Arınç: "Kalın perdeler örtmek istiyorlar"

Güncelleme Tarihi:

Arınç: Kalın perdeler örtmek istiyorlar
Oluşturulma Tarihi: Ocak 17, 2010 15:24

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “kendisine yönelik suikast iddiaları ve yürütülen soruşturma sürecine” ilişkin olarak, “Türkiye'de yaşayan bir insan ahmak değilse, sağında, solunda, önünde, arkasında olup bitenleri yıllardan beri takip ediyorsa bu olayı nasıl küçültebilirsiniz? Bu olayı nasıl basit görebilirsiniz?” dedi. Arınç, "Öyle yazılar yazdılar, öyle sözler söylediler ki bunları tekrarlamaktan utanıyorum. Ama toplarsanız şöyle bir şey ortaya çıkar: 'Beceriksiz, sersem, salak adamlar adresi bile kağıda yazmışsınız. İnsan utanır be'. Bunun arkasında yatan şey şudur: 'Bir işi başaramadınız. Ağzınıza, yüzünüze bulaştırdınız'. Türkiye'de bu söyleniyor" dedi.

Haberin Devamı

Arınç, TRT-1'de canlı yayınlanan “Politik Açılım” programına katılarak gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.
“Kendisine yönelik suikast iddialarının ve ardından başlatılan soruşturmanın” hatırlatılması üzerine Arınç, olaydan nasıl haberdar olduğunu anlattı. Bu süreç içinde konuyla ilgili pek çok şey yazıldığını, tartışıldığını, farklı kesimlerin olaya farklı açılardan baktığını söyleyen Arınç, yargı süreci devam ederken ve hükümet üyesi bir bakan olarak konuyla ilgili söyleyeceklerinin ve değerlendirmelerinin kısıtlı olacağını belirtti.

Suikast iddiasının bir ihbar üzerine başlatılan operasyon kapsamında ortaya çıktığını dile getiren Arınç, “O ihbarın da uzaydan mı yoksa Ankara'ya çok yakın bir yerden mi yapıldığı tartışılıyor. O ihbarda 'iki kişi iki araçla Arınç'ın evinin yakınında gözetleme yapıyorlar, bir saldırı ihtimali de olabilir' deniliyor ve plakaları da veriliyor” dedi.

Arınç, “suikast iddiası soruşturulurken Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığındaki aramalarla olayın daha geniş bir tartışmaya yol açtığının” belirtilmesi ve “Bunun nedeni siyasi miydi yoksa böyle bir beklenti içerisinde iş oraya mı sıçradı? Emniyetten bilgi geldiğinde acaba askerlerle doğrudan irtibata geçerek olayın gerçeğini görebilecek bir noktada olabilir miydiniz? Neden birden bire konu büyük bir asker-sivil tartışmasına, Hükümet ile Genelkurmay arasında açıklamalara yol açtı?” diye sorulması üzerine, konunun yargı sistemi içerisinde yürüdüğünü söyledi.
Bir takım bilgiler, belgeler bir araya getirildiği zaman suç vasfının savcının sevk etmesiyle hakim tarafından tayin edildiğine dikkati çeken Arınç, şöyle konuştu:
“Biz işin dışındayız, pek çok kişi de dışında. Böyle bir olayda bence kişiler belli. En azından o gün için belli. Olayın üzerinde de devam ediliyor. Ben filan kişileri ya da filan kurumu arayıp da 'Ne oluyor, nereye gidiyoruz, siz ne yapıyorsunuz?' demeli miydim? Bence dememeliydim. En azından bana karşı işlendiği iddia edilen bir olay, suç ya da suça yönelik gelişme, bir icra başlangıcı varsa ve kişiler belliyse, o kişiler o kurumların mensubu iseler, belki o kurumdan birisinin 'Sayın Başbakan Yardımcım geçmiş olsun. Böyle bir olay var ama...”

Bu sözlerinden sonra “Böyle bir arama olmadı mı?” diye sorulması üzerine Arınç, “Ancak bu kadar kibarlıkla ifade edebiliyorum. Daha ne söyleyeyim? Hayır. Böyle bir arama olmadı. Olmasını düşünürler mi düşünmezler mi bilmiyorum. Belki de onlar 'İş tamamen ortaya çıktıktan sonra biz bunu yapalım' demiş olabilirler” yanıtını verdi.
Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, “kozmik odadan patates çıktı” ifadelerinin ve bu konudaki genel değerlendirmelerinin hatırlatılması üzerine de böyle bir olay karşısında öncelikle meseleye insani açıdan bakılması gerektiğini söyledi. Ana muhalefet partisinin hem protokol hem siyaset açısından büyük önem taşıdığını ifade eden Arınç, bu süreç içerisinde, “Ergenekon” soruşturması kapsamında da “meseleyi basite almanın, hafif görmenin, olayı küçültmenin, bütün bunlarla iktidarı hedef alarak bu kumpasları kuranın iktidar olduğunu söylemenin ana muhalefet partisini adeta geleneği olduğunu” söyledi.

“BECERİKSİZ, SERSEM ADAMLAR...”

Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Öyle yazılar yazdılar, öyle sözler söylediler ki bunları tekrarlamaktan utanıyorum. Ama toplarsanız şöyle bir şey ortaya çıkar: 'Beceriksiz, sersem, salak adamlar adresi bile kağıda yazmışsınız. İnsan utanır be'. Bunun arkasında yatan şey şudur: 'Bir işi başaramadınız. Ağzınıza, yüzünüze bulaştırdınız'. Türkiye'de bu söyleniyor. Hem de belli bir çevreden ısrarla söyleniyor. Bana yapılan olaydan üzüntü duyduklarını değil, bana yapılan veya yapılmak istenen olayın en kötü ihtimal içinde bile neden gerçekleşmediğini, 'Bu adamdan niye bizi kurtarmadığınızı' onlarların salaklığıyla ifade etmeye çalışıyorlar. Bu çok yanlış bir şey.

İkinci olarak, bütün bu olan bitenler kamuoyunun önünde yapılırken madem ki bağımsız yargı var, madem ki bir savcı, bir hakim ihtiyaç duyduğu için bir arama kararı yapıyor. Bununla ilgili belgeseller televizyonlarda gösteriliyor. Türkiye'de yaşayan bir insan ahmak değilse, sağında, solunda, önünde, arkasında olup bitenleri yıllardan beri takip ediyorsa bu olayı nasıl küçültebilirsiniz? Bu olayı nasıl basit görebilirsiniz? O zaman demokrasi sevdası olan herkesin, 'Şu olay da ortaya çıksın. Türkiye'nin demokrasisinin üzerini örtmeye çalışan her şeye biz karşıyız' demesi gerekirken bu olayın üzerine daha kalın perdeler örtmeye çalışan tavırlar da gördük. Ben beklemedeyim. Yaşadığımız bu süreci de iyiye, ileriye gidişin, demokratikleşme noktasında bir kaç engeli birden aşmaya gidişin bir işareti olarak görüyorum.”

“DEVLET SIRRI”

Soruşturma kapsamında “devlet sırrı” konusunun gündeme geldiğinin hatırlatılması üzerine Arınç, “devlet sırrı” konusunun ilk kez TBMM Başkanı olduğu dönemde ciddi olarak karşısına çıktığını, Anayasa'da devlet sırrı ve ticari sırların Meclis araştırması kapsamına girmediğine ilişkin bir madde olduğunu belirtti.

Kurulan meclis araştırma komisyonlarında bu maddenin karşılarına çıktığını ve bu nedenle komisyon raporlarının işletilemediğini, rapor haline getirilenlerin de Genel Kurul'da görüşülemediğini, komisyonların icrai fonksiyonlarını kaybettiğini ifade eden Arınç, o dönemde, “devlet sırrı” ve “ticari sır” kavramlarının Genel Kurul'da nasıl konuşulacağına ilişkin Meclis İçtüzüğü'nde bir değişiklik tasarladıklarını, ancak gerçekleştiremediklerini anlattı.
Arınç, hükümetten de bu kavramların tarif edilmesini, konuyla ilgili bir kanun çıkarılmasını istediklerini belirterek, “Herkes bunun arkasına gizlenerek bir şeylerin araştırılmasını, incelenmesini engelleyebilir. O dönemde olmadı. Bir eksiklik olarak şimdi bu sır kavramının hukuki unsurlarıyla beraber tarif edilmesi lazım” dedi.

“Sizin anlattıklarınızdan, özellikle askerler cephesinden yapılan ilk açıklamalarda, yani bir başka askeri kişinin izlendiği açıklamalarından yeterince ikna olmadığınız gibi bir izlenim edindim. Siz soruşturmanın bugüne geldiği noktada ikna oldunuz mu?” sorusuna Arınç, “Olayı ben soruşturmuyorum, savcılar soruşturuyor. Benim ikna olup olmamam çok önemli değil. Ben vicdanımda buna bir değer biçerim mutlaka. Ama savcılar gidebildikleri yere kadar gideceklerdir, sonra bulduklarıyla yetineceklerdir. Buldukları onları dava açmaya da takipsizlik kararı vermeye de götürebilir. Ben hayatta olduğum sürece bu konuyla ilgili bizzat müşahede ettiğim, duyduğum, gözlemlediğim, bu olaylardan çıkardığım bir sonucu kendi bünyemde her zaman muhafaza edeceğim” diye yanıt verdi.

Haberin Devamı

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent  Arınç, “askeri vesayet ya da sivil vesayet diye bir ayrım yapılmaması  gerektiğini” belirterek, “Halkın üzerinde, millet iradesinin üzerinde,  özellikle egemenlik haklarını kullanan ve tek tek kullanan bir toplumun üzerinde  vesayet kurulmasını demokratik bulmuyorum. Bunu düşünenler varsa bunun yöntemini  arayanlar varsa kesinlikle vesayetin masumu olamaz” dedi.

Arınç, TRT-1'de canlı yayınlanan “Politik açılım” programına katılarak  gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.
“Askeri vesayet kalkıyor ama yerine sivil vesayet geliyor” şeklinde  tartışmaların gündeme geldiğinin belirtilmesi ve konuya ilişkin  değerlendirmesinin sorulması üzerine Arınç, bir hukukçu olarak vesayet konusuna  aşina olduğunu, medeni hukukta da vesayetin yer aldığını söyledi. Kendi işini  göremeyecek olanlara vasi tayin edilebildiğini belirten Arınç, sözlerini şöyle  sürdürdü:
“Bugünkü siyasi anlamda kullanılışı da eski CHP'nin jargonuna çok  uyuyor. Tek parti döneminden kalmış bazı düşüncelerle, 'Bu halka her şey  bırakılamaz. Korkulu rüya görmektense uyanık durmak iyidir. Öyle tedbirler alalım  ki bu vatandaş ne düşüneceğini, ne seçeceğini, ne giyeceğini, nereye kadar  gideceğini bilmez. Ona biz vasi olarak yolunu gösterelim. Ne yapacağını  söyleyelim. Nereye kadar gideceğini tayin edelim'. Çok kaba mı oldu biliyorum ama  geçmişten bu yana, hatta İttihat ve Terakki'den bu yana vesayet konusu halkın  üzerinde adeta 'Demokles'in kılıcı' gibi duruyor. Şimdi, askeri vesayet, sivil  vesayet diye bir ayrım yaparak konuşmamak gerekir. Halkın üzerinde, millet  iradesinin üzerinde, özellikle egemenlik haklarını kullanan ve tek tek kullanan  bir toplumun üzerinde vesayet kurulmasını demokratik bulmuyorum. Bunu düşünenler  varsa bunun yöntemini arayanlar varsa kesinlikle vesayetin masumu olamaz. Bunun  demokrasilerde olmaması gerektiğini düşünüyorum.”

Türkiye'de “her şeyin net ve berrak olmadığını düşünenler” ve “ne  yaparsak yapalım yol gösterici olalım demek ihtiyacını duyanlar” olduğunu ifade  eden Arınç, ya sosyal ya siyasi mühendislik projeleri içinde Türk siyasetine,  Türkiye'nin yönetimine yeni bir takım yöntemler arayanların varmak istedikleri  noktanın bu olabileceğini kaydetti.
Bu tartışmanın bugün yapılıyor olmasının ise daha pratik bir amacı  bulunduğunu belirten Arınç, “tek partili dönemlerden bugünlere kadar gelmiş ama  demokrasiyi de içselleştirememiş bir takım insanların, geçmişten bu yana  alıştıkları bir vesayet türünün giderek pörsüdüğünü, çürüdüğünü, ortadan  kalktığını gördüklerini” ve “acaba bir sivil vesayet sözüyle biz yeniden  siyasette bir bölünme, parçalanma ve çok daha açıkçası iktidarı yıpratma imkanı  bulabilir miyiz?” diye düşündüklerini söyledi.

Haberin Devamı

“NEDEN BİR SİVİL VESAYET KURMAK İSTESİN?”

Arınç, 7 yıldır iktidarda olan bir partinin üyesi olduğunu, geçmişte hep  muhalefet partilerinde yer aldığını kaydederek, şöyle konuştu:
“Muhalefette olmanın iktidara karşı dayanılmaz bir kolaylığı vardır ama  iktidarda olmanın çok büyük zorlukları var. Bunları bizzat da yaşadım. Bu  yaşadığımız örneklerin en başta geleni de parlamentoya ilk girdikten sonraki 28  Şubat sürecidir. O sürecin bir iktidarı nasıl istifaya götürdüğünü, Türkiye'de  bir takım vesayet düşüncesi sahiplerinin nasıl sosyal hayata müdahale ettiklerini  bizzat yaşamıştık.

Düşünün ki çevik birisi bir mektup yazarak YÖK'ten 'Şunların, şunların  kat sayılarını ayarlayın. Kanun çıkarmak vakit alabilir. Siz benim talimatımla  şimdilik hareket edin' diyebiliyor. 'İstim arkadan gelsin. Hiç kanunu falan da  beklemeyin. Ben size böyle diyorsam siz de öyle yapacaksınız'. Buna 'baş üstüne'  diyen bir zihniyetin 10 sene sonra değişeceğini herhalde hiç kimse tahmin  etmiyordu. Her şey hesaplanmıştı ama bu kadarı da biraz fazla geldi doğrusu.  Şimdiki YÖK yönetimi katsayı konusunda günün şartlarına uygun bir karar aldı. Bu  karar üzerine de Türkiye'de fırtınalar koptu. Danıştay yine durumdan vazife  çıkardı, bir karar verdi.

'Türkiye'de sivil vesayet özlemcisi bir iktidar var' derken bunun lafını  etmek kolay. Peki neden bir sivil vesayet kurmak istiyor? Ne yaptı ki? Yani  tehlikeli olarak ne görüyorsunuz? Bunları söyleyin. Eskiden bu iş çok kolaydı.  Hemen laiklik ve rejim tartışmalarıyla gündemi doldururlardı. Geçtiğimiz mahalli  seçimlerden bu yana artık bu işin şampiyonu olan parti ve onun genel başkanı bile  laiklik ve rejim adını çok fazla konuşmamaya başladı. Çünkü çarşaflı  hanımefendilere rozet takıldı, tarikat şeyhlerinin çocukları da rozetle partiye  davet edildi. Laikliğe yeni bir yorum getirdiler.”

Haberin Devamı

“DİĞER LİDERLER GÖLGEDE KALIYOR OLABİLİR”

Kendisinin 2006 yılında “laikliğe yeniden bir yorum getirilmeli”  dediğinde eleştirildiğini dile getiren Arınç, bu gelişmeler üzerine “siyaset  alanı genişletildiği için onları teşvik ettiğini, özür beklemeden 'bravo'  dediğini” söyledi.
Arınç, “Şimdi aynı çevreler ister siyasi parti içinde olsun isterse  onların dışarıdaki destekçileri olsun, AK Parti'yi, onun Genel Başkanı'nı,  Başbakan'ı bir sivil vesayet rejimi kurmakla itham ediyorlar. O kadar dayanıksız  ki” dedi.
AB'ye üyelik sürecindeki Türkiye'de, akla gelmeyen, cesaret edilemeyen  ilerlemelerin bu dönemde yapıldığını, çıkarılan kanunlarla birey odaklı yeni bir  demokrasi kavramının inşa edildiğini anlatan Arınç, “Hükümet kendi rejimini  güçlendirecek bir geleceğin peşinde değil. Şu olabilir; AK Parti'nin Genel  Başkanı lider olma sıfatıyla dominant bir noktada. Diğer siyasi partiler ve  onların liderleri biraz gölgede kalıyor olabilir. Hükümet, parlamento içerisinde,  Türk siyasetinde, dış politikada Sayın Erdoğan'ın gücü biraz daha fazla görünüyor  olabilir. Bunları bir tehlike olarak görmek bence mümkün değil” diye konuştu.

AK Parti'nin parti içi demokrasi noktasında çok ileri bir düzeyde  olduğunu belirten ve tartışma platformlarından örnekler veren Arınç, AK Parti  Meclis Grubu toplantılarında milletvekillerinin kürsüye çıkarak düşüncelerini  ifade ettiklerini, eleştirdiklerini ve bilgi isteyebildiklerini belirtti. Arınç,  Deniz Baykal döneminde CHP'nin hiçbir grup toplantısında, mecbur kalınmadığı  sürece, milletvekillerinin kürsüye çıkıp konuşma yapmasının mümkün olmadığını  savundu.

AK Parti Grup İç Yönetmeliği'ne göre bakanlar, grup başkanları veya grup  başkanvekilleri hakkında gen soru verilebileceğini anlatan Arınç, “Biz ne yaptık  ki sivil vesayeti kuracak noktadayız? Bu çok yerinde olmayan bir suçlama. Bununla  bir siyasi kaos, iktidarın yıpratılması, Türkiye'nin dışarıdaki imajını  bozabilecek içeride de bunu bir manivela gibi kullanabilecek bir argüman gözüyle  baktıklarını düşünüyorum” dedi.

Haberin Devamı

“(ŞU GRUBUN HESABINI GÖRÜN) DEME ALÇAKLIĞINI GÖSTEREMEYİZ”

Arınç, bu iddiaların “askeri müdahalelerin sona erdiği kabulü” ve  “basın ve medya grupları üzerindeki baskı” noktalarından hareketle gündeme  getirildiğinin belirtilmesi ve bu varsayımlara ilişkin değerlendirmesinin  sorulması üzerine, basın ve medya grupları üzerinde baskı konusunun belli bir  grubun Maliye Bakanlığı tarafından cezalandırılması ilgili olduğunu düşündüğünü  ifade etti.

Hükümetin de medyadan belli ölçüde sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak  kendisinin de “kesinlikle böyle tavrı olmadığını” kaydeden Arınç, şöyle  konuştu:
“Onlar da bize zaten grup olarak, 'Evet. Bunu hükümet yapmıştır'  demiyorlar. Bu tavırları sebebiyle de onları takdir ediyorum. Belki Maliye'nin  yaptığı incelemeleri vergi hukuku bakımından doğru bulmuyor olabilirler ama  Türkiye'de Sayın Başbakan'ın, bu grupla ilgili olarak, mesela geçtiğimiz yıl,  yani seçimden önceki üç, dört ay önce karşı karşıya geldiğini, birbirlerini itham  ettiklerini de biliyorum. Oradan yola çıkarak, 'Dışarıda görünen budur ama  Başbakan'ın şahsında o grupla bir mücadelenin görünür kısmıdır' diyenler de  olabilir. Keşke böyle bir tartışma yaşanmasaydı. 'Açıkla, açıklamazsan bir hafta  sonra ben açıklayacağım' şeklinde o grubu kendisine muhatap alarak konuşmalarıyla  hedef gösterdiğine göre arkadan Maliye'nin belki de kendi mevzuatı içinde yapmak  zorunda olduğu bir incelemeyi o tavırla birleştirenler olabilir. Buradaki  yorumlara da en azından saygı duymak lazım.

Ama ben hükümet olarak çok içtenlikle, beni ziyaret ettiklerinde onlara  da ifade ettim, biz hükümet olarak 'Şu grubun hesabını görün. Onlara şu şekilde  zarar verin' demek alçaklığını gösteremeyiz. Böyle bir şey düşünülemez, böyle bir  şey mümkün de değil. Aksi takdirde o gruba karşı yürütülen bu işleri başka bir  grup da başka bir vesileyle kendisine yapılmış sayabilir. Doğru olan şudur: Medya  elindeki bütün imkanlarla kendi sahasında özgür olmalı ama hiçbir zaman politik  müdahaleler, siyasi tercihler noktasında yani dominant bir karakterde olmamalı.  Karşılığında da siyaset kendi sahasında kalmalı ama ticarete veya medyaya siyasi  amaçlarla müdahale etmemeli. Taşlar yerine oturursa çok daha iyi ilişkiler  içerisinde olacağımızı düşünüyorum.”

Türkiye'de “askeri vesayete alışıldığını, şimdi onda bir pörsüme veya  geriye gitme olduğunu” söyleyen Arınç, “Askeri vesayetin bir daha tekerrür  etmeyecek biçimde ortadan kalktığına inanıyor musunuz?” sorusuna şu yanıtı  verdi:
“Türkiye'de yaşanmış olaylar var. Belki de en son noktası 27 Nisan gece  yarısı bildirisiydi. O noktaya kadar geldiğimizde biliyoruz ki bu gücün siyasi,  sosyal hayata, eğitim hayatına müdahale etme arzusu, ihtiyacı olmuştur. Şimdi  herkesin kendi sınırları içerisinde, kurumlar olarak kalması, Anayasa'da tanınan  yetkilerin kendileri tarafından kullanılması konusunda yeniden bir  demokratikleşme içerisindeyiz. Geçmişte yaşanan alışkanlıklar veya düşüncelere  aykırı gelebilir ve bazıları sadece Anayasa'da yazılı olan yetkileri değil, bunun  daha fazlasını istedikleri için ve zaman zaman da daha fazlasını kullandıkları  için eski güçlerinin devam etmesini arzu ediyor olabilirler.

Ama Türkiye gerek AB sürecinde gerekse demokrasinin geldiği evreler  içerisinde artık yeni bir Türkiye. Medya, kamuoyu, kurumlar, yargı, üniversiteler  eskisi gibi değil. Bu değişimin farkına varamayanların ya da tersten bakarsanız  varanların telaşını görüyoruz ama gidiş, dönüşüm böyle. Bunun önüne demokrasi  dışı yollarla geçmenin, ortalığı bir şekilde ajite etmenin gereği de yok. Bu  değişim, demokratik bir yöntemle, halk iradesiyle gerçekleşecek. Buna hepimiz  Anayasa'da yazdığı ölçüler içerisinde uymak zorundayız.”

Haberin Devamı

"ERKEN SEÇİM YOK"

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent  Arınç, “2011 Temmuz'undan önce bizim seçim yapmak gibi bir niyetimiz yok.  Türkiye'nin şartları da buna uygun değil” dedi.

Anayasa değişikliği ve bu konuda hükümetin bir paketi olup olmadığına  ilişkin soru üzerine Arınç, şunları kaydetti:
“Bizim masamızın üzerinde farklı farklı dosyalar var. Bir tanesi  1982'den bu yana üçte biri hemen hemen değişmiş ve birbiriyle irtibatı, akordu  kopmuş mevcut anayasalar... Bunu daha basitleştiren, temel haklar konusunda  bireyi daha da güçlendiren, gerçek bir Avrupai anayasa tarzında, Avrupa  Birliğine, demokratik ve hukuk standardına uygun bir yeni anayasa yapabilir  miyiz? 'Yeni, sivil ve demokratik' dedik ama bundan çok ürküldü. Bundan dolayı  başımıza gelenleri herhalde herkes biliyor. Dolayısıyla bir dosya halinde o  hazırda bekliyor, belki bir kaç ufak rötuşla yeniden gündeme getirilebilecek bir  anayasa paketi.”

Bunun dışında aralarında yargı reformunun da bulunduğu pek çok önemli  konuda üzerinde kapsamlı olarak çalışılmış ve hazırlanmış paketlerin “iktidarın  masasının üzerinde beklediğini” anlatan Arınç, ancak bunların  gerçekleştirilebilmesi için TBMM'de nitelikli çoğunluğun sağlanması gerektiğini  ya da referanduma gidilebileceğini söyledi.

“REFERANDUM MUTLAK GİBİ GÖRÜNÜYOR”

Referanduma gitmekten korkmadıklarını, ancak insan haklarıyla ilgili  konuların, temel haklar konusunda referanduma sunulmasını uygun bulmadıklarını  belirten Arınç, bu konuda Meclis iradesinin kendisini ortaya koyabilmesi  gerektiğini dile getirdi. İki muhalefet partisinin “hükümeti sıkıştırmanın,  iktidarı yıpratmanın, adım attırmamanın bir öngörüsü olarak anayasa  değişikliklerine yanaşmadığını” ifade eden Arınç, BDP'nin katkı vermesi halinde  bile anayasa değişikliği için gerekli 367 sayısına ulaşılamayacağını, dolayısıyla  referanduma başvurulmasının mutlak hale gelebileceğini kaydetti. Arınç,  “Referandum sanki yapmamız gereken zaruri bir anayasa değişikliğinde mutlak gibi  görünüyor. O zaman o alanı hazır hale getirmemiz lazım” dedi.

Anayasaların toplumun temel belgeleri olduğunu, bunun için de üzerinde  bir mutabakat bulunması gerektiğini vurgulayan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şimdi artık 2010 yılında anayasamıza farklı bir gözle bakmalıyız. Bu  farklı gözle bakarken de üzerinde halkın, siyasetin mutabık kalabileceği,  anayasal kurumların 'evet' diyebileceği keşke bir anayasa değişikliği hatta  tümden bir anayasa yapabilsek... Halk konusunda benim bir endişem yok. Halk,  farklı tavırlarıyla yeni bir anayasa ihtiyacını gösteriyor ama parlamento içinde  bu mutabakatı göremiyoruz. Parlamento dışında kalan partiler, onlar görüşlerini  açıklarken bir flu durum var ortada. Buna rağmen 'nitelikli çoğunluk bulunduğu  takdirde bir anayasa değişikliği yapılmalı mıdır?' derseniz, mutlak yapılmalıdır  diyorum.”

ERKEN SEÇİM TARTIŞMALARI

Erken seçim tartışmalarına ilişkin soruyu da yanıtlayan Arınç, bir erken  seçim konusunda muhalefetin çok da arzulu istekli ve hazır olduğunu  düşünemediğini belirtti. AK Parti'nin her zaman milletten aldığı yetkiyi son güne  kadar kullanmaktan yana olduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti:
“Şimdi de 2011 Temmuz'u seçim tarihi. 2011 Temmuz'undan önce bizim seçim  yapmak gibi bir niyetimiz yok. Türkiye'nin şartları da buna uygun değil. Aslında  olaya siyasi çıkar açısından baksak ben muhalefetin bu içinde bulunduğu şartlara  bakarak hemen giderim ve yine biz geliriz. Çünkü 'AK Parti gittikten sonra ben  geleceğim' diye hiç birisi söylemiyor. 'Ben gelirsem şöyle yapacağım' diye de  hiçbirisi vaat etmiyor. Böyle bir muhalefet olabilir mi? Yani Sayın Baykal bu  kadar bağırıp çağırırken, eliyle koluyla herkesi döverken, 'Biz iktidara geliyor  ve geldiğimiz gün şunları yapacağız' diye... Veya Sayın Bahçeli'nin, böyle bir  tavrını ben görmedim.”

“(Yüzde 26'ya geldi oylarımız) diyorlar” sözlerine, “Bunu da  tartışırız. Bendeki anketler öyle söylemiyor” karşılığını veren Arınç,  “(AKP'nin önünde gidiyoruz, üstüne çıktık) diyorlar” şeklindeki hatırlatma  üzerine de “O zaman hiç durmasınlar her gün (erken seçim) desinler ve erken  seçimde ne yapacaklarını, ne şekilde iktidara geleceklerini söylesinler” diye  konuştu.

Yeni anayasanın seçimlerden sonra gerçekleştirilebileceği ihtimali  karşısında partilerin seçime gidilirken buna yönelik de hazırlıklı olmasında  yarar gördüğünü aktaran Arınç, “Yeni bir anayasanın vaadini yaparak hatta yeni  anayasa değişikliklerini ikinci bir sandık olarak halkın önüne genel seçimlerle  getirerek yeni bir açılım yapmanın, Türkiye'ye yeni bir ufuk kazandırmanın da  faydalı olabileceğini düşünüyorum ama bu benim ham düşüncem. Yani bu  kararlaştırılmış, işlem haline getirilmiş bir şey de değildir” dedi.

"BAĞIMSIZ, ONDAN BİRAZ DAHA FAZLA TARAFSIZ YARGI”

Arınç, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink ve Ahmet Taner Kışlalı'nın  öldürülmeleri hatırlatılarak, “İktidarlar geliyorlar, gidiyorlar ama bu  suikastlar niye çözülemiyor?” diye sorulması üzerine, hukukun ve hukuka olan  inancın önemine dikkati çekti.

“Biz bugüne kadar 50 den fazla mafya türü örgütlenmenin çökertildiğini  biliyoruz” diyen Arınç, siyasi olarak kurulmuş veya bu amaca hizmet eden pek çok  örgütün olduğunun da bilindiğini kaydetti. Bütün amaçlarının hukuksuzluğun  ortadan kaldırılması olduğunu belirten Arınç, bu tür örgütlerin geçmişten bu yana  hangi ad altında kurulmuş olursa olsun artık yaşamaması, Türkiye'nin tamamen  hukukun egemen olduğu bir ülke haline gelmesi gerektiğini söyledi.
Arınç, bunun için “güçlü bir siyasi iradeye, her türlü güçten  arındırılmış, sadece görevini yapan, hukuka bağlı istihbarat ve kolluk kuvvetleri  ile bağımsız olduğu kadar ondan biraz daha fazla tarafsız yargıya” ihtiyaç  olduğunu bildirdi. Türkiye'nin bu dönüşümü yaşadığını dile getiren Arınç, “Buna  kaç sene sonra, yakında mı uzakta mı varacak bilmiyorum ama gidiş o istikamete  doğru” dedi.

“TOPLUMSAL MUHALEFETİN GENİŞLEMESİNDEN MEMNUN DEĞİLİM”

TEKEL işçilerinin eylemine yönelik soruları da yanıtlayan Arınç, 4-C  statüsü ve bu statüde yapılan değişiklikler hakkında bilgi verdi. Arınç, şöyle  konuştu:
“Ben, toplumsal muhalefetin genişlemesinden, büyümesinden, bir cephe  haline gelip sokaklara çıkmasından memnun değilim. Bir siyasi iktidar bundan  memnun olmaz. Parlamentonun içindeki siyasi partilerin eleştirisi veya bizi  yıpratmasına biz gülüp geçiyoruz. Çünkü hiç etkili değiller ama karşımızdaki  muhalefet sokağı çıkar da bunun içerisinde hanım kardeşlerimiz, gençler, onların  yavruları çıkar ve bunlar üzerinden iktidar yıpratılmaya çalışıyorsa ben bir  siyasetçi olarak bundan çekinirim, endişe ederim. Dolayısıyla eczacılara karşı  bizim ne yapabiliyorsak yapmamız lazım. TEKEL işçilerine karşı hakları  verilecekse belki biraz daha fazlasını vermemiz lazım.”

Arınç, 4-C'de belki biraz daha iyileştirme yapılabileceğini, bütçe  imkanları doğrultusunda olanakların gözden geçirilebileceğini söyledi.

Bazı sendikaların hükümetle konuşurken belli bir noktaya geldiğini, ancak  işçiye döndüğünde bu noktadan farklı şeyler söyleyebildiğini ifade eden Arınç,  şöyle devam etti:
“TEKEL işçilerinin mensup oldukları sendikanın başkanı ve daha üst  kurulun başkanı 'bu bizim için yeterlidir, bundan daha iyisi olmaz' noktasına  gelmişken bugün birisinin bir vesile ile bunları sokağa çıkaracak noktaya gelmesi  Sayın Başbakanı fevkalade üzüyor ve sinirlendiriyor. 'Biz bu konuyu görüşmüştük,  bize teşekkür etmiştiniz, yapabileceğimiz ancak buydu, siz de bunu  kabullenmiştiniz. Şimdi bu ne oluyor?' dendiğinde, 'Bu işler böyle oldu Sayın  Başbakanım) diye alay eder tarzda insanın karşısına gelindiğinde bir tepki  duymamak mümkün değil ama bir Başbakan da bir hükümet de bunları bile bile yine  de bu sosyal grupların haklarını gözetme noktasında onlardan daha farklı bir  noktaya gitmesi lazım.”

Eczacılarla yaşanan sıkıntı ve konuya ilişkin Danıştay kararını  hatırlatan Arınç, “Hükümetin derseniz ki beceriksizlik, derseniz ki kötü yönetim  derseniz ki bir başka şey... Bu eleştirileri anlarım ama sanki olaylar bu noktaya  gelsin diye farklı güçlerin farklı grupların da harekete geçtiğini düşünüyorum.  Hiç de beklemediniz, hukuken öyle olmaması gerekir dediğiniz konularda son  dakikada, son anda karşınıza bir karar, bir girişim, bir davranış da çıkabiliyor  ama bunları da aşmamız gerekiyor hükümet olarak” diye konuştu.

“DEMOKRATİK AÇILIM”

Arınç,  “Açılım nereye kadar gidecek? Bir sonuç alınabileceğini  düşünüyor musunuz? Sonuç denilen şey sizin açınızdan ne olabilir?” sorusuna,  “Demokratik açılım dediğimiz, hemen 3-5 günde sonuçlanacak bir iş değil, bir  süreç. Başarısızlığa uğradığı noktasını kesinlikle kabul etmem, zamanında  yürüyor. Buna çok maniler var, maniler çıkarmak isteyenler var ama toplum bunu  kabulleniyor ve ümitle bekliyor” yanıtını verdi.

Seçim barajının düşürülüp düşürülmeyeceği sorusu üzerine Arınç,  “Temsilde adalet şarttır. Temsilde adalet, yönetimde istikrar... Anayasa'nın  sihirli cümlesi. Bu ikisini birbiriyle bağdaştırmamız lazım. Barajlar düşebilir.  Barajlar düşmese bile temsilde adaleti sağlayacak mekanizma var” dedi.

Bülent Arınç, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin soru üzerine ise  “Dokunulmazlıklar yeniden tarif edilmeli ve sınırlandırılmalı ama dokunulmazlık  sayılmasa bile aynı noktada daha güçlü olan koruyucu mekanizmalara da dikkat  etmemiz lazım” dedi. Arınç, “Yani 100 milletvekilinden farklı olarak yüzde 10  barajının düşürülme ihtimali de mi var?” sözleri üzerine, “Bulabildiğimiz  sistem o. 450 artı 100. Onun dışında başka argümanda olabilir” görüşünü dile  getirdi.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!