Güncelleme Tarihi:
Arınç, NTV'de yayınlanan programda, soruları yanıtladı.
Başbakan Yardımcısı Arınç, "Suriye ile ilgili son gelişmede, operasyon rafa kaldırılmış diye yorumlanıyor. Türkiye, Esed'in gidişine odaklı siyaset uygulamıştı. Bu aşamadan sonra Türkiye'nin yapabileceği bir şey var mı" sorusu üzerine, "Suriye konusu tabii öncelikli konumuz. Aşağıdaki karikatür sergisinde ilginç bir karikatür var. Esed elinde makineli tüfekle etrafta da ölenler var, yıkılan şehirler var. İki tane Avrupalı da kendi aralarında konuşuyorlar. 'Evet çok insan öldürdü ama' diyor, 'bereket şeriat istemiyor' diyor. Yani Avrupalı nezdinde onun geçerliliği şeriat istememesiyle ancak iyi bir nokta" dedi.
"KERRY'NİN SÖZLERİ MAALESEF MÜDAHALE İMKANININ ORTADAN KALDIRDI"
Amerika'nın bir müdahale hazırlığı içinde olduğunu, Başkanın yetkisinde olmasına rağmen bu işi kongreye getirmek istediğini anlatan Arınç, şunları kaydetti:
"Dün 11 Eylül'dü. 2001'deki o muazzam ama çok acıklı, çok trajedi olayın üzerinden 10 yıldan fazla bir zaman geçti. Tabii daha sonrası Irak'a yapılan operasyon, Irak'ın meydana getirdiği birtakım trajik sahneler. Şimdi de kimyasal silah kullanılması karşısında yine Amerika'nın kendine düşen bir görev olarak 'Mutlaka bunun bir cezasının verilmesi' demesi dünyayı harekete geçirdi. BM Güvenlik Konseyi'nden maalesef hiçbir şey çıkmıyor, Rusya ve Çin'in vetosu sebebiyle. NATO kendisine ait bir görev olarak bunu görmüyor ama Türkiye'nin bir saldırıya uğraması karşısında NATO'nun Türkiye'yi koruyacağını söyleyebiliriz. 'Bir gönüllüler koalisyonu Kosova'da, Bosna'da olduğu gibi devreye girer mi' denildi. O konuda da Fransa, Almanya, belki İngiltere'nin ön alması gerekirdi. Onlar da Almanya seçimleri dolayısıyla, bir başkası başka iç politik sebeplerle onlar da taraftar olmadı. Bizim doğrudan müdahalede bulunmamız söz konusu değil. Cameron da bildiğiniz gibi oylama yaptı, oylama neticesi hükümetin aleyhine oldu. Amerika'da da mesela Temsilciler Meclisi'nde Cumhuriyetçiler daha önde, buna rağmen 'İkna yoluyla ben bunu geçireceğim' demişti Obama. Şimdi orada bence de çok büyük bir yanlışlıkla Kerry'nin, yani 'kimyasal silahların teslim edilmesi veya kontrolüne müsaade edilmesi karşılığında bu işten vazgeçeriz' şeklinde anlaşılabilecek sözleri maalesef müdahale imkanını ortadan kaldırdı."
Türkiye'nin savaş tamtamcısı olmadığını vurgulayan Arınç, şu ifadeleri kullandı:
"Bugüne kadar yüz binden fazla insanın ölümüne sebebiyet veren, balistik füzeler kullanan ki 264 tane scut füzesi kullandıkları biliniyor, kimyasal silah kullanan ve kullanabilecek olan bir ceberut yönetime karşı bir şey yapılması gerekliydi. Ama bu Rusya'nın da işine yaradı, Esed'in de işine yaradı, Kerry'nin bu sözleri. Amerika bundan dönemedi, çok büyük bir gaf bence Dışişleri Bakanının, eğer bilmeyerek yaptıysa büyük bir gaf, bilerek yaptıysa da bunun ötesinde bir tanımlama gerekir. Şimdi iş döndü. Kamuoylarının buna hazır olmadığını söyleyebiliriz ama kamuoylarının mutlaka anketiyle çözümlenecek bir konu değil. Obama yaptığı konuşmalarda bunları çok güzel ifade etti. Şimdi bir bekle gör politikası içindeyiz ama bir açmaz var, o açmaz şudur, 'Yüz bin insan öldü, ne yapalım öldüyse öldü.' Kimyasal saldırıda bin 500 kişi öldü, 'Bu çok kötü bir şey.' Peki bunun karşılığında ne olacak? 'Elindeki kimyasal silahları verirse bunu da görmezden gelelim.' Geldiğimiz nokta bu maalesef. Türkiye insani amaçla her şeyi yaptı, muhalefete de destek oldu, bunlar siyasi destektir, hiçbir zaman silahlı destek olmamıştır. Çok büyük zarar görüyoruz, 500 binden fazla insan Türkiye'ye geldi, 2 milyona yakın Suriyeli dünyada başka ülkelere gitmek zorunda kaldı. Ben bu son kimyasal silah saldırısından sonra Esed'in saldırılarının devam ettiğini görüyorum. Bunlar bombalamakla oluyor, uçak ve helikopterle oluyor. Rusya'nın tavır değişikliği belki söz konusu olabilir. Belki bu süreç başarısızlığa uğrarsa veya 'Tamam, bundan bir sonuç alınamıyor, ikinci Cenevre'de olmadı, biz Suriye için gerekeni yapacağız derse Amerika belki bir yaptırımdan bahsedebiliriz, onun dışında zamana yayılmış bir süreç var önümüzde."
"Demokratikleşme paketinde anadil konusunun nasıl yer alacağına" ilişkin soru üzerine, Arınç, anadilin öğrenilmesi konusunda şu anda bütün mevzuatın müsait olduğunu belirterek, "Anadilin bir eğitim dili olarak kabul edilmesi noktasında Türkiye'de BDP dışındaki bütün siyasi kurumların da bütün bürokratik kurumların da sadece anayasal engel değil ayrıca bunun serbest olması halinde dahi uygulanabilmesi noktasında itirazlar var. Dolayısıyla gündemimizde o konu yok" diye konuştu.
Pek çok üniversitenin Kürt dili ve edebiyatı üzerine veya Kürtçe'nin öğrenilmesi üzerine mezun vermeye başladıklarını anlatan Arınç, şunları kaydetti:
"Biz bu mezunları, bu dönemden itibaren seçmeli ders olarak okutulan Kürtçe'nin öğretmenleri olarak atayacağız. Bugün bütün ortaokullarımızda artık seçmeli ders var ki bunların sayısı 20'den fazladır, içlerinde Kürtçe de vardır. 20'den fazla öğrencinin talebiyle sınıflar açılabilecek ve bunlar da okutulabilecek. Hemen hemen yerel televizyonlarda, bölgesel televizyonlarda ve radyolarda da hiçbir sorun yok. Öğrenilmesi konusu bizim için çok önemliydi. Eskiden bu kurslar vesilesiyle yapılırdı. Kısmen TRT ve diğer bazı televizyonlar bu işe başlamıştı ama şimdi onlar da ayrıca kanallar haline dönüştü ve hiçbir eksiğimiz kalmadı. Yalnız anadilde eğitim konusu eğer yeni anayasa hususunda çalışan Meclis'teki komisyon bir araya gelerek buna bir formül bulur, 'Resmi dil Türkçedir, eğitim dili de şöye olabilir' diye bir anlaşmaya varırsa o kabulümüzdür. Yani 4 partinin muhafakatıyla yeni anayasada bu konu nasıl çözülecekse biz ona hayır demeyiz. Ama sadece bize düşen bir görev olarak bugün bu işin çözülmesi isteniyorsa çözdüklerimiz ortada, bu sorunun yüzde 90'ıdır. Geriye kalan yüzde 10 için de biz şartların henüz müsait olmadığını düşünüyoruz."
"Demokratikleşme paketinde Alevi yurttaşlar için düzenleme olup olmayacağına yönelik soruyu yanıtlayan Arınç, "Olacak mutlaka. Alevi yurttaşlarımız da toplumumuzun bir parçası. Onların da şüphesiz haklı taleplerine demokratik bir hukuk devleti bigane kalamaz. Demokrasi de zaten böyle bir şey. Bu konuda Başbakan Yardımcımız Bekir Bozdağ'ın, bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızı yapan değerli arkadaşamızın geçmişti hazırladığı raporların üzerine bazı yenilerini koymak suretiyle bir girişimde bulunacağını ve bazı konularda yeni bazı gelişmeler olacağını söyleyebilirim" diye konuştu.
Alevi yurttaşların farklı kurumlar içerisinde farklı söylemleri bulunduğunu belirten Arınç, şöyle devam etti:
"Tek biriyle muhatap olmak da mümkün olmuyor. Bir kısmı cemevlerinin ibadethane olması gerektiğini söylerken, faraza Ankara'da bir yeni konseptt var, cami-cemevi ve aşevi bir arada. Camiyle yan yana olmaz diye sokak gösterileri yapan gruplar da var. Bunlar ne kadar Alevileri temsil ediyor, o ayrı bir konu. Ama cami bir ibadethaneyse cemevine de siz ibadethane diyorsanız iki ibadethanenin bir arada, yan yana olmasından ne gibi bir zarar görüyorsunuz ki itiraz ediyorsunuz diye sormamız lazım.
Türkiye'de bazı şehirler var ki çok enterasandır, İstanbul bunlardan bir tanesi. Yani Galata civarında kilise varsa hemen yan sokakta mutlaka bir cami vardır. Hatay'a giderseniz duvarlarının birbirine bitişik olduğunu görürsünüz. Yani ezan, çan, hazan denen şey, üçü bir aradadır. Hatay'da sinegog ile kilise ile caminin duvarlarının birbirine bitişik olduğunu görüyoruz. Böyle bir konsepti Ankara'da gerçekleştirmek isterken, Cem Vakfı gibi saygın bir vakıf, onun çok saygın Genel Başkanı İzzettin Doğan 'Bu güzel bir şeydir' derken, bir kısım grupların da buna karşı sokaklarda molotofkokteyli atarak gösteri yapması, demek ki farklı düşünceler veya farklı amaçlar olabilir. Biz orta yolu ve gerçek Alevilik inancını esas alarak bir çalışmanın içerisindeyiz."
Çözüm süreci
Terör örgütü PKK'nın yurt dışına çıkışları durdurmasının çözüm sürecini nasıl etkileyeceğine ilişkin soruya Arınç, daha önce terör örgütünün elebaşlarından Cemil Bayık'ın açıklamalarına karşı kendisinin ne diyeceğinin sorulduğunu hatırlatarak, "Bunu kendim için doğrusu çok ayıp buluyorum. Yani Cemil Bayık bir örgütün belli noktasındaki bir insandır. Bu örgütün de hangisi olduğu ve Türkiye'de neler yaptığı herkes tarafından bilinmektedir. Şimdi onun sözüne karşı Türkiye Cumhuriyetinin Başbakan Yardımcısının ne düşündüğü soruluyor. Bunu ben kabul edemem. Ben onun muhatabı değilim. Dolayısıyla Duran Kalkan şöyle demiş, Cemil Bayık böyle demiş, falan kişi şöyle konuşmuş, bunların hiçbirisine cevap verme noktasında biz istekli değiliz" ifadelerinu kullandı.
İnandıkları ve başlattıkları bir çözüm süreci olduğuna işaret eden Arınç, şunları kaydetti:
"Bu çözüm sürecinin aktörlerinden birisi de örgütüne 'Silahları bırakın, yurt dışına çıkın ve bundan sonra siyaset ve fikir konuşun' dedi. Biz bunu esas alıyoruz. Bu örgüt, bu liderini dinler mi dinlemez mi, hazirana kadar çıkmadı eylüle kadar çıkar mı, çıkmazsa ne olur, bunlar ayrı bir konu. Biz hala o çizgi üzerindeyiz. Yani 21 Mart'ta, nevruzda mektubu okunan kişi, kendi örgütü üzerinde söz sahibiyse o örgüt de 'Bizim irademiz Öcalan'ın iradesidir' diye baştan ifade etmişse bunun sonuçlarını görmemiz lazım. O size 'çıkın' diyor, siz ayak sürüyorsunuz, ya çıkacaksınız ya çıkmayacaksınız. Çıkarsanız liderinizin, iradenizin bağlı olduğu kişinin sözünü yerine getirmiş olacaksınız. Çıkmazsanız hiçbir bahaneniz yok, o zaman 'O da kim oluyor' anlamına gelecek birtakım sözler konuşacaksınız. O sizin sorununuz bizim sorunumuz değil. Biz işimizin başındayız. Hükümet olarak da güvenlik güçlerimiz olarak da terörle mücadele noktasında hiçbir gün zaafiyet içinde olmayacak şekilde işimizin üzerindeyiz. Görev size düşüyor, iş size düşüyor, talimat size verildi. Eğer sözleriniz gerçekse bunu haziran, temmuzda Türkiye içinde sayılarını sizin de bizim de çok iyi bildiğimiz bu militanların çıkması gerekirdi, çıkmadı. Kendi ifadenizle 600 kişi, bizim ifademizle biraz daha az. Yani 2 bin kişi kabul edersek Türkiye içerisinde niye siz hala 600 kişi çıktınız ve bu çıkan kişilerin nitelikleri nedir? Biz gözümüzü mü bağladık, uyuyor muyuz zannediyorsunuz. Herbirinizi tek tek kontrol edebilecek, nerede bulunduğunuzu bilebilecek bir güce sahibiz. Önce kendi işinizi yapın. Bu lafların hiçbirisinin bizim açımızdan bir değeri yoktur. Onları istihbaratımız değerlendirir, doğru mudur, yanlış mıdır, buna karşı ne yapacaklardır ne yapmayacaklardır, onlar, devletin birimleri bu konu üzerinde çalışırlar. Bizim bunlara laf yetiştirmek veya muhatap almak gibi bir düşüncemiz yok."
Arınç, yurt dışına çıkanların sayılarından ziyade nitelikleri konusunda da sorun olduğunu söyledi.
İmralı ile Kandil'in doğrudan temas kurabilmesi yönündeki talepler hatırlatılarak, "Hükümet bu konuyu düşünüyor mu? Doğruysa MİT yetkililerinin bugün İmralı'ya gitmeleri söz konusuymuş, bu mutat bir gidiş miydi" şeklinde sorulması üzerine Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, geçen yıl aralık sonundan itibaren istihbarat örgütünün Öcalan ile görüştüğünü açıkladığını anımsattı.
Arınç, şöyle devam etti:
"Bu 10 ay içerisinde MİT yine gidiyordur, yine görüşüyordur, bir şey diyemem, doğrudan bana bağlı değil veya her şeyi konuşmak noktasında değilim ama BDP, siyasi bir unsur olarak Öcalan'ın da kabul ettiği, görüşmek istediği milletvekilleriydi. 10 defa mı gittiler, 15 defa mı gittiler bilemiyorum. İstedikleri zaman, Adalet Bakanımız izin verdikçe gidiyorlar, hiçbir sıkıntı yok. Şimdi onlar bugün mü gidecek, dün mü gittiler o noktada değilim ama yeni aktörler eklenmek istiyorsa yani Kandil'den de gelsin, onlar da görüşsünler, bu mümkün değil, bunu konuşmak bile abes. Efendim 'Buradan da işte sivil toplum örgütleri gitsinler, görüşsünler.' İnfaz hukuku içerisinde kimin, nasıl görüşeceği belli: Kardeşi, ablası, birinci derece yakınları her zaman gidebilir, yeter ki imkan olsun. Milletvekilleri gitmek isterse veya başka sivil şahıs gitmek isterse bu Adalet Bakanlığının iznine bağlı. Yani orayı bir ziyaret mahali haline getirecek, her gün turlar düzenleyecek halimiz yok. Böyle bir şey mümkün de değil. Ancak milletvekilleri gidiyorlar ve görüşüyorlar, döndükleri zaman da onun varsa mesajı ilgili yerlere ulaştırıyorlar. Hatta birebir gidiyorlar. Yanına mektup alıp Kandil'e giden de var, yanına mektup alıp Avrupa'ya giden de var. Bunlarda bir sıkıntı bugüne kadar söz konusu değildi, şimdi yeni bir sıkıntı var mı, onu istihbarat örgütümüzün daha iyi bileceği düşüncesindeyim."
Üç gazetecinin İmralı'ya gitmesi konusunun Hükümet üyeleri arasında konuşulmadığı bilgisini veren Arınç, "Bence şu aşamada doğru olmaz, şahsi kanaatimi söyleyeyim. İzin noktasında ben söz sahibi değilim ama ben bu işin bu kadar medya boyutuna indirgenmesini doğrusu şey bulmadım. O zaman başka mecralara doğru iş yürüyebilir, süreç aksayabilir diye düşünüyorum. Bence şimdi kurulan zincir çok daha sağlıklı" diye konuştu.
"Her ölümlü olaydan sonra adli soruşturma yapılıyor"
İzinsiz yapılan gösterilerde meydana gelen ölümlere ilişkin soru üzerine Arınç, en son Ahmet Atakan'ın hayatını kaybettiğini ve buna çok üzüldüğünü belirtti. Bunun siyasi bir söylem olmadığını vurgulayan Arınç, ülkeyi yönetmese bile ülkede yaşayan herkesin bir gencin ölümü karşısında üzülmesi gerektiğinin altını çizdi.
Arınç, bu tür toplumsal olaylarda silah kullanılabildiğini anımsatarak, şunları söyledi:
"Polisin kendi elindeki gazdı, su sıkmaktı veya silah kullanmaktı, bazen gerçek mermi, bazen plastik mermi, onlara gerçek mermi yerine başka şeyler kullanması tavsiye ediliyor, emrediliyor. Ancak bir olayda olduğu gibi meşru müdafa hudutları içinde kalmış bir ölüm hadisesi de olabiliyor. Yani üzerine çullanabilirler, çok fevkalade kendini kurtarmak için başka imkan kalmayabilir. Birisi silah da kullanabilir ama her ölümlü olaydan sonra adli soruşturma yapılıyor. Bu savcıların işidir. Savcılar bu konuda tüm delilleri toplamalı. Polis eliyle olabilir, anarşik gruplar tarafından yapılmış olabilir, kazaen olabilir. Kendi eylemi sebebi olabilir. 40 tane ihtimal var. Birisine sarılarak bu olayı meşru göstermek çok çirkin bir olaydır."
Bu konuda kamu otoritelerinin de ciddi açıklamalar yapması gerektiğine dikkati çeken Arınç, "Bunu mutlaka şunlar yapmıştır, şöyle olduğu söyleniyor. Yani tahkikatın seyrini de değiştirebilecek ölçüde bir açıklama olur da onun tam tersi çıkarsa bu sefer de güven sarsılması oluyor. Bunun kasıtlı olarak yapılmış olabileceği de akla geliyor" dedi.
Arınç, İsmail Korkmaz'ın ölümünde şu anda 4 polis ve sivil şahıs hakkında dava açıldığını anımsatarak, "Demek ki başta iddia edilen polislerin bu öldürme olayında müdahil oldukları konusu bir iddianameye konu olacak kadar ciddiymiş. Dolayısıyla 'Polis kesinlikle yapmamıştır' demek yerine 'Konuyu ciddi şekilde araştıracağız. Bu ölümün sebebini ortaya koyacağız ve yargı da cezasını verecek' demek bence çok daha ciddi bir açıklama, inandırıcı bir açıklama olabilir" değerlendirmesinde bulundu.
Arınç, sözlerine şöyle devam etti:
"Son olayda dün İçişleri Bakanı Muammer Güler'in açıklama yaptığı için söylüyorum, ben kulak misafiri oldum. Yani bir yerden çanak anteni sökmek isterken aşagı düştüğü, bunun da kamera kayıtlarında, hatta yerel televizyon veya gazetenin de kamerasında olduğu söylendi. Bunları değerlendirmek bence sadece savcıların işidir. Genç insanlar bunlar, eylemlerin içerisinde hangi amaçla bulunduklarını da bilemeyiz. Bu gösterilerin bir kısmı yasaldır, bir kısmı da yasa dışıdır. Yasa dışı eylemlerin içinde olmak her zaman ülkeye de zarar getirir. O kişilerin kendisine de siyasetçilere de getirir. Yasa dışı eylemleri desteklemek veya hoşgörmek, hukuk devleti olan Türkiye'de mümkün değil. Bence bu işleri önlemenin tek yolu taleplere kulak vermek, dinlemek, gereğini yerine getirmek. İlk Gezi olayları başladığında ben kendi sorumluluğum içinde şahsen önce milletvekili arkadaşımız Sırrı Süreyya Önder ile görüştüm. Çünkü en başında o vardı. Sonra o platformu temsil eden arkadaşlarımızla görüştüm. Yargı kararlarını getirttim, inceledim ve bunların gereğinin yapılacağını söyledim. Sayın Başbakan da yurt dışından döndükten sonra o da aynı çalışmayı yaptı. Bunların öncelikle yapılması ve kamuoyunda tartışılmasının temin edilmesi, bir görüşün ortaya çıksa da çıkmasa da en azından kamuoyuna açıklanması ve bilgilendirilmesi gerekiyor."
Bu formüllerin işlemesi durumunda kötü niyetli ve maksatlı olanların çok marjinal kalacaklarını ifade eden Arınç, ülke yönetiminde söz sahibi olanların bundan sonra böyle davranması gerektiğini sözlerine ekledi.