OluÅŸturulma Tarihi: Mart 25, 2004 00:00
KonuÅŸma sırasındaki gülüşmeler, iletiÅŸim sinyalleriGülmek, ikili sohbetlerde konuÅŸanları birbirine baÄŸlıyor. Sonuç, gülme üzerine bir araÅŸtırma yapan Alman bilim kadını Juia Vettin’e ait. Bu gülme ÅŸekli komik bir fıkranın ardından atılan uzun bir kahkahaya karşın genelde bir ila üç heceyle kısıtlı. Hür Berlin Ãœniversitesi’nin raporuna göre insanlar on dakikalık bir konuÅŸmada ortalama olarak altı kez gülüyorlar. Biyoloji Enstitüsü araÅŸtırmacılarından Julia Vettin, çalışması sırasında ikili sohbetlerde deneklerin ne sıklıkta ve ne zaman güldüklerini incelemiÅŸ. Denekler ilginç bir ÅŸekilde kendi konuÅŸmalarının ardından daha fazla gülüyorlar. Ayrıca insanların gülüşü kendisinin ve karşısındaki kiÅŸinin konuÅŸmalarına göre de deÄŸiÅŸmekte. Vettin, deney sırasında kısa gülüşlerin asla karıştırılmadığını da fark etmiÅŸ. Mesela videolardaki gülme sahneleri bilgisayarda deÄŸiÅŸtirildiÄŸinde denekler deÄŸiÅŸiklikleri hemen anlamışlar. Vettin ayrıca kısa gülüşlerin konuÅŸma sırasında komik bir öykünün ardından atılan uzun kahkaha gibi algılanmadığını da söylüyor. KonuÅŸmacıların, sıradan ve hiç komik olmayan cümlelere bile gülmelerine raÄŸmen karşıdaki kiÅŸi tarafından komik bulunmaması da dikkat çekici. Bu sonuçlardan yola çıkan bilim kadını, demek gülmeyi her zaman komiklikle iliÅŸkilendirmemek gerekir diyor. Gülme daha çok, sohbet üzerinde düzenleyici etki yapan ve konuÅŸanlar tarafından deÄŸerlendirme aracı olarak kullanılan bir iletiÅŸim sinyalidir diyor Vettin. Gülüşler sayesinde insanlar, söylediklerinin ne ÅŸekilde deÄŸerlendirildiÄŸini de anlayabiliyorlar. En eski atamızın diÅŸleri mi?Günümüzden 5,2 ila 5,8 milyon yıl önce yaÅŸamış bir hominid olan Ardipithecus kadabba, belki de en eski atamızdı. Bu konuda en azından Cleveland DoÄŸa Tarihi Müzesi araÅŸtırmacılarından Yohannes Haile-Selaessie emin (Science). Maymun ve insanın evrim çizgileri bundan altı ila sekiz milyon yıl önce ayrıldığında tamamen yeni türler geliÅŸmiÅŸti. Bunlardan biri olan Ardipithecus ramidus bugüne deÄŸin en eski öncü insan olarak biliniyor, Ardipithecus kadabba ise bu grubun bir alttürü olarak kabul ediliyordu. Yeni buluntuları inceleyen Haile-Selassie ÅŸimdi bu tahminin doÄŸru olmadığını bildirdi. Etiyopya çölünde bulunan altı diÅŸ, Kadabba ailesinin, insanın soyaÄŸacında baÅŸlı başına ayrı bir tür oluÅŸturduÄŸunu göstermekte. Ve bu tür diÄŸer tüm insan türlerinin en eskisiydi. Çünkü Kadabba diÅŸleri, daha önce sadece insan ve maymunun ortak atasında görülen özelliklere sahip. Hominidin köpek diÅŸleri ısırma sırasında alttaki azı diÅŸleriyle sürtünerek keskin kalır ki bu özellik baÅŸka hiçbir hominid türünde görülmez. Haile-Selassie ve arkadaÅŸları çene yapısının, sınıflandırma konusunda iki ayak üzerinde durabilme yeteneÄŸinden bile daha önemli olduÄŸunu savunuyorlar. Toronto Ãœniversitesi’nden David Begun’un da Science dergisinde belirttiÄŸi gibi, insanlığın ilk evrelerinde bulunabilecek birçok hominid türü de dikkat çekici çene yapılarına sahip. Buna göre farklı hominid türlerinin tek bir evrim çizgisinde geliÅŸtiklerini söylemek mümkün deÄŸil. Her ne kadar henüz bu görüşü kanıtlayan fosiller bulunmamış olsa da öncü insan türlerinin ilk baÅŸta olasılıkla birbirine paralel olarak geliÅŸtiÄŸi sanılmakta. Erotik görüntüler kadınları da uyarıyorBeyin araÅŸtırmacıları erotik resimlerin kadınları da en azından bedensel olarak erkekler kadar uyardığını buldular. Erkek beyninin erotik resimlere karşı neden daha duyarlı olduÄŸunu araÅŸtırmacılar ÅŸimdi fonksiyonel manyetik rezonans tomografisiyle ortaya koydular. Erotik resimlerin izlenmesi sırasında erkeklerde önemli duyguların iÅŸlenmesinden sorumlu beyin bademciÄŸi (Amigdal) ve hipotalamus daha fazla etkinleÅŸmekte. Yeni araÅŸtırmayla ilginç bir sonuç da çıktı ortaya: Erkeklerdeki beyin bölgeleri daha etkin olmasına raÄŸmen daha fazla uyarılmıyor (Nature Neuroscience). Stephan Hamann ve Emory Ãœniversitesi’ndeki meslektaÅŸları erkek ve kadın deneklere farklı resimler göstererek beyin etkinliklerini incelemiÅŸ. Resimlerin bazılarında erotik pozlu modeller diÄŸerlerinde ise seviÅŸen çiftler vardı. Manyetik rezonans tomografisiyle kontrol edilen deneklere ayrıca hangi resimlerle daha fazla uyarıldıkları da sorulmuÅŸ. Sonuca göre kadınlar ve erkekler temelde benzer ÅŸekilde reaksiyon gösteriyor. SeviÅŸen çiftlerin görüntüsü her iki cinsi de çıplak modellerden daha fazla uyarmıştı. Beyin etkinlikleri arasında da pek önemli farklılıklar bulunmuyor. Gerek kadınlarda gerekse erkeklerde amigdala ve hipotalamustan oluÅŸan ödüllendirme merkezi etkinleÅŸmiÅŸti. Ancak duygulardan sorumlu beyin bölgesi erkeklerde daha etkindi. Ancak öte yandan da kadın denekler, erkeklere kıyasla daha fazla uyarıldıklarını itiraf etmiÅŸler. Bilim adamlarına göre erkek beyninin daha etkin oluÅŸu, erkeklerin neden görsel uyarılara daha çabuk ve daha sık reaksiyon gösterdiklerini açıklıyor. DondurulmuÅŸ ve kurutulmuÅŸ sperma döllendiAmerikalı ve Japon bilim adamlarından oluÅŸan bir araÅŸtırma ekibi tavÅŸanları ilk kez dondurulmuÅŸ ve kurutulmuÅŸ spermayla döllemeyi baÅŸardı. Yumurtalar embriyo olarak geliÅŸtikten sonra da diÅŸi tavÅŸanlara aktarıldı. Konuyla ilgili araÅŸtırma yazısı Biology of Reproduction dergisinde yayımlandı. Bilim adamları, dondurulmuÅŸ ve kurutulmuÅŸ spermalarla bugüne deÄŸin sadece fare hücrelerini dölleyebilmiÅŸlerdi. Ancak fare sperması diÄŸer birçok memeli spermasından farklıdır. Oysa tavÅŸan sperması insan ve diÄŸer memelilerinkine daha çok benziyor, diyor Connecticut Ãœniversitesi’nden Xiangzhong Yang. Bilim adamları bu nedenle yöntemin diÄŸer türlere ait spermanın saklanmasında da yararlı olmasını umuyorlar. Gerçi dondurma ve kurutma yönteminde tavÅŸan spermlerinin kuyrukları kopmuÅŸ dolayısıyla da hareketsiz kalmıştı ama, kalıtımı taşıyan kromozomlar zarar görmemiÅŸti. Spermler donma derecesinin üzerinde iki yılı aÅŸkın süre saklandıktan sonra bile taze spermler kadar verimli olmuÅŸlar. Bebeklere ve hamilelere Mozart müziÄŸiÄ°ngiliz multimilyoner Peter Kindersley, Mozart müziÄŸinin bebeklere, hamilelere hatta ana karnındaki bebeklere bile iyi geldiÄŸinden emin. Kindersley ÅŸimdi bu olumlu etkiyi Haziran ayında Londra’da bebek izleyicilere sunacağı konserlerle kanıtlamaya çalışacak. Konserlerde Rus piyanist Michail Kasakewisch, bebeklere ve hamilelere Mozart’ın eserlerini çalacak. Sheepdrove Vakfı’nı finanse eden yatırımcı, klasik müziÄŸin ama özellikle de Mozart eserlerinin rahatlatıcı bir etki bıraktığını iddia ediyor ve bu iddiasını doÄŸrulamak için de izleyicileri Haziran ayında St.George konser salonuna bekliyor. Bilimsel araÅŸtırmalara göre özellikle de Mozart müziÄŸi rahatlatıcı etki yaratan alfa dalgalarını uyarırken, ana karnındaki bebeklerin kanındaki oksijen oranını da yükseltmekte. Son sıcaklıklar yüzyıllık rekorları altüst ettiAvrupa’da son 30 yıl içinde yaÅŸanan sıcaklıklar son beÅŸ yüzyılın en sıcak yıllarıydı. Ä°klim araÅŸtırmacıları ÅŸimdi geniÅŸ kapsamlı bir araÅŸtırmanın sonucuna dayanarak, 19.000 kiÅŸinin yaÅŸamına mal olan 2003 yazının henüz bir baÅŸlangıç olabileceÄŸi konusunda uyardılar. Sayılar her ÅŸeyi açıkça ortaya koyuyor: 20.yy, son 500 yılda yaÅŸananların en sıcağıydı. Ortalama hava sıcaklığı on yılda bir 0,08 santigrat derece arttı. Ve hiçbir zaman 1994 ila 2003 yılları arasında olduÄŸu gibi peÅŸ peÅŸe on sıcak yaz mevsimi yaÅŸanmadı. Bern Ãœniversitesi’nden Jürg Luterbacher, 500 yılı aÅŸkın iklim tarihini deÄŸerlendirerek ÅŸu sonuçlara ulaÅŸtı. Science dergisindeki araÅŸtırma yazısına göre Avrupa’da ortaçaÄŸdan bu yana ortalama sıcaklar sürekli yükseldi. Daha önceki incelemeler genelde tarihi belgeler veya aÄŸaç halkaları gibi tek kaynaÄŸa dayanırken, Luterbacher ve ekibi farklı verileri deÄŸerlendirdiler. AraÅŸtırmacılar farklı bölgelere ait yüz yıllık sıcaklık kayıtlarını, Ä°skandinavya’daki aÄŸaç halkaları ve Grönland buzundan alınan karot örneklerini incelediler. AraÅŸtırma sonuçlarıyla en soÄŸuk ve en sıcak kışlar saptanmış. Buna göre en soÄŸuk kış mevsimi 1708/1709 yıllarında, en sıcak kış ise 1989/1990 yıllarında yaÅŸanmıştı. Son beÅŸ yüz yılın en sıcak yazı ise henüz on iki ay önce yaÅŸanmıştı. Belden aÅŸağısı felçlilere yeni bir umut tedaviAlman bilim adamları, belden aÅŸağısı felçli olan kiÅŸileri iyileÅŸtirebilecek olası bir terapi keÅŸfettiler. Bir antikor, sırt omuriliÄŸi yaralanmasından sonra sinir hücrelerini toplu intihara sürükleyen uyarıcı maddeyi bloke ediyor. Omurga yaralandığında sırt omuriliÄŸinde meydana gelen ilk hasardan çok daha kötüsü var. Heidelberg Kanser AraÅŸtırmaları Merkezi bilim adamları, hasarlı sinir hücrelerinin, komÅŸu sinir hücrelerinde bir intihar programını baÅŸlatan uyarı maddesi ürettiklerini buldular. Bunun sonucunda sırt omuriliÄŸindeki sinyal yolları kesilir ve hasta felç olur. Ana Martin-Villalba yönetimindeki araÅŸtırma ekibi ÅŸimdi yeni bir yöntemle farelerin sırt omuriliÄŸini neredeyse tümüyle iyileÅŸtirerek felçli fareleri yürütmeyi baÅŸardı. Bilim adamlarının ‘Nature Medicine’ dergisine yaptıkları açıklamaya göre, intiharı körükleyen CD95L uyarı maddesi, daha sonra moleküler intiharı kontrol altına alan bir antikor tarafından engellenmiÅŸ. Bu maddeyle tedavi edilerek iyileÅŸen farelerin sırt omuriliÄŸi incelendiÄŸinde, terapinin gerçekten de yeni sinir baÄŸlantıları oluÅŸturduÄŸu görülmüş. Gerçi insanın omuriliÄŸindeki hasarlı sinir hücrelerinin de yenilenebilir olduÄŸu biliniyordu ama, yenileme süreci yetersiz olduÄŸundan tedavi mümkün deÄŸildi diyor Martin-Villalba. AraÅŸtırmacı, intihar programının engellenmesi halinde hücrelere daha fazla yenilenme süresi kaldığına inanıyor. Ayrıca ölen hücreler de sinyal yollarını engelleyemiyor. Bilim adamları bununla birlikte Nature Medicine dergisinde, yeni terapinin insanda uygulanabilirliÄŸi konusunda çok fazla umut vermediler. Sırt omuriliÄŸi yaralanmalarının sonuçları kadar tedavisi de çok karmaşık olduÄŸu için yeni yöntem ‘her derde deva ilaç’ olarak görülemez diyor araÅŸtırmacılar. Yöntem belki diÄŸer terapilerle birleÅŸtirilerek en azından hastaların hareketini kısmen geri kazandırabilir deniyor. Depresyon ve kalp hastalıkları arasındaki baÄŸlantıDepresyon, kalp hastalıklarında bilinen bir risk faktörüdür. Amerikalı bilim adamları ÅŸimdi yeni bir ikiz araÅŸtırmasıyla bu baÄŸlantının arkasındaki olası mekanizmayı buldular. Amerikan Kardiyoloji Akademisi’nin New Orleans’da gerçekleÅŸtirilen konferansında, bilim adamları her iki rahatsızlığın da vejetatif sinir sistemindeki bir bozukluktan kaynaklanabileceÄŸini açıkladılar. Emory Ãœniversitesi’nden (Atlanta) Viola Vaccorino, yaÅŸları 47 ila 57 arasında deÄŸiÅŸen ve koroner kalp hastalığı belirtileri taşımayan erkek ikizleri kontrolden geçirerek 24 saatlik EKG ile deneklerin kalp deÄŸerlerini kaydetmiÅŸ. Ä°ncelemeler sırasında depresyon belirtileri taşıyan ikizlerin, depresif olmayan kardeÅŸlere kıyasla daha düşük kalp frekansı deÄŸiÅŸkenliÄŸine (KFD) sahip oldukları ortaya çıkmış. KFD, vejetatif sinir sistemi için bir göstergedir. Sinir sisteminin bu mekanizması kalp de dahil olmak üzere temel beden fonksiyonlarını çalıştırır. ‘Vejetatif sinir sisteminde düşük kalp frekansı deÄŸiÅŸkenliÄŸine baÄŸlı bir bozukluk, kalp ritim bozukluÄŸu ve ani ölüm riskini yükseltebilir’ diyor Vaccarino. Bu nedenle de depresyonu, kalp hastalıklarıyla iliÅŸkilendiren bir mekanizma olma ihtimali söz konusu. Mars’ta suyun izleri Nasa’nın basın konferansındaki açıklamasına göre Ocak ayının ortalarında Mars’a inen Spirit aracı, bir kaya parçasının yarıklarında ve gözeneklerinde açık renkli kristaller buldu. Bu tür bir kaya parçasını dünyada bulmuÅŸ olsaydık, içinden az miktarda sıvı akmış olan volkanik bir taÅŸtan söz ederdik’ diyor Washington Ãœniversitesi’nden Ray Arvidson. Mineral açısından zengin olan su, taşın oluÅŸtuÄŸunu magmaya ait olabileceÄŸi gibi daha sonra da kayanın üzerinden akmış olabilir. Spirit aracı, kaya parçasının üzerini özel bir aletle temizlerken açık renkteki tanecikler ortaya çıkmıştı. Bilim adamları bunların atmosferdeki toz parçacıkları olmadığından emin olmak için ikinci bir kaya parçasını araÅŸtıracaklar. Her ne olursa olsun Gusev kraterinde, Opportunity aracının indiÄŸi bölgeye kıyasla daha az su akmış. Bilim adamlarının açıklamasına göre Oppurtunity, incelenen taşın bir su içinde oluÅŸtuÄŸunu kanıtlayan mineraller bulmuÅŸtu. Ä°kinci Mars robotu ÅŸu sıralar kimyasal analizleri yapılan tortulların mikroskobik görüntülerini almakla meÅŸgul. Son derece zor bir görev olan bu iÅŸ için robot kolunun 200’ü aÅŸkın pozisyona girmesi gerekiyor. Â
button