Güncelleme Tarihi:
Arınç, TBMM Genel Kurulu'nda gündemdışı konuşma yapan CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey'e hükümet adına yanıt verdi.
Bugün Genel Kurulu çok anlamlı hale getiren, bir olağanüstülük yükleyen ve sadece Türkiye'nin değil bütün dünyanın dikkatlerini buraya toplayan, herkesin merakla beklediği bir konu olduğunu kaydeden Arınç, bazı milletvekillerinin bireysel kararlarıyla başlarını örtme ihtiyacı duyduklarını ve bunu takınmak suretiyle Genel Kurul'a geldiklerini ifade etti.
Arınç, "Zannediyorum bu Türkiye'de ilk defa oluyor, olabilir, her şeyin bir ilki vardır. Buna karşı toplumda çok yüksek olumsuz bir tepki yok. Siyasi partilerimizden de olumlu tepkiler var, olumsuz tepkiler var" dedi.
Bugün herkesin gözünün Meclis'te olduğunu belirten Arınç, "Ne olacak, nerede bir kavga çıkacak, nerede çirkin bir söz sarf edilecek diye bekleyen pek çok insan var. Siz bunların hepsini boşa çıkardınız. Ben yüce Meclis'i bu konuda takdirle karşılıyorum" ifadesini kullandı. Bütün konuşmacılara teşekkür eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bence Meclise yakışan budur. Düşüncelerimizi ifade ederken kibar, saygılı olmak, tartışmaya yol açmamak ve kişisel eleştirilerde bulunmamak gerekir. Bizden ve bu Meclis'ten beklenen budur. Beğenmediğimiz sözler olabilir eleştiririz, beğendiğimiz sözler olabilir alkışlarız ama bugün herkesin bir kavga, gerginlik, sıkıntı yaşanacağını umduğu Meclisimiz'de böylesine büyük bir olgunluğun gösterilmesini, yıllardır bu parlamentoda olan bir arkadaşınız olarak takdirle karşıladım. Tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum."
Arınç, Muharem İnce'nin bugünkü konunun çok dışında kalan konularda hükümeti ve AK Parti'yi hedef alan suçlamalasına müstehak olmadıklarını, bu suçlamaları kabul etmediklerini ve aynen kendisine iade ettiğini söyledi.
Şafak Pavey'in çok güzel üslup içerisinde konuştuğunu belirten Arınç, Pavey'in suçlayıcı ifadelerinin tartışmaya açık olduğunu, sözlerinin kendilerini muhatap alan kısmını da kabul etmediklerini söyledi.
“Ecevit’in konuşmasını unutmak istiyorum”
Şimdi 14 yıl sonra, o zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bunu bir provokasyon olarak yorumlayan sözlerini, rahmetli Bülent Ecevit'in kürsüye çıkarak yaptığı konuşmaları unutmak istediğini ifade eden Arınç, şunları söyledi:
"Çünkü onlar, Türkiye demokrasisi içerisinde kabul edilmesi mümkün olmayan şeylerdi. Düşünün, bir arkadaşımız aday olmaya karar veriyor, partisine müracaat ediyor, partisi onu il seçim kuruluna, Yüksek Seçim Kurulu'na bildiriyor. Başında örtüsü var, 'Ben, bu halimle seçimlere gireceğim' diyor; hiçbir itiraz yok, hiçbir dava açılmamış. Seçimlere girerken kampanyasında bu kıyafetiyle 'Ben böyle seçileceğim' diye halkına gösteriyor, öyle oy alıyor ve seçiliyor. İl seçim kurulu mazbatasını veriyor, 'Milletvekili seçildiniz' diyor. Yapılacak tek şey var: Buraya gelip ant içecek. Ant içmek üzere geldiğinde de çok iyi hatırlıyorum, 'Dışarı, dışarı' bağırmaları, yapılan konuşmalar, Başkana yapılan müdahaleler; ant içmek mümkün olmadı. Bu, bir acı tablodur. Siz farklı düşünebilirsiniz ama bugün geldiğimiz noktaya bakarak bunun tekrar yaşanmamış olmasının Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından, bazı düşüncelerin değişimi ve dönüşümü bakımından ne kadar olumlu olduğunu biliyorum. O olayın siyasi sonuçları olmuştu. En basitinden, yüzde 22'den yüzde 1,5'e düşen bir partinin o olaydan ne kadar etkilendiğini bir kenara koyalım, 2000-2001 krizleri de şüphesiz bunda etkili olmuştur ama o gün 'dışarı' diye bağıranların hemen hemen hepsi dışarıda kaldığı gibi, partileri de yüzde 1,5'a düştü çünkü halk bunu affetmedi."
"Büyük bir acı yaşadılar"
1990'lı yılların başında 3 tane üniversite hariç pek çoğunda başörtüsünün serbest olduğunu belirten Arınç, "Benim kızım da o dönemde Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı'ndaydı. Değerli arkadaşlarım, sonra devir değişti, anlayış değişti, talimatlar yağmaya başladı, her birine yasak geldi. Kızlarımız gözleri yaşlı, birtakım travmalar geçirerek, psikolojileri bozularak 'Benim başörtülü başladığım üniversite hayatıma neden son veriyorsunuz, bu zulüm nedendir?' diyerek, gerçekten büyük bir acı yaşadılar. Mücadele, sadece, üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olmasıyla bağlantılı kaldı" dedi.
Gelinen noktada bütün üniversitelerde hemen hemen kılık kıyafet yasaklamasının kalmadığını dile getiren Başbakan Yardımcısı Arınç, "Öğrencilerimiz arasında bir sorun yok, öğretim üyeleriyle öğrencilerimiz arasında bir sorun yok, rektörlerle bir sorun yok, anlayış değişmiştir, buna da hiçbir siyasi partinin itirazı yok şu anda. Artık üniversitelerde kılık kıyafet serbestliği olmalıdır. Aynen şuna misal vermek istiyorum: Mazbatasını aldığı halde, burada andı içirilmeyen ve başörtüsü sebebiyle buradan atılmaya çalışılan insanlarımızın üniversitede okumak isteyin gençlerimizle kaderi bir noktada buluştu" ifadelerini kullandı.
Kamuda çalışan kadınların kılık kıyafetleri noktasında yönetmeliklerin yürürlükten kaldırıldığını hatırlatan Arınç, kurumsal olarak hiçbir partinin bu konuda itirazı olmadığını, bir, iki milletvekilinin bu konuda dava açtığını ve itiraz ettiğini kaydetti. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Şimdi, geldiğimiz noktaya buralardan geldik. Ben bu konularda kendisini de işin odağına koyan, bundan dolayı mağdur olduğuna inanan bir insan olarak, Meclis Başkanlığı'nda yaşadığımız olaylarla, onun öncesinde bir veli olarak kızımdan dolayı, daha sonra da eşinin başörtüsünden dolayı hedefte, hücumda, zan altında bırakılan bir insan olarak bu meselelerde onlarca konferans verdim, onlarca toplantıya katıldım, yüzlerce defa konuştum. Bu bizim bir hayat tarzımız oldu. Yani biz böyle bir aile içerisinde yetiştik, böyle bir aile içerisinde çocuklarımızla birlikte olduk. Niçin bu ayrımcılık var? Kapılar neden yüzümüze kapanıyor? Bu yasaklamalar niçin bizim için bu ülkeyi bir zindan haline getiren bir yasaklama durumunda kalıyor? Hep bunları düşündük. İsyan etmedik, dağa çıkmayı aklımızdan geçirmedik, sabırla ve demokrasinin güçlenmesiyle bu sorunların çözüleceğine ta baştan inandık. Demek ki sabır çok gerekliymiş.
Evet, uzun yıllar geçti. 10 sene sonra, 14 sene sonra bazı şeyler gerçekleşiyor ama kırmadan, dökmeden, yıkmadan gerçekleşiyor, ele silah almadan gerçekleşiyor, dağa çıkmadan gerçekleşiyor. Demokrasi kültürünün güçlenmesiyle insanlar bir noktada 'Artık böyle olması lazım canım, biraz da mahcup oluyoruz, ayıp oluyor' deme noktasına geliyorlar, ister siyasi sebeplerle geliyorlar, ister başka sebeplerle. Artık genel başkanlar çarşaflı hanımefendileri bile partilerine üye kaydetmeye çalışıyor. Artık 'Aday olarak gelsinler canım, başımızın üstünde yerleri var' diyor. Soruyoruz, aday olarak gelene eyvallah da seçildikten sonra Meclis'e geleceklerse ne yapacaksınız? Sükut ediyorlar, topu taca atıyorlar. Ama görüyoruz ki üzerlerinde müthiş bir düşünce var. O nedir? Artık Türkiye'nin geldiği noktada yasakların ortadan kalkması lazım, özgürlüklerin asıl olması lazım."
“Yanlış yapmışsam özür dilerim”
"Bu, benim için bir övünç kaynağıdır. Ben tutanaklara geçmiş her sözümün arkasındayım" diyen Arınç, o zaman yanlış yapmışsam "yanlış düşünmüşüm, yanlış yapmışım, özür dilerim" diyeceğini ancak doğru olanların da neye mal olursa olsun arkasında duracağını kaydetti.
Dün ve önceki gün gazetelerde 2005 tarihine ait bazı haberler yayımlandığını hatırlatan Arınç, bunların hepsini çıkardığını, bunların hiçbirisinde, İnce'nin gazetelerde yazıldığı şekliyle kendine atfettiği sözler olmadığını bildirdi.
O günün en önemli konusu AİHM'nin Leyla Şahin hakkında verdiği kararı bir hukukçu olarak irdelediğini ifade eden Arınç, Leyla Şahin hakkında verilen kararın Türkiye'deki laikliği tarif etmediğini, bunun yasaklamalar noktasında kesin bir hüküm getirmediğini, bir karar alınırsa bunun da AİHM kararlarına karşı olmayacağını söylediğini aktardı. Arınç, şunları söyledi:
"Benim başörtüsü, laiklik veya buna benzer konulardaki tüm sözlerim bunun bir ifade özgürlüğü olduğudur, kıyafet serbestisi olduğudur, bir anlatım özgürlüğü olmasıdır. Ben bunları hayatım boyunca her defasında söyledim ve müdafaa ettim. Yani, AİHM'nin kararları bir tarafa, laiklik uygulamaları dünyanın her yerinde farklıdır. Bize biraz benzeyen Fransa bile bizden farklıdır. Fransa'yı örnek göstererek 'Okullarda, koynunda kolyelerinde haç taşıyanlar, başında türban taşıyanlar kamuda hizmet veren olamaz' şeklindeki anlayış? Eğer oranın sistemini iyice bilirseniz eğitimde düalist bir yapı vardır. Bir tarafta laik okullar vardır, bir tarafta kilisenin okulları vardır, dini örgütlerin okulları vardır. Laik okullara ait getirilen yasaklamaları tüm eğitim sistemi içerisine alamazsınız. Türkiye, kendine özgü Anayasa'nın 2. maddesinin gerekçesinde yazılı laiklik anlayışını uygulamak zorundadır. Kanaatimi söylüyorum.
Meclis Başkanlığım döneminde şimdi aramızda olmayan milletvekilleri bana her gün soru önergesi veriyorlardı. 'Bu kadar ziyaretçi geliyor, niye bunların içerisinde başı örtülü olanlar var?' diye. Ben bunlara cevap vermek zorunda kalıyordum ve onlara 'millet neyse Meclis de odur' diyordum. Kendi kıyafetiyle bu Parlamentoya gelecekler. Yani, İzmirli bir sayın bayan milletvekili akşam da bir televizyonda konuşuyordu ne dediği de pek anlaşılmayan şekilde. Şimdi, bu arkadaşımız 'İran Meclisine döndü Meclis' diyordu. Niçin? Yukarılarda bazı dinleyicilerimizin başı örtülü oluğu için. Yine, aynı sayın milletvekili şurada muhalefet kulislerinin kenarında küçücük bir odada, 4 kişi veya 5 kişinin sığabileceği bir yerde kadınların namaz kılması için ayrılmış bir yere geliyor, baskın yapıyor ve orada basın toplantısıyla 'Laik bir ülkede Meclis'te böyle bir şey olmaz' diyordu. Unutmayın, orada başörtülü bir kadına müdahale edecek kadar kendisinde yetki gören bir insan bugün Parlamentoda yok ama burada sayın Cumhurbaşkanımızın eşleri var."
"Benim siyasetten öğrendiğim..."
Bugün de bu işe karşı çıkanların çok büyük bir kısmının bir buçuk sene sonra burada olacaklarını tahmin etmediğini belirten Arınç, "Başkaları olacak, biz de değişeceğiz, her şey değişecek. Ama, temel insan haklarına karşı çıkma cesaretini gösteren kim olursa olsun, hangi kurum ve kuruluş olursa olsun eninde ve sonunda gidecek, onlar gidecek yerine özgürlük isteyenler gelecek. Benim siyasetten öğrendiğim bu" dedi.
Kadınların kılık kıyafetlerini düzenleyen hiçbir kanun olmadığını belirten Arınç, "İçtüzük 1973 yılında yasalaştı ve 56. maddesi hiç değişmemiştir. Bu maddeler her hukuk normunda olduğu gibi 'Özgürlükler esastır, yasaklar istisnaidir' kuralına göre tanzim edilmiş, yani 'Başı açık olmak mecburidir' diye burada bir hüküm olsaydı bunu yerine getirmek zorundaydık" diye konuştu.
İçtüzük'ün hazırlandığı dönem Anayasa Komisyonu raporu ve Komisyondaki konuşmaların hepsini çıkardığını, bunlarda başörtüsüyle ilgili bir yasaklama olması veya buna ilişkin bir hüküm bulunması konusunda hiçbir sözünün bulunmadığını aktaran Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları söyledi:
"Aksine şu var: Burada bir serbestlik olduğunu görüyoruz. Hukuk uygulanırken yazılı kanun maddeleri uygulanır, ondan sonra en sonunda içtihatlara gelinir, bazı kanunlarda da gelenekler ve teamüller dikkate alınır. Yani burada 'Bir gelenek var' diyerek bunu devam ettirme iddiası, Anayasa'da, kanunda, şunda, bunda bulunmayan bir hükmü bizim için geçerli sayabilir mi? 'Siyasi simgedir, burada olmaması lazım...' Siyasi simgeyse yakalarınızdaki rozet ne oluyor? Yakalarınızda altı oklu rozet olacak, üç hilalli rozet olacak, bizde ampul olacak, bunu buraya takacağız, arkadaşımızın siyasi simgesi başındaysa itiraz edeceğiz. Bu gülünç olmaktır. Aslında, arkadaşlarımız dini gerekçelerle başlarını örttüklerini ifade ediyorlar. Farklı da olabilir, moda böyle gerektirir, başında, saçlarında bir arıza vardır, başını örtmek ihtiyacı duyabilir, ameliyat geçirmiştir, bir başka şeydir. Hepsine saygı duyacağız ve sorgulamayacağız. Kadınları kılık kıyafetleri üzerinden sorgulamayacağız. Kadınlarımızı başı açık ve başı kapalı olarak kategorize etmek ahlaksızlığın daniskasıdır. Hiçbir şekilde bunu ayırmamak mecburiyetindeyiz."
"Bir araya gelin"
İçtüzük 56. maddenin çok gülünç yazıldığını, "Başkanlık kürsüsünde Başkan, beyaz kelebek kravat ve siyah yelek üstüne siyah frak giyer" denildiğini aktaran Arınç, "Şimdi, sayın Meral Akşener'in öyle bir kıyafet var mı üstünde? Yok. İyi ki yok. Bu kadar rüküş bir kıyafeti sayın Akşener'e giydirecek halimiz yoktu ama İçtüzük değişmedi. İçtüzük değişmedi, fiili olarak kendi kıyafetlerini seçtiler, belirlediler" dedi.
"Arkadaşlarıma da rica ettim. Memurlar için pantolon giyme özgürlüğü geldiyse bu haliyle milletvekillerimiz için de olmalı. Derhal bir araya gelin. Kadınlar için elbette pantolon güzel bir kıyafettir, bu olabilir. Bununla birlikte bir düzenlemeyi de rahatlıkla yapalım" ifadesini kullanan Arınç, "Grup başkanvekillerinden aldığım bilgiyle, böyle bir düzenleme yapılmak istenmiş ama bazı arkadaşlar itiraz etmişler. Pantolon ve diğer konularda, İçtüzük'te kıyafete yönelik yeni bir şey yapılması isteniyorsa lütfen bir araya gelin" diye konuştu.
Arınç, sözlerini, "Ben değerli arkadaşlarıma aramıza katıldıkları için teşekkür ediyorum, onları saygıyla karşılıyorum. Bu bir zafer günü değildir, bu bir nümayiş günü değildir. Olması gerekendir, olmuştur, tabiidir ve yüce Meclisimiz en büyük olgunlukla bu olayı karşılamıştır" diyerek bitirdi.