Oluşturulma Tarihi: Kasım 02, 2004 00:00
Deprem kurbanlarını fareler bulacakAmerikalı bilim adamları, fareleri, yaralı insanları bulacak şekilde eğittiler. Fareler insanları bulduklarında beyne yerleştirilmiş olan elektrotlardan bir sinyal yansıyor. Bilim adamları şimdi bu sinyali farelerin sırtlarında taşıdıkları küçük bir radyo vericisine aktarmak istiyorlar. New Scientist dergisindeki habere göre bu şekilde kurtarma ekipleri hem sinyali hem de yaralıları bulabilecekler. Son derece duyarlı bir koku duyusuna sahip farele,r köpeklere karşın çok küçük alanlara da girebilme şansına sahiptir. Ancak kurtarma çalışmalarında kullanılabilmesi farelerin önce kurbanlarını gösterebilecek bir yöntemin geliştirilmesi gerekiyordu. Florida Üniversitesi’nden Linda ve Ray Hermer-Vazquez bu amaçta ilk önce koku almaları sırasında farelerin beyinlerinde meydana gelen değişimleri inceledi. Bu inceleme için farelerin büyük beyin kabuğunda kokuları işleyen ve yeni hareketleri planlayan bölgelere ve son olarak da beyindeki ödüllendirme merkezine elektrotlar yerleştirilmiş. Bilim adamları bundan sonra fareleri insan kokusunu alacak şekilde yetiştirmişler. Fareler başarılı olduğunda ise beyindeki ödüllendirme merkezi uyarılmış. Diğer iki elektrotla bilim adamları bulgu üzerindeki tepkiyi ölçerken, beyin etkinliklerinde bu tür başarı için karakteristik olan iki değişiklik fark etmişler. Sinyallerin farenin sırtındaki bir radyo vericisine aktarılması için New York Eyalet Üniversitesi’nden John Chapin şimdi hedefe uygun bir verici ve sinyalleri kaydeden bir yazılım programı geliştiriyor. Chapin’in ekibi sistemin ilk prototipini dokuz ay içinde hazırlayabileceğini bildirdi.Kurtarma faresi ve donanımıFare, köpeğin giremeyeceği yerlerdeki insan veya patlayıcı madde kokusunu algılayacak şekilde eğitilmekte.Farenin kokuyu işlemeden, hareketlerden ve ödüllendirmeden sorumlu beyin bölgelerine elektrotlar yerleştirilmekte. Fare kokuyu algıladığında, sırtındaki radyo vericisi elektronik bir sinyal yayacak.Hayvanların saldığı metan, ilaçla indirgenecekKoyun ve inekler dünya genelindeki metanın %20’sinden sorumlu. Yeni bir ilaçla şimdi otlaklar üzerindeki gaz oranı düşürülmeye çalışılacak. Geviş getiren hayvanlar metan salgısı sayesinde sera etkisini ve küresel ısınmayı tetikliyorlar. Metan, atmosferdeki aynı miktardaki karbondioksitten 20 kat fazla sıcaklık yaratması açısından iklime önemli ölçüde zarar vermekte. New Scientist dergisindeki bir haberde Avustralyalı bilim adamı Andre-Denis Wright’ın yeni bir madde geliştirildiğinden söz edilmekte. Bu madde hayvanların midesinde sera gazı üreten bakterileri zararsız hale getirmekte. İlacı ilk kez bir koyun sürüsünde deneyen bilim adamları ikinci iğneden sonra metan salgısının belli bir süre içinde %8 oranında azaldığını saptamışlar. İlaç şimdilik metan üreten bakterilerin sadece %5’inde etkili ama Wright yeni ilaç türlerinin daha geniş etkili olacağını söyledi. Yeni ilacın özellikle de koyunların meralarda otlandığı Avustralya ve Yeni Zelanda’da işe yarayabileceği sanılmakta. Uykusuzluğa karşı psikolojik tedaviBeth Israel Diyakoz Tıp Merkezi’nden Greg Jacobs tarafından gerçekleştirilen ve Archives of Internal Medicine dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre davranış terapisi, uyku haplarından daha etkili. Üstelik ilaçsız tedavi uzun vadede olduğu kadar kısa süre içinde de başarılı olmakta. 63 katılımcıdan bir grup sekiz hafta boyunca bilişsel davranış terapisi, ikinci grup uyku hapıyla, üçüncü grup davranış terapisi ve uyku ilacı, dördüncü bir grup ise sadece etkisiz ilaçla tedavi edilmiş. Dört haftalık terapiden sonra yapılan kontroller sonucunda davranış terapisi ve ikili terapinin en iyi çözüm olduğu ortaya çıkmış. Katılımcıların %44’ünde uykusuzluk sorunu azalmış. Sadece uyku ilacı alan grupta bu oran %29’la, etkisiz ilaç alanlarda ise %10’la sınırlı kalmış. Sekiz hafta sonra davranış terapisi ve ikili terapinin olumlu etkisi aynı şekilde devam ederken, uyku ilacı düzenli olarak alınmadığı için olumlu etkisini yitirerek Placebo’nun etkisiyle eşit hale geliyor.. Araştırmacılar uyku ilacının düzenli olarak alınması halinde bağımlılık yapacağına dikkat çekerek bilişsel davranış terapisini öneriyorlar. Bebeğin ilk soluk alışından sorumlu gen saptandıAmerikalı bilim adamları bebeğin ilk soluk alışından sorumlu geni buldular. Anne karnında, akciğer gelişiminin tamamlanması ve akciğerin doğumdan sonra oksijen ihtiyacını karşılayacak duruma gelmesi Foxa2 geninin doğru çalışmasına bağlı. Yeni genin işlevi Cincinnati Üniversitesi’nden Jeffrey Whitsett tarafından genetik değişimden geçirilen farelerde saptandı. Foxa2, bir çok geni çalıştıran bir tür genetik idareci gibi işlemekte. Hamileliğin son aylarında akciğerin yüzeyinde etkin olan, protein ve yağlardan oluşan ve akciğer keseciklerini içten kaplayan sabun benzeri bir madde oluşur. Surfaktan olarak bilinen bu madde keseciklerin doğumdan hemen sonraki ilk solukta açılmalarını ve yeniden sönmemelerini sağlıyor. Erken doğan bebeklerin akciğerleri yeterince surfaktan üretmediği için genelde solunum zorluğu çekerler. Whitsett ve ekibi şimdi akciğerdeki yeterli surfaktan üretiminden Foxa2 geninin sorumlu olduğunu buldu. Tek bir genin akciğerde yaşamsal önem taşıyan birden fazla işlevi çalıştırdığını görmek bizim için şaşırtıcı oldu diyen Whitsett, yeni genin keşfi ve etkisi sayesinde yeni doğan bebeklerde ve yetişkinlerdeki akciğer sorunlarını giderebilmeyi umuyorlar. Fildişi kaçakçılığı genetik veri bankasıyla önlenecekAnaliz teknisyenleri genetik veri bankasıyla, fildişlerinin kaynağını birkaç yüz kilometreye kadar kesin bir şekilde saptamak istiyorlar. Fildişi ticareti 1989 yılından itibaren Washington Türleri Koruma Yasasıyla yasaklanmış olmasına rağmen 2002 yılından bu yana karaborsada çok sayıda fildişi satılmaya başlandı. Fildişlerinin kaynağını bulmak isteyen Washington Üniversitesi araştırmacılarından Samuel Wasser, Afrika filinin (Loxodonta africana) en önemli dağılım alanlarından dışkı örnekleri topladı ve kalıtım malzemesini yalıtılarak veri bankasına kaydetti. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisindeki yazıda, kaynağı bilinmeyen fildişlerinin tek bir örnekle sınıflandırılabileceğinden söz edilmekte. Genetik analizin sonuçları bilgisayarda veri bankasıyla karşılaştırılarak, Afrika’nın çeşitli bölgelerindeki fillerle yakınlığı saptanmakta. Bilim adamları test edilen fildişi örneklerinde, yöntemin, fildişi kaynağını 932km’lik ya da daha küçük bir hata payıyla saptadığını söylüyorlar. Genetik analiz sayesinde ülkelerin fildişlerini özel izinle eski rezervlerden mi yoksa yasadışı yollardan mı edindikleri anlaşılacak. Uzun boynun sırrı ne?Tarihöncesi döneme ait uzun boyunlu bir deniz sürüngeni bulundu. Gövdenin iki katı uzunluğundaki boyun mükemmel av silahı mıydı?Bilim adamlarının güney Çin sahillerinde bulmuş oldukları tarihöncesine ait 25 boyun omurlu sürüngeni dünya denizlerinde yaşamış olan en garip canlılarından biri. Çinli ve Amerikalı bilim adamlarının Science dergisinde açıkladıkları gibi deniz sürüngeni bir metrelik gövdesine karşın 1,7m uzunluğunda bir boyna sahip. Çin Bilimler Akademisi’nden Chun Li ve ekibi sürüngeni aşağı yukarı ‘Korkunç boyunlu Doğu sürüngeni’ anlamına gelen ‘Dinocephalosaurus orientalis’ olarak isimlendirdiler. 230 milyon yıl öncesine ait sürüngen uzun boynu ile dikkat çeken ilk protosaurus değil. 1850 yılında da altı metre uzunluğundaki Tanystropheus longobardicus (zürafa boyunlu sürüngen) sürüngenini bulunmuştu ve bilim adamları o tarihten bu yana uzun boynun ne işe yaradığını bulmaya çalışıyorlar. İşte Dinocephalosaurus orientalis kalıntısıyla tam da bu soru yanıtlanabilecek. Son araştırma yazısının yazarı, Chicagı Field Müzesi fosil uzmanı Olivier Rieppel, uzun boynun yırtıcı sürüngene avına mükemmel bir şekilde saldırmasına izin verdiğinden emin. Ve sürüngen özellikle de ürkek
balık ve mürekkepbalıklarını avlıyordu. Sudaki hayvanların yakalanması pek kolay değildir. Onlara doğru yapılan her hareket, kurbanı uyaran ve saldırgandan uzaklaştıran bir basınç dalgası üretir. Balıklar ve bazı kaplumbağalar bu basıncı ağız boşluklarındaki hacmi bir anlık için büyültüp kurbanı emerek engelliyorlar. Timsahlar ise yassı kafaları ve kanca biçimindeki dişleriyle suyu o kadar şık bir şekilde yarıyorlar ki basınç dalgası bu şekilde ava asla ulaşmıyor. Ama öyle anlaşılıyor ki zürafa boyunlu sürüngenlerin taktiği çok daha ilginçti. Yırtıcı sürüngen kafasını önündeki ava doğru uzattığında boyun omurlarını gererek
yemek borusunu geniÅŸletiyordu. Ve bu ÅŸekilde oluÅŸan alçak basınç kafanın hareketiyle oluÅŸan basınç dalgasını yutuyordu. Dinocephalosaurus, uzun boynu sayesinde böylece fark edilmeden avına yaklaÅŸabiliyordu. Bilim adamları uzun boynun öte yandan aldatıcı olduÄŸunu da düşünüyorlar. ÖrneÄŸin bir balık bulanık suda Dinocephalosaurus’un kafasını gördüğünde ilk bakışta o kadar büyük bir hayvanla karşı karşıya olduÄŸunu anlamıyor ama sürüngenin bedenini gördüğünde artık iÅŸ iÅŸten geçmiÅŸ oluyordu.Napolyon balığı korumaya alınacakBilim adamlarının mercan resiflerinin ancak bazı türlerin varlığıyla korunabileceÄŸini açıklamalarından sonra çevre uzmanları iyice azalan Napolyon balıklarının korunmasını önerdiler. Çünkü balıklar ekolojik dengeyi saÄŸlayan önemli faktörlerden biri. Napolyon balığının korunması için en baÅŸtı Wold Conservation Union ve WWF gibi organizasyonlar devreye girdi. 2,5 metre uzunluÄŸundaki ve 1 m yüksekliÄŸindeki Napolyon balığı (Cheilinus uldulatus) Hint ve Pasifik okyanuslarındaki mercan resiflerindeki en büyük balıklardan biridir. Napolyon balığı bazı ülkelerde kilosu 130 dolardan satılıyor ve özellikle de Çin ve Hongkong’daki restoranlarda aranan bir lezzettir. Otuz yıl kadar yaÅŸayabilen Napolyon balığı ancak beÅŸ yaşından itibaren çiftleÅŸmeye baÅŸlıyor. Napolyon balığı hep aynı yerde yaÅŸadığından balıkçılar tarafından kolayca bulunur. Ancak gastronomide daha çok 30-40cm balıklar tercih edildiÄŸi için daha çok yavru balıklar avlanmakta. Resif yapısı üzerinde olumsuz etki yapan ikinci faktör ise Napolyon balığının siyanitle avlanmasıdır. Bu zehir balığı sadece bayıltıyor ama daha küçük canlıları ve mercanları öldürmekte. Yöntem balıkları canlı olarak yakalayabilmek için tercih edilmekte. Napolyon balıklarının en büyük ihracatçıları Malezya, Endonezya ve Filipinlerdir.Â
button