı gezilerinin, oralardaki tanıklıklarının payı olduÄŸunu düşünür. Çünkü BeyoÄŸlu'nda, onca erkek nüfusu, bürokrasi çarkı ve gece tekinsizliÄŸi içinde mekan açıp tutturabilmek de deli bir zorluklarla baÅŸetme, yalnız başına olabilme, riske girebilme gücüne dayanır. Evet ÅŸimdi çok vardır bu mekanlardan BeyoÄŸlu'nda, ama onun baÅŸladığı yıllarda, Roxy, Hayal Kahvesi, Kaktüs'le birlikte, yolları açan birkaç öncüden biridir.GENÇ Ä°RÄ°SÄ° LAFINA KIZDIERDEN KIRAL'I REDDETTÄ°Ama bunlardan, yani popüler mekanların iÅŸletmecisi olmaktan önce bir ‘‘YeÅŸilçam arası’’ vardır Altan için. OyunculuÄŸa iliÅŸkin ilk teklif aslında 15 yaşındayken, Bereketli Topraklar Ãœzerinde'yi çeken Erden Kıral'dan gelir. Annesinin dükkanına uÄŸramış ve ‘‘Bize genç irisi biri lazım, Altan'ı oynatalım’’ demiÅŸtir. Bu ‘‘genç irisi’’ benzetmesine öyle sinirlenir ki, bir daha konuÅŸturmamacasına reddeder teklifi. Onu sinemaya sokan, okulu bitirip Erzurum'dan döndükten sonra, Ä°stanbul Ãœniversitesi'nde master programları doluyken peÅŸine düşen Åžahin Kaygun'un inadıdır. Ä°lk kez 1987 yapımı Dolunay'da rol alır. Filmi çekerken utanır, perdede kendine ilk baktığında, mesela ilk defa ensesini, yürüyüşünü gördüğünde tuhaf bir duyguya kapılır, ama sever. 1988'de Zülfü Livaneli'nin Sis filminde rol alır, bir yıllık bir aÅŸk-Amerika macerasından sonra Memduh Ãœn’ün, Bütün Kapılar Kapalıydı (1990) Canan Gerede'nin Robert's Movie (1990), Ersin Pertan'ın Kurt Kanunu (1991) ve Ä°smet Elçi'nin Düğün (1993) filmlerinde oynar. Bu arada belki de 60 senaryo gelmiÅŸtir ama o bir yerde durur; muhtemelen YeÅŸilçam'ın kurallarını, iÅŸleyiÅŸini çok sevmediÄŸinden. Åževki kırıldı da denebilir buna. Eskiden Zencefil'in ortağı, ÅŸimdi Kestane'nin sahibi olan teyzesi Sema Åžen'in teklifi sayesinde kendini restorancı olarak bulur. Tesadüfler önemlidir hayatında, sever de tesadüfleri.Safran bir vejetaryen lokantası olarak, ilk KuruçeÅŸme'deki Planet Spor Merkezi'nin içinde açılır. Ama orada yapamadığını düşünüp ‘‘Ben BeyoÄŸlu'na çıkıyorum’’ der teyzesine ve Balo Sokak'ta, eski harap bir binanın ikinci katındaki eski Şömineli Pavyon'u görünce bayılır. Tamam burasıdır. Neden? -Ne de olsa sinemadan gelir- ‘‘Bir ışık düşüyordur ki...’’ BU NE BİÇİM VEJETARYEN LOKANTABöylece Safran 1995 sonlarında BeyoÄŸlu'na taşınır. Tabii kendini o sokaklara bembeyaz duvarları ve ‘‘tuhaf’’ iÅŸletmecileri ve müdavimleriyle kabul ettirmesi kolay olmaz, ta ki bir otoparkçının boÄŸazına sarılıp ‘‘abla’’ diye çaÄŸrılmaya baÅŸlanana kadar. Yalnız bir sorun vardır, çünkü giderek Aslı Altan'ın çevresinin geldiÄŸi, kendi müziÄŸini ve eÄŸlence tarzını yaratmaya baÅŸlayan bu ‘‘vejetaryen’’ lokantada, bol sigara ve alkol tüketilmektedir. Teyzesiyle ayrılmaya karar verirler. Aslı Altan'ın restorancılığı, BeyoÄŸlu civarında, ‘‘farklı konsept’’ devri ve Etiler-Ortaköy eÄŸlence tayfasının BeyoÄŸlu'na akmaya baÅŸlaması da o zamanlara rastlar.Safran ilk beÅŸ yıl Balo Sokak'ta ekol olur, sonra ‘‘bir yaz aÅŸkı gibi kısa ve güzel’’, Lal DedeoÄŸlu'yla birlikte Arnavutköy'deki NeÅŸe Taverna'da Buz Safran'ı iÅŸletir ve inanılmaz eÄŸlenirler. Sonra NiÅŸ'le Reina'da birleÅŸir ve yazları oraya taşınır, ardından kışları, yıllardır hayalini kurduÄŸu Karaköy'deki tarihi Liman Lokantası'na, yazları da Reina'nın iÅŸletmecisi Mehmet Koçraslan'la ortak Bodrum Türkbükü'nde küçük bir koya yerleÅŸir Safran. Bu yıl bir ara, yine Şömineli Pavyon'a olduÄŸu gibi keÅŸfedip aşık olduÄŸu BeyoÄŸlu Ä°mam Adnan Sokak'taki Lüks Malibor'u da olduÄŸu gibi yaÅŸatmak üzere devralmak ister. Ama kimbilir belki de sonradan o sokakta cinayete varacak olaylar nedeniyle bir karışıklık olduÄŸunu hisseder ve vazgeçer. Åžimdi sonbahar. Liman Lokantası'ndadır. Tabii Liman'ın ağır havası yerine Safran tarzıyla. Ama, Eminönü ve Karaköy iskelelerini, dünyanın her yerinden gemilerin yanaÅŸtığı rıhtımı, eski Ä°stanbul'u içeren ‘‘dünyanın en lüks’’ manzarası aynıdır. 165 metrekareden 2000 metrekareye taşınınca, iÅŸin ağırlığı biraz daha artmıştır elbette, ama o da ciddi bir iÅŸ kadınıdır. Gece saatler ilerledikçe en çok eÄŸlenenlerden biridir ama DJ'lik iÅŸini de ciddiye alır, dünyanın her yerinden CD toplar ve onları kocaman çantasıyla her yere taşır, (Hatta bir gün asistanı 158 CD'yle dolu çantayı takside unutur da karalar baÄŸlar. Ama ilahi adalet, bir gün bir baÅŸka asistanın bindiÄŸi taksici, ‘‘Bagajda bir çanta dolusu CD var’’ deyiverir). Ona ‘‘Sinemacılıkla lokantacılık ne alaka?’’ diye soran gazeteciler de olur: Vardır bir alaka. Gecenin başında ‘‘kurgu’’ baÅŸlar çünkü. Yönetmen odur.Â
button