OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 29, 2004 00:00
Yeni teknik mumyanın içini gösteriyorLondra’daki British Museum’u gezenler artık üçboyutlu görüntü tekniği sayesinde en az 3000 yıllık bir geçmişi olan mumyanın içini de görebilecekler. Teknik, bilgisayar grafikçileri ve tıpta kullanılan bilgisayarlı tomografiyi geliştiren uzmanların ortak çabalarıyla geliştirildi. Yeni yöntem sayesinde bir lahitin ve mumyanın içi el değmeden incelenebildi. İ.Ö.800 yılında Theben kentine gömülen lahit, belgelere göre rahip Neseperrenub’a ait. Mumya 1899 yılından bu yana müzede bulunmasına rağmen, bilim adamları lahitin açılıp incelenmesi sonucunda mumyanın zarar göreceğinden korktukları için ayrıntılı bir şekilde incelenmemişti. Silicon Graphics Incorporated (SGI) firması grafik uzmanlarından David Hughes ile ortak çalışma sonucunda şimdi bu sorun çözüldü. Lahit önce bilgisayarlı tomografiyle ışınlanmış. Hughes tarafından geliştirilen bilgisayar programı ise bu görüntülerden mumyanın üçboyutlu bir modelini üretmiş. Teknik, mumyanın merhemli kılıftan iskelete kadar ayrıntılı bir şekilde incelenmesine izin veriyor. Müzedeki bilim adamları bu şekilde eski Mısır’daki mumyalama işlemini rahatlıkla araştırabileceklerini sanıyorlar ve aynı yöntem şimdi koleksiyondaki diğer mumyalar üzerinde de uygulanacak. Bitkiler yangından sonra daha çabuk filizleniyorYanan bitkinin dumanı, filizlenmeyi tetikleyen bir bileşim içermekte. Batı Avustralya Üniversitesi’nde Gavin R.Flematti yönetiminde çalışan ekibin araştırma sonuçları Science dergisinde yayımlandı. Araştırmacılar, yanmakta olan kağıdın dumanını ve ekinler üzerindeki etkisini incelerken etkin maddenin ‘Butenolid’ olduğunu görmüşler. Bu bileşim, selülozun hücre duvarı malzemesinin yanmasıyla oluşmakta. Bilim adamları daha sonra Butenolid malzemesini yapay olarak da üreterek, dumanla gelen suyun etkisini kontrol edince, filizlenmeyi tetikleyen maddenin Butenolid olduğu kanıtlamış. Yapay olarak üretilen maddenin bitkilerdeki filizlenmeyi en az doğal duman kadar tetiklediğini söyleyen bilim adamları şimdi bu pozitif etkinin sebebini araştıracaklar. Sojus Kourou’dan fırlatılacakRus uzay yolculukları endüstrisi Fransız Guayanası’na taşınıyor. Rusya, roketlerini yakın bir gelecekte Avrupa’nın uzay istasyonu Kourou’dan da fırlatacak. Projedeki son ayrıntılar hakkında Avrupa Uzay Organizasyonu Esa ile anlaşmaya varılmasından sonra deniz yoluyla tropikal ormana taşınacak olan rampa üzerindeki çalışmalar başladı. Avrupalı ortaklar Ariane 5 rampasının yaklaşık olarak 10km kuzeyinde yer alan hareket kompleksi için 314 milyon euroya ilave olarak 30 milyon daha ayırdılar. Masrafların yarısı Fransa tarafından karşılanırken, Almanya masrafların %6’sını karşılayacak. Samara yakınındaki ‘Progress’ uzay araçları üretim tesislerinde şu sıralar yeni ‘Sojus’, yüksek nem oranı ve havadaki yoğun tuz oranına karşı dayanıklı kılınmakta. Roket ayrıca daha kullanışlı bir yük bölümüne, daha güçlü bir üçüncü ayar ve dijital çalıştırma sistemine sahip. Kourou’daki fırlatılış tarihi 2006 Aralık olarak kararlaştırıldı. Beyin, hareketleri nasıl öğreniyor?Yeni bir beden ya da dans hareketi öğrenmek istediğimizde, beynimizde önce bu hareketlerin kaba taslak çizimleri yapılmakta ve bunlar daha sonra ayrıntılı hale getirilmekte. Amerikalı bilim adamları bu ilkeyi bir çubuk üzerinde dengelerini yitirmemeleri gereken farelerle yaptıkları deneyler sırasında keşfettiler. Duke Üniversitesi bilim adamlarından Rui Costa’nın konuyla ilgili araştırması ‘Current Biology’ dergisinde yayımlandı. Deney hayvanlarının beyinlerine sinir hücrelerinden yansıyan elektrik tepilerinin ölçülmesine izin veren zar inceliğinde teller aktarılmış. Bilim adamlarının en fazla ilgisini çeken özellikle de daha önceki araştırmalarda hareketlerin öğrenilmesinden sorumlu tutulan, motor korteks ve dorsal doku tabakası olmuş. Fareler daha sonra git gide hızlanan bir çubuk üzerine yerleştirilmiş. Üç gün tekrarlanan bu alıştırmalar sırasında hayvanların dengelerini ne kadar iyi koruyabildikleri izlenmiş. Hayvanlar ilginç bir şekilde en büyük gelişmeyi ilk alıştırma evrelerinde göstermişler. Bu öğrenme etkisi motor korteks ve dorsal doku tabakasındaki etkin sinirlerin artışıyla ortaya çıkıyor. Daha sonraki alıştırma evresinde başarının yavaşlaması sinir etkinliğindeki motifin değişmesiyle ilgili. Öyle anlaşılıyor ki hareketlerin ayrıntılı bir şekilde işlenmesi sırasında iki beyin bölgesi farklı görevler üstleniyorlar. Bilim adamları şimdi elde ettikleri sonuçlar sayesinde, Parkinson ve Huntington hastalığıyla ilgili yeni bilgilere ulaşmayı umuyorlar.Bilişim öğrencileri düşünen denizaltı yaptıWurzburg Üniversitesi Teknik Bilişim Bölümü öğrencileri tarafından geliştirilen minik denizaltının özelliği birbirinden bağımsız olarak çalışan birimlerin aynı zamanda diğer birimleri de çalıştırabilmesine dayanıyor. Mesela denizaltının gözü yani video kamera ışığı yetersiz bulduğunda farlara sinyal göndererek daha fazla ışığın yansımasını sağlıyor. 60x40x40cm boyutlarındaki denizaltının ağırlığı 13 kilo ve ayarlanabilir dalgıç tankıyla yana doğru hareket edebiliyor. Öne doğru ve kendi ekseni etrafındaki hareketse iki motor tarafından karşılanmakta. Denizaltı bir kamera yardımıyla objeleri algılayıp takip edebiliyor. Öğrenciler tarafından geliştirilen iletişim sistemi (Bus) mikro işlemcilerle çalışmakta. Ayrıca her modül üzerinde de komutları yerine getiren mikro işlemciler bulunmakta. Modüller üzerindeki ‘zeka’ dahili bir iletişimle ‘toplu zekaya’ dönüşmekte. Enerjisini pillerden alan araç otomatik veya PC’den gönderilen komutlarla işliyor. Diyabet riski SUMO-4 genindeki mutasyona bağlıAmerikalı bilim adamları diyabet tip 1 hastalığının gelişiminde etkili olan bir gen mutasyonu saptadı. SUMO-4 geni bağışıklık sisteminin ayarlanmasında önemli bir rol üstlenmekte. Araştırmacılar tarafından saptanan mutasyon, bağışıklık sisteminin aşırı reaksiyon göstererek pankreastaki hücrelere saldırmasına yol açıyor ve bu hücreler daha sonra şeker metabolizması için gereken ensülini üretemiyor. Nature Genetics dergisinde yayımlanan Georgia Tıp Üniversitesi’nden Jin-Xiong She ve Cong-Yi Wang’ın araştırmasına göre, 1000 diyabet hastası kadında hangi genlerin kalıtımla geçtiğini incelendi ve SUMO-4 geninde doğal olarak meydana gelen değişimin diyabet tip 1 riskini yükselttiği saptandı. Mutasyondan etkilenenler, bağışıklık sistemini tetikleyen bakteri veya virüsle temas ettiklerinde bağışıklık sistemindeki dengeli etkinlik altüst oluyor ve kendi dokusuna da saldıran bir bağışıklık reaksiyonu gelişmekte. Bilim adamlarının son incelemelerine göre SUMO-4, belli başlı bir molekülün etkinliğini kontrol altına alan bir proteinin bilgilerini içermekte. Bu protein ise uzmanlaşmış olarak savunma sisteminde etkili olan sitokinlerin üretimini ayarlıyor. SUMO-4 değişime uğradığı taktirde bu ayar mekanizması bozuluyor, sitokin üretimi önemli ölçüde artıyor ve savunma maddeleri doğrudan doğruya pankreastaki ensülin üreten hücrelere yönlendirilmekte. She ve Wang, SUMO-4 geninin Multiple Skleroz ve Lupus Erythematodes gibi diğer otobağışıklık hastalıklarında etkili olabileceğini sanıyorlar ve bu nedenle şimdi genin bu hastalıklar üzerindeki rolünü araştırmaya başladılar. Kök hücreler dişleri yenileyecekParodontoza bağlı diş kaybı gelecekte kök hücre tedavisiyle önlenebilecek. Bu tür bir tedavinin temeli Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Byoung-Moo Seo ve ekibi tarafından atıldı. Araştırmacılar ilk kez diş kökü zarındaki kök hücreleri yalıtmaya başardılar. Dişi çenede tutan bu ince doku tabakası parodontozda genelde zarar görür ve dişin düşmesine yol açar. Şimdi yeni yalıtılan kök hücreleriyle hasarlı dokunun yenilenebileceği sanılmakta. The Lancet dergisindeki araştırma yazısında farelerde yapılan ilk transplantasyon deneylerinin çok başarılı geçtiğinden söz edilmekte. Bilim adamları 1930’lu yıllardan beri aslında kök zarında da uzmanlaşmış kök hücrelerin bulunabileceğini tahmin ediyorlardı ama öncü hücrelerle ilgili arayışlar bugüne değin hep başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Seo, yeni çekilmiş yirmi yaş dişine ait kök zarından farklı hücre türlerini yatılınca bazı hücre kültürlerinde gerçekten de kök hücrelerinin özelliklerini taşıyan hücreler bulmuş. Araştırma ekibi uygun olanları farelere aktararak öncü hücrelerden hangi hücre türlerinin geliştiğini izlerken, transplantasyon sayesinde diş kökü, kök zarı ve hattı lifli yapıların bile geliştiğini görmüş. İşin en güzel tarafı kök hücrelerinin çok kolay yalıtabiliyor olması diyor Songtao Shi. Yirmi yaş dişi çekildiğinde yalıtılmış hücreler daha sonra kullanılmak üzere saklanabilir. Araştırmacılar şimdi aynı yöntemi diğer hayvanlar üzerinde de test edecekler. Dördüncü boyutla her şey daha iyi olacakMetal-bloklar, her ne kadar bütün halinde bulunsalar da, az veya çok sayıda minik kristallerden oluşurlar ve bunların nükleer yapıları, farklı elementlerin kirlenmesi, (değişen oranlarıyla birlikte) alaşımlardaki katılığı, iletkenliği ve kırılganlığı belirler. Danimarkalı fizikçiler şimdi yoğun röntgen ışınlarıyla metal atomlarının, deformasyon ve aşırı sıcaklıkta ne şekilde yeniden düzenlendiğini izledi. Üç mekan boyutu ve tek bileşenli dört boyutlu bakış, metal alaşımların hedeflere uygun bir şekilde üretilmesini izin verebilecek. Alüminyum örneklerden elde edilen ilk sonuçlar Science dergisinde yayımlandı. Bu tür deneyler, deformasyona uğramış örneklerdeki taneciklerin hareketlerindeki temel mekanizmaları anlamak için çok uygun, diyor Ulusal Risk Araştırma Merkezi’nden Soren Schmidt. Araştırmacı milyonda bir metre kesinlikteki bir çözünürlüğü bu tür deneyler için Grenoble’deki ESRF senktrotron laboratuarındaki odaklanma özelliği taşıyan röntgen ışınıyla elde etmiş. Bilim adamları, metal örneğinin mekanik olarak biçimlendirilmesinden sonra alüminyum atomlarının yeniden dizilişini tekrar tekrar izleyerek 30 saatlik gözlem süresinden sonra 73 fotoğraf elde ettiler. Bu görüntülerin birleştirilmesinden sonraysa çok yavaş olmasına rağmen en azından malzemelerin hareketlerinde önemli olan rekristalizasyon süreci için yeterli olan bir
film çıkmış ortaya. Mikro yapıların dört boyutlu olarak sınıflandırılması malzeme biliminde olaÄŸanüstü olanaklar sunmakta diyor Hollandalı uzman Erik Offerman (Delft Teknik Ãœniversitesi). Sonuçta alüminyum ölçümleri sadece ilk adım. Kristallerin yeniden düzenlenmesi çok sayıda metal alaşımı, çelik ve özel plastiklerde bile önemli bir rol oynamakta. Fizikçiler mikro hareketlerin gözlemleri sayesinde teorik modeller üretmeye baÅŸarabilirlerse, bugüne kadar elde edilemeyen özelliklere sahip metal alaşımları üretilebilir. Çocuk felci aşısı uzun zamandır hastalık taşıyorAmerikalı bilim adamları çocuk felci aşısıyla uzun vadede ortaya çıkabilecek tehlikeler konusunda uyardılar. Bir Sovyet aşı serumu seksenli yıllara dek kansere neden olan bir maymun virüsü taşıyordu. Virüslü aşı maddesi tüm DoÄŸu Blok’u, Çin ve Japonya’da milyonlarca kes uygulanmış. Tıp uzmanları altmışlı yıllardan bu yana çocuk felci aşısındaki tehlikeler hakkında haberdardı. Zayıflatılmış hastalık etkenleri Rhesus maymunlarının böbrek hücreleriyle yetiÅŸtirilirken SV40 olarak bilinen ve kansere neden olabileceÄŸi sanılan bir maymun virüsü de aşı maddesine bulaÅŸmıştı. Amerika’da çocuk felci aşısı üretiminde 1963 yılından sonra SV40 virüsü bulaÅŸmamış böbrek hücreleri kullanılmasına raÄŸmen, Sovyetler BirliÄŸinde 1963 yılında üretilen aşılar da virüs taşıyordu diye konuÅŸtu Loyola Ãœniversitesi’nden Michele Carbone kısa bir süre önce Rockwill’de gerçekleÅŸtirilen konferansta. Hatta aşı maddesinin olasılıkla seksenli yıllara dek SV40 virüsü taşıdığı sanılmakta. Corbone’un açıklamalarına göre Sovyet aşı maddesi tüm DoÄŸu Blokta, Çin’de, Japonya ve Afrika ülkelerinde kullanılmış. New Scientist dergisindeki yazıda da altmışlı yılların sonlarından kalan aşı maddelerini inceleyen bilim adamlarının iki örnekte hala canlı olan SV40 virüsü saptandıklarından söz edilmekte. Virüse baÄŸlı bir enfeksiyonun ne gibi etkiler yapacağı kesin olarak bilinmese de SV40 virüsünün uzun vadede ender görülen kanser türlerine neden olduÄŸunu gösteren kanıtlar var. Ä°talyan asıllı Corbone, virüs ve kanser riski arasındaki iliÅŸkiye ilk kez on yıl önce dikkat çekmiÅŸti. Â
button