Güncelleme Tarihi:
Arınç, TRT-1'de canlı yayınlanan “Politik Açılım” programına katılarak gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.
“Kendisine yönelik suikast iddialarının ve ardından başlatılan soruşturmanın” hatırlatılması üzerine Arınç, olaydan nasıl haberdar olduğunu anlattı. Bu süreç içinde konuyla ilgili pek çok şey yazıldığını, tartışıldığını, farklı kesimlerin olaya farklı açılardan baktığını söyleyen Arınç, yargı süreci devam ederken ve hükümet üyesi bir bakan olarak konuyla ilgili söyleyeceklerinin ve değerlendirmelerinin kısıtlı olacağını belirtti.
Suikast iddiasının bir ihbar üzerine başlatılan operasyon kapsamında ortaya çıktığını dile getiren Arınç, “O ihbarın da uzaydan mı yoksa Ankara'ya çok yakın bir yerden mi yapıldığı tartışılıyor. O ihbarda 'iki kişi iki araçla Arınç'ın evinin yakınında gözetleme yapıyorlar, bir saldırı ihtimali de olabilir' deniliyor ve plakaları da veriliyor” dedi.
Arınç, “suikast iddiası soruşturulurken Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığındaki aramalarla olayın daha geniş bir tartışmaya yol açtığının” belirtilmesi ve “Bunun nedeni siyasi miydi yoksa böyle bir beklenti içerisinde iş oraya mı sıçradı? Emniyetten bilgi geldiğinde acaba askerlerle doğrudan irtibata geçerek olayın gerçeğini görebilecek bir noktada olabilir miydiniz? Neden birden bire konu büyük bir asker-sivil tartışmasına, Hükümet ile Genelkurmay arasında açıklamalara yol açtı?” diye sorulması üzerine, konunun yargı sistemi içerisinde yürüdüğünü söyledi.
Bir takım bilgiler, belgeler bir araya getirildiği zaman suç vasfının savcının sevk etmesiyle hakim tarafından tayin edildiğine dikkati çeken Arınç, şöyle konuştu:
“Biz işin dışındayız, pek çok kişi de dışında. Böyle bir olayda bence kişiler belli. En azından o gün için belli. Olayın üzerinde de devam ediliyor. Ben filan kişileri ya da filan kurumu arayıp da 'Ne oluyor, nereye gidiyoruz, siz ne yapıyorsunuz?' demeli miydim? Bence dememeliydim. En azından bana karşı işlendiği iddia edilen bir olay, suç ya da suça yönelik gelişme, bir icra başlangıcı varsa ve kişiler belliyse, o kişiler o kurumların mensubu iseler, belki o kurumdan birisinin 'Sayın Başbakan Yardımcım geçmiş olsun. Böyle bir olay var ama...”
Bu sözlerinden sonra “Böyle bir arama olmadı mı?” diye sorulması üzerine Arınç, “Ancak bu kadar kibarlıkla ifade edebiliyorum. Daha ne söyleyeyim? Hayır. Böyle bir arama olmadı. Olmasını düşünürler mi düşünmezler mi bilmiyorum. Belki de onlar 'İş tamamen ortaya çıktıktan sonra biz bunu yapalım' demiş olabilirler” yanıtını verdi.
Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, “kozmik odadan patates çıktı” ifadelerinin ve bu konudaki genel değerlendirmelerinin hatırlatılması üzerine de böyle bir olay karşısında öncelikle meseleye insani açıdan bakılması gerektiğini söyledi. Ana muhalefet partisinin hem protokol hem siyaset açısından büyük önem taşıdığını ifade eden Arınç, bu süreç içerisinde, “Ergenekon” soruşturması kapsamında da “meseleyi basite almanın, hafif görmenin, olayı küçültmenin, bütün bunlarla iktidarı hedef alarak bu kumpasları kuranın iktidar olduğunu söylemenin ana muhalefet partisini adeta geleneği olduğunu” söyledi.
“BECERİKSİZ, SERSEM ADAMLAR...”
Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Öyle yazılar yazdılar, öyle sözler söylediler ki bunları tekrarlamaktan utanıyorum. Ama toplarsanız şöyle bir şey ortaya çıkar: 'Beceriksiz, sersem, salak adamlar adresi bile kağıda yazmışsınız. İnsan utanır be'. Bunun arkasında yatan şey şudur: 'Bir işi başaramadınız. Ağzınıza, yüzünüze bulaştırdınız'. Türkiye'de bu söyleniyor. Hem de belli bir çevreden ısrarla söyleniyor. Bana yapılan olaydan üzüntü duyduklarını değil, bana yapılan veya yapılmak istenen olayın en kötü ihtimal içinde bile neden gerçekleşmediğini, 'Bu adamdan niye bizi kurtarmadığınızı' onlarların salaklığıyla ifade etmeye çalışıyorlar. Bu çok yanlış bir şey.
İkinci olarak, bütün bu olan bitenler kamuoyunun önünde yapılırken madem ki bağımsız yargı var, madem ki bir savcı, bir hakim ihtiyaç duyduğu için bir arama kararı yapıyor. Bununla ilgili belgeseller televizyonlarda gösteriliyor. Türkiye'de yaşayan bir insan ahmak değilse, sağında, solunda, önünde, arkasında olup bitenleri yıllardan beri takip ediyorsa bu olayı nasıl küçültebilirsiniz? Bu olayı nasıl basit görebilirsiniz? O zaman demokrasi sevdası olan herkesin, 'Şu olay da ortaya çıksın. Türkiye'nin demokrasisinin üzerini örtmeye çalışan her şeye biz karşıyız' demesi gerekirken bu olayın üzerine daha kalın perdeler örtmeye çalışan tavırlar da gördük. Ben beklemedeyim. Yaşadığımız bu süreci de iyiye, ileriye gidişin, demokratikleşme noktasında bir kaç engeli birden aşmaya gidişin bir işareti olarak görüyorum.”
“DEVLET SIRRI”
Soruşturma kapsamında “devlet sırrı” konusunun gündeme geldiğinin hatırlatılması üzerine Arınç, “devlet sırrı” konusunun ilk kez TBMM Başkanı olduğu dönemde ciddi olarak karşısına çıktığını, Anayasa'da devlet sırrı ve ticari sırların Meclis araştırması kapsamına girmediğine ilişkin bir madde olduğunu belirtti.
Kurulan meclis araştırma komisyonlarında bu maddenin karşılarına çıktığını ve bu nedenle komisyon raporlarının işletilemediğini, rapor haline getirilenlerin de Genel Kurul'da görüşülemediğini, komisyonların icrai fonksiyonlarını kaybettiğini ifade eden Arınç, o dönemde, “devlet sırrı” ve “ticari sır” kavramlarının Genel Kurul'da nasıl konuşulacağına ilişkin Meclis İçtüzüğü'nde bir değişiklik tasarladıklarını, ancak gerçekleştiremediklerini anlattı.
Arınç, hükümetten de bu kavramların tarif edilmesini, konuyla ilgili bir kanun çıkarılmasını istediklerini belirterek, “Herkes bunun arkasına gizlenerek bir şeylerin araştırılmasını, incelenmesini engelleyebilir. O dönemde olmadı. Bir eksiklik olarak şimdi bu sır kavramının hukuki unsurlarıyla beraber tarif edilmesi lazım” dedi.
“Sizin anlattıklarınızdan, özellikle askerler cephesinden yapılan ilk açıklamalarda, yani bir başka askeri kişinin izlendiği açıklamalarından yeterince ikna olmadığınız gibi bir izlenim edindim. Siz soruşturmanın bugüne geldiği noktada ikna oldunuz mu?” sorusuna Arınç, “Olayı ben soruşturmuyorum, savcılar soruşturuyor. Benim ikna olup olmamam çok önemli değil. Ben vicdanımda buna bir değer biçerim mutlaka. Ama savcılar gidebildikleri yere kadar gideceklerdir, sonra bulduklarıyla yetineceklerdir. Buldukları onları dava açmaya da takipsizlik kararı vermeye de götürebilir. Ben hayatta olduğum sürece bu konuyla ilgili bizzat müşahede ettiğim, duyduğum, gözlemlediğim, bu olaylardan çıkardığım bir sonucu kendi bünyemde her zaman muhafaza edeceğim” diye yanıt verdi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “askeri vesayet ya da sivil vesayet diye bir ayrım yapılmaması gerektiğini” belirterek, “Halkın üzerinde, millet iradesinin üzerinde, özellikle egemenlik haklarını kullanan ve tek tek kullanan bir toplumun üzerinde vesayet kurulmasını demokratik bulmuyorum. Bunu düşünenler varsa bunun yöntemini arayanlar varsa kesinlikle vesayetin masumu olamaz” dedi.
Arınç, TRT-1'de canlı yayınlanan “Politik açılım” programına katılarak gündemdeki konulara ilişkin soruları yanıtladı.
“Askeri vesayet kalkıyor ama yerine sivil vesayet geliyor” şeklinde tartışmaların gündeme geldiğinin belirtilmesi ve konuya ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine Arınç, bir hukukçu olarak vesayet konusuna aşina olduğunu, medeni hukukta da vesayetin yer aldığını söyledi. Kendi işini göremeyecek olanlara vasi tayin edilebildiğini belirten Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugünkü siyasi anlamda kullanılışı da eski CHP'nin jargonuna çok uyuyor. Tek parti döneminden kalmış bazı düşüncelerle, 'Bu halka her şey bırakılamaz. Korkulu rüya görmektense uyanık durmak iyidir. Öyle tedbirler alalım ki bu vatandaş ne düşüneceğini, ne seçeceğini, ne giyeceğini, nereye kadar gideceğini bilmez. Ona biz vasi olarak yolunu gösterelim. Ne yapacağını söyleyelim. Nereye kadar gideceğini tayin edelim'. Çok kaba mı oldu biliyorum ama geçmişten bu yana, hatta İttihat ve Terakki'den bu yana vesayet konusu halkın üzerinde adeta 'Demokles'in kılıcı' gibi duruyor. Şimdi, askeri vesayet, sivil vesayet diye bir ayrım yaparak konuşmamak gerekir. Halkın üzerinde, millet iradesinin üzerinde, özellikle egemenlik haklarını kullanan ve tek tek kullanan bir toplumun üzerinde vesayet kurulmasını demokratik bulmuyorum. Bunu düşünenler varsa bunun yöntemini arayanlar varsa kesinlikle vesayetin masumu olamaz. Bunun demokrasilerde olmaması gerektiğini düşünüyorum.”
Türkiye'de “her şeyin net ve berrak olmadığını düşünenler” ve “ne yaparsak yapalım yol gösterici olalım demek ihtiyacını duyanlar” olduğunu ifade eden Arınç, ya sosyal ya siyasi mühendislik projeleri içinde Türk siyasetine, Türkiye'nin yönetimine yeni bir takım yöntemler arayanların varmak istedikleri noktanın bu olabileceğini kaydetti.
Bu tartışmanın bugün yapılıyor olmasının ise daha pratik bir amacı bulunduğunu belirten Arınç, “tek partili dönemlerden bugünlere kadar gelmiş ama demokrasiyi de içselleştirememiş bir takım insanların, geçmişten bu yana alıştıkları bir vesayet türünün giderek pörsüdüğünü, çürüdüğünü, ortadan kalktığını gördüklerini” ve “acaba bir sivil vesayet sözüyle biz yeniden siyasette bir bölünme, parçalanma ve çok daha açıkçası iktidarı yıpratma imkanı bulabilir miyiz?” diye düşündüklerini söyledi.
“NEDEN BİR SİVİL VESAYET KURMAK İSTESİN?”
Arınç, 7 yıldır iktidarda olan bir partinin üyesi olduğunu, geçmişte hep muhalefet partilerinde yer aldığını kaydederek, şöyle konuştu:
“Muhalefette olmanın iktidara karşı dayanılmaz bir kolaylığı vardır ama iktidarda olmanın çok büyük zorlukları var. Bunları bizzat da yaşadım. Bu yaşadığımız örneklerin en başta geleni de parlamentoya ilk girdikten sonraki 28 Şubat sürecidir. O sürecin bir iktidarı nasıl istifaya götürdüğünü, Türkiye'de bir takım vesayet düşüncesi sahiplerinin nasıl sosyal hayata müdahale ettiklerini bizzat yaşamıştık.
Düşünün ki çevik birisi bir mektup yazarak YÖK'ten 'Şunların, şunların kat sayılarını ayarlayın. Kanun çıkarmak vakit alabilir. Siz benim talimatımla şimdilik hareket edin' diyebiliyor. 'İstim arkadan gelsin. Hiç kanunu falan da beklemeyin. Ben size böyle diyorsam siz de öyle yapacaksınız'. Buna 'baş üstüne' diyen bir zihniyetin 10 sene sonra değişeceğini herhalde hiç kimse tahmin etmiyordu. Her şey hesaplanmıştı ama bu kadarı da biraz fazla geldi doğrusu. Şimdiki YÖK yönetimi katsayı konusunda günün şartlarına uygun bir karar aldı. Bu karar üzerine de Türkiye'de fırtınalar koptu. Danıştay yine durumdan vazife çıkardı, bir karar verdi.
'Türkiye'de sivil vesayet özlemcisi bir iktidar var' derken bunun lafını etmek kolay. Peki neden bir sivil vesayet kurmak istiyor? Ne yaptı ki? Yani tehlikeli olarak ne görüyorsunuz? Bunları söyleyin. Eskiden bu iş çok kolaydı. Hemen laiklik ve rejim tartışmalarıyla gündemi doldururlardı. Geçtiğimiz mahalli seçimlerden bu yana artık bu işin şampiyonu olan parti ve onun genel başkanı bile laiklik ve rejim adını çok fazla konuşmamaya başladı. Çünkü çarşaflı hanımefendilere rozet takıldı, tarikat şeyhlerinin çocukları da rozetle partiye davet edildi. Laikliğe yeni bir yorum getirdiler.”
“DİĞER LİDERLER GÖLGEDE KALIYOR OLABİLİR”
Kendisinin 2006 yılında “laikliğe yeniden bir yorum getirilmeli” dediğinde eleştirildiğini dile getiren Arınç, bu gelişmeler üzerine “siyaset alanı genişletildiği için onları teşvik ettiğini, özür beklemeden 'bravo' dediğini” söyledi.
Arınç, “Şimdi aynı çevreler ister siyasi parti içinde olsun isterse onların dışarıdaki destekçileri olsun, AK Parti'yi, onun Genel Başkanı'nı, Başbakan'ı bir sivil vesayet rejimi kurmakla itham ediyorlar. O kadar dayanıksız ki” dedi.
AB'ye üyelik sürecindeki Türkiye'de, akla gelmeyen, cesaret edilemeyen ilerlemelerin bu dönemde yapıldığını, çıkarılan kanunlarla birey odaklı yeni bir demokrasi kavramının inşa edildiğini anlatan Arınç, “Hükümet kendi rejimini güçlendirecek bir geleceğin peşinde değil. Şu olabilir; AK Parti'nin Genel Başkanı lider olma sıfatıyla dominant bir noktada. Diğer siyasi partiler ve onların liderleri biraz gölgede kalıyor olabilir. Hükümet, parlamento içerisinde, Türk siyasetinde, dış politikada Sayın Erdoğan'ın gücü biraz daha fazla görünüyor olabilir. Bunları bir tehlike olarak görmek bence mümkün değil” diye konuştu.
AK Parti'nin parti içi demokrasi noktasında çok ileri bir düzeyde olduğunu belirten ve tartışma platformlarından örnekler veren Arınç, AK Parti Meclis Grubu toplantılarında milletvekillerinin kürsüye çıkarak düşüncelerini ifade ettiklerini, eleştirdiklerini ve bilgi isteyebildiklerini belirtti. Arınç, Deniz Baykal döneminde CHP'nin hiçbir grup toplantısında, mecbur kalınmadığı sürece, milletvekillerinin kürsüye çıkıp konuşma yapmasının mümkün olmadığını savundu.
AK Parti Grup İç Yönetmeliği'ne göre bakanlar, grup başkanları veya grup başkanvekilleri hakkında gen soru verilebileceğini anlatan Arınç, “Biz ne yaptık ki sivil vesayeti kuracak noktadayız? Bu çok yerinde olmayan bir suçlama. Bununla bir siyasi kaos, iktidarın yıpratılması, Türkiye'nin dışarıdaki imajını bozabilecek içeride de bunu bir manivela gibi kullanabilecek bir argüman gözüyle baktıklarını düşünüyorum” dedi.
“(ŞU GRUBUN HESABINI GÖRÜN) DEME ALÇAKLIĞINI GÖSTEREMEYİZ”
Arınç, bu iddiaların “askeri müdahalelerin sona erdiği kabulü” ve “basın ve medya grupları üzerindeki baskı” noktalarından hareketle gündeme getirildiğinin belirtilmesi ve bu varsayımlara ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine, basın ve medya grupları üzerinde baskı konusunun belli bir grubun Maliye Bakanlığı tarafından cezalandırılması ilgili olduğunu düşündüğünü ifade etti.
Hükümetin de medyadan belli ölçüde sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak kendisinin de “kesinlikle böyle tavrı olmadığını” kaydeden Arınç, şöyle konuştu:
“Onlar da bize zaten grup olarak, 'Evet. Bunu hükümet yapmıştır' demiyorlar. Bu tavırları sebebiyle de onları takdir ediyorum. Belki Maliye'nin yaptığı incelemeleri vergi hukuku bakımından doğru bulmuyor olabilirler ama Türkiye'de Sayın Başbakan'ın, bu grupla ilgili olarak, mesela geçtiğimiz yıl, yani seçimden önceki üç, dört ay önce karşı karşıya geldiğini, birbirlerini itham ettiklerini de biliyorum. Oradan yola çıkarak, 'Dışarıda görünen budur ama Başbakan'ın şahsında o grupla bir mücadelenin görünür kısmıdır' diyenler de olabilir. Keşke böyle bir tartışma yaşanmasaydı. 'Açıkla, açıklamazsan bir hafta sonra ben açıklayacağım' şeklinde o grubu kendisine muhatap alarak konuşmalarıyla hedef gösterdiğine göre arkadan Maliye'nin belki de kendi mevzuatı içinde yapmak zorunda olduğu bir incelemeyi o tavırla birleştirenler olabilir. Buradaki yorumlara da en azından saygı duymak lazım.
Ama ben hükümet olarak çok içtenlikle, beni ziyaret ettiklerinde onlara da ifade ettim, biz hükümet olarak 'Şu grubun hesabını görün. Onlara şu şekilde zarar verin' demek alçaklığını gösteremeyiz. Böyle bir şey düşünülemez, böyle bir şey mümkün de değil. Aksi takdirde o gruba karşı yürütülen bu işleri başka bir grup da başka bir vesileyle kendisine yapılmış sayabilir. Doğru olan şudur: Medya elindeki bütün imkanlarla kendi sahasında özgür olmalı ama hiçbir zaman politik müdahaleler, siyasi tercihler noktasında yani dominant bir karakterde olmamalı. Karşılığında da siyaset kendi sahasında kalmalı ama ticarete veya medyaya siyasi amaçlarla müdahale etmemeli. Taşlar yerine oturursa çok daha iyi ilişkiler içerisinde olacağımızı düşünüyorum.”
Türkiye'de “askeri vesayete alışıldığını, şimdi onda bir pörsüme veya geriye gitme olduğunu” söyleyen Arınç, “Askeri vesayetin bir daha tekerrür etmeyecek biçimde ortadan kalktığına inanıyor musunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Türkiye'de yaşanmış olaylar var. Belki de en son noktası 27 Nisan gece yarısı bildirisiydi. O noktaya kadar geldiğimizde biliyoruz ki bu gücün siyasi, sosyal hayata, eğitim hayatına müdahale etme arzusu, ihtiyacı olmuştur. Şimdi herkesin kendi sınırları içerisinde, kurumlar olarak kalması, Anayasa'da tanınan yetkilerin kendileri tarafından kullanılması konusunda yeniden bir demokratikleşme içerisindeyiz. Geçmişte yaşanan alışkanlıklar veya düşüncelere aykırı gelebilir ve bazıları sadece Anayasa'da yazılı olan yetkileri değil, bunun daha fazlasını istedikleri için ve zaman zaman da daha fazlasını kullandıkları için eski güçlerinin devam etmesini arzu ediyor olabilirler.
Ama Türkiye gerek AB sürecinde gerekse demokrasinin geldiği evreler içerisinde artık yeni bir Türkiye. Medya, kamuoyu, kurumlar, yargı, üniversiteler eskisi gibi değil. Bu değişimin farkına varamayanların ya da tersten bakarsanız varanların telaşını görüyoruz ama gidiş, dönüşüm böyle. Bunun önüne demokrasi dışı yollarla geçmenin, ortalığı bir şekilde ajite etmenin gereği de yok. Bu değişim, demokratik bir yöntemle, halk iradesiyle gerçekleşecek. Buna hepimiz Anayasa'da yazdığı ölçüler içerisinde uymak zorundayız.”
"ERKEN SEÇİM YOK"
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “2011 Temmuz'undan önce bizim seçim yapmak gibi bir niyetimiz yok. Türkiye'nin şartları da buna uygun değil” dedi.
Anayasa değişikliği ve bu konuda hükümetin bir paketi olup olmadığına ilişkin soru üzerine Arınç, şunları kaydetti:
“Bizim masamızın üzerinde farklı farklı dosyalar var. Bir tanesi 1982'den bu yana üçte biri hemen hemen değişmiş ve birbiriyle irtibatı, akordu kopmuş mevcut anayasalar... Bunu daha basitleştiren, temel haklar konusunda bireyi daha da güçlendiren, gerçek bir Avrupai anayasa tarzında, Avrupa Birliğine, demokratik ve hukuk standardına uygun bir yeni anayasa yapabilir miyiz? 'Yeni, sivil ve demokratik' dedik ama bundan çok ürküldü. Bundan dolayı başımıza gelenleri herhalde herkes biliyor. Dolayısıyla bir dosya halinde o hazırda bekliyor, belki bir kaç ufak rötuşla yeniden gündeme getirilebilecek bir anayasa paketi.”
Bunun dışında aralarında yargı reformunun da bulunduğu pek çok önemli konuda üzerinde kapsamlı olarak çalışılmış ve hazırlanmış paketlerin “iktidarın masasının üzerinde beklediğini” anlatan Arınç, ancak bunların gerçekleştirilebilmesi için TBMM'de nitelikli çoğunluğun sağlanması gerektiğini ya da referanduma gidilebileceğini söyledi.
“REFERANDUM MUTLAK GİBİ GÖRÜNÜYOR”
Referanduma gitmekten korkmadıklarını, ancak insan haklarıyla ilgili konuların, temel haklar konusunda referanduma sunulmasını uygun bulmadıklarını belirten Arınç, bu konuda Meclis iradesinin kendisini ortaya koyabilmesi gerektiğini dile getirdi. İki muhalefet partisinin “hükümeti sıkıştırmanın, iktidarı yıpratmanın, adım attırmamanın bir öngörüsü olarak anayasa değişikliklerine yanaşmadığını” ifade eden Arınç, BDP'nin katkı vermesi halinde bile anayasa değişikliği için gerekli 367 sayısına ulaşılamayacağını, dolayısıyla referanduma başvurulmasının mutlak hale gelebileceğini kaydetti. Arınç, “Referandum sanki yapmamız gereken zaruri bir anayasa değişikliğinde mutlak gibi görünüyor. O zaman o alanı hazır hale getirmemiz lazım” dedi.
Anayasaların toplumun temel belgeleri olduğunu, bunun için de üzerinde bir mutabakat bulunması gerektiğini vurgulayan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şimdi artık 2010 yılında anayasamıza farklı bir gözle bakmalıyız. Bu farklı gözle bakarken de üzerinde halkın, siyasetin mutabık kalabileceği, anayasal kurumların 'evet' diyebileceği keşke bir anayasa değişikliği hatta tümden bir anayasa yapabilsek... Halk konusunda benim bir endişem yok. Halk, farklı tavırlarıyla yeni bir anayasa ihtiyacını gösteriyor ama parlamento içinde bu mutabakatı göremiyoruz. Parlamento dışında kalan partiler, onlar görüşlerini açıklarken bir flu durum var ortada. Buna rağmen 'nitelikli çoğunluk bulunduğu takdirde bir anayasa değişikliği yapılmalı mıdır?' derseniz, mutlak yapılmalıdır diyorum.”
ERKEN SEÇİM TARTIŞMALARI
Erken seçim tartışmalarına ilişkin soruyu da yanıtlayan Arınç, bir erken seçim konusunda muhalefetin çok da arzulu istekli ve hazır olduğunu düşünemediğini belirtti. AK Parti'nin her zaman milletten aldığı yetkiyi son güne kadar kullanmaktan yana olduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti:
“Şimdi de 2011 Temmuz'u seçim tarihi. 2011 Temmuz'undan önce bizim seçim yapmak gibi bir niyetimiz yok. Türkiye'nin şartları da buna uygun değil. Aslında olaya siyasi çıkar açısından baksak ben muhalefetin bu içinde bulunduğu şartlara bakarak hemen giderim ve yine biz geliriz. Çünkü 'AK Parti gittikten sonra ben geleceğim' diye hiç birisi söylemiyor. 'Ben gelirsem şöyle yapacağım' diye de hiçbirisi vaat etmiyor. Böyle bir muhalefet olabilir mi? Yani Sayın Baykal bu kadar bağırıp çağırırken, eliyle koluyla herkesi döverken, 'Biz iktidara geliyor ve geldiğimiz gün şunları yapacağız' diye... Veya Sayın Bahçeli'nin, böyle bir tavrını ben görmedim.”
“(Yüzde 26'ya geldi oylarımız) diyorlar” sözlerine, “Bunu da tartışırız. Bendeki anketler öyle söylemiyor” karşılığını veren Arınç, “(AKP'nin önünde gidiyoruz, üstüne çıktık) diyorlar” şeklindeki hatırlatma üzerine de “O zaman hiç durmasınlar her gün (erken seçim) desinler ve erken seçimde ne yapacaklarını, ne şekilde iktidara geleceklerini söylesinler” diye konuştu.
Yeni anayasanın seçimlerden sonra gerçekleştirilebileceği ihtimali karşısında partilerin seçime gidilirken buna yönelik de hazırlıklı olmasında yarar gördüğünü aktaran Arınç, “Yeni bir anayasanın vaadini yaparak hatta yeni anayasa değişikliklerini ikinci bir sandık olarak halkın önüne genel seçimlerle getirerek yeni bir açılım yapmanın, Türkiye'ye yeni bir ufuk kazandırmanın da faydalı olabileceğini düşünüyorum ama bu benim ham düşüncem. Yani bu kararlaştırılmış, işlem haline getirilmiş bir şey de değildir” dedi.
"BAĞIMSIZ, ONDAN BİRAZ DAHA FAZLA TARAFSIZ YARGI”
Arınç, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink ve Ahmet Taner Kışlalı'nın öldürülmeleri hatırlatılarak, “İktidarlar geliyorlar, gidiyorlar ama bu suikastlar niye çözülemiyor?” diye sorulması üzerine, hukukun ve hukuka olan inancın önemine dikkati çekti.
“Biz bugüne kadar 50 den fazla mafya türü örgütlenmenin çökertildiğini biliyoruz” diyen Arınç, siyasi olarak kurulmuş veya bu amaca hizmet eden pek çok örgütün olduğunun da bilindiğini kaydetti. Bütün amaçlarının hukuksuzluğun ortadan kaldırılması olduğunu belirten Arınç, bu tür örgütlerin geçmişten bu yana hangi ad altında kurulmuş olursa olsun artık yaşamaması, Türkiye'nin tamamen hukukun egemen olduğu bir ülke haline gelmesi gerektiğini söyledi.
Arınç, bunun için “güçlü bir siyasi iradeye, her türlü güçten arındırılmış, sadece görevini yapan, hukuka bağlı istihbarat ve kolluk kuvvetleri ile bağımsız olduğu kadar ondan biraz daha fazla tarafsız yargıya” ihtiyaç olduğunu bildirdi. Türkiye'nin bu dönüşümü yaşadığını dile getiren Arınç, “Buna kaç sene sonra, yakında mı uzakta mı varacak bilmiyorum ama gidiş o istikamete doğru” dedi.
“TOPLUMSAL MUHALEFETİN GENİŞLEMESİNDEN MEMNUN DEĞİLİM”
TEKEL işçilerinin eylemine yönelik soruları da yanıtlayan Arınç, 4-C statüsü ve bu statüde yapılan değişiklikler hakkında bilgi verdi. Arınç, şöyle konuştu:
“Ben, toplumsal muhalefetin genişlemesinden, büyümesinden, bir cephe haline gelip sokaklara çıkmasından memnun değilim. Bir siyasi iktidar bundan memnun olmaz. Parlamentonun içindeki siyasi partilerin eleştirisi veya bizi yıpratmasına biz gülüp geçiyoruz. Çünkü hiç etkili değiller ama karşımızdaki muhalefet sokağı çıkar da bunun içerisinde hanım kardeşlerimiz, gençler, onların yavruları çıkar ve bunlar üzerinden iktidar yıpratılmaya çalışıyorsa ben bir siyasetçi olarak bundan çekinirim, endişe ederim. Dolayısıyla eczacılara karşı bizim ne yapabiliyorsak yapmamız lazım. TEKEL işçilerine karşı hakları verilecekse belki biraz daha fazlasını vermemiz lazım.”
Arınç, 4-C'de belki biraz daha iyileştirme yapılabileceğini, bütçe imkanları doğrultusunda olanakların gözden geçirilebileceğini söyledi.
Bazı sendikaların hükümetle konuşurken belli bir noktaya geldiğini, ancak işçiye döndüğünde bu noktadan farklı şeyler söyleyebildiğini ifade eden Arınç, şöyle devam etti:
“TEKEL işçilerinin mensup oldukları sendikanın başkanı ve daha üst kurulun başkanı 'bu bizim için yeterlidir, bundan daha iyisi olmaz' noktasına gelmişken bugün birisinin bir vesile ile bunları sokağa çıkaracak noktaya gelmesi Sayın Başbakanı fevkalade üzüyor ve sinirlendiriyor. 'Biz bu konuyu görüşmüştük, bize teşekkür etmiştiniz, yapabileceğimiz ancak buydu, siz de bunu kabullenmiştiniz. Şimdi bu ne oluyor?' dendiğinde, 'Bu işler böyle oldu Sayın Başbakanım) diye alay eder tarzda insanın karşısına gelindiğinde bir tepki duymamak mümkün değil ama bir Başbakan da bir hükümet de bunları bile bile yine de bu sosyal grupların haklarını gözetme noktasında onlardan daha farklı bir noktaya gitmesi lazım.”
Eczacılarla yaşanan sıkıntı ve konuya ilişkin Danıştay kararını hatırlatan Arınç, “Hükümetin derseniz ki beceriksizlik, derseniz ki kötü yönetim derseniz ki bir başka şey... Bu eleştirileri anlarım ama sanki olaylar bu noktaya gelsin diye farklı güçlerin farklı grupların da harekete geçtiğini düşünüyorum. Hiç de beklemediniz, hukuken öyle olmaması gerekir dediğiniz konularda son dakikada, son anda karşınıza bir karar, bir girişim, bir davranış da çıkabiliyor ama bunları da aşmamız gerekiyor hükümet olarak” diye konuştu.
“DEMOKRATİK AÇILIM”
Arınç, “Açılım nereye kadar gidecek? Bir sonuç alınabileceğini düşünüyor musunuz? Sonuç denilen şey sizin açınızdan ne olabilir?” sorusuna, “Demokratik açılım dediğimiz, hemen 3-5 günde sonuçlanacak bir iş değil, bir süreç. Başarısızlığa uğradığı noktasını kesinlikle kabul etmem, zamanında yürüyor. Buna çok maniler var, maniler çıkarmak isteyenler var ama toplum bunu kabulleniyor ve ümitle bekliyor” yanıtını verdi.
Seçim barajının düşürülüp düşürülmeyeceği sorusu üzerine Arınç, “Temsilde adalet şarttır. Temsilde adalet, yönetimde istikrar... Anayasa'nın sihirli cümlesi. Bu ikisini birbiriyle bağdaştırmamız lazım. Barajlar düşebilir. Barajlar düşmese bile temsilde adaleti sağlayacak mekanizma var” dedi.
Bülent Arınç, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin soru üzerine ise “Dokunulmazlıklar yeniden tarif edilmeli ve sınırlandırılmalı ama dokunulmazlık sayılmasa bile aynı noktada daha güçlü olan koruyucu mekanizmalara da dikkat etmemiz lazım” dedi. Arınç, “Yani 100 milletvekilinden farklı olarak yüzde 10 barajının düşürülme ihtimali de mi var?” sözleri üzerine, “Bulabildiğimiz sistem o. 450 artı 100. Onun dışında başka argümanda olabilir” görüşünü dile getirdi.