AraÅŸtırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
OluÅŸturulma Tarihi: Mart 30, 2004 00:00

Amerikan BaÅŸkanı’nın ilginç akrabalık iliÅŸkileriAkrabalık iliÅŸkilerini araÅŸtıran uzmanlar Amerikan baÅŸkanı George W.Bush’un, Playboy babası Hefner, Prenses Diana ve Hollywood’un ünlülerinden Disney ile akraba olduÄŸunu buldular. Bush öte yandan rakibi John Kerry ile de aynı genleri paylaşıyor. Amerika BirleÅŸik Devletleri baÅŸkanı George W.Bush, yakında çok büyük bir aileye sahip olacak. Bir Amerikan gen analizi web sitesi son olarak Bush ailesinin soyaÄŸacını inceledi. Analizlere göre Bush’un, Hollywood’un ünlülerinden Disney, eski Playboy babalarından Hugh Hefner, Prenses Diana ve oyuncu Clint Eastwood ile genetik baÄŸları var. Web sitesi ayrıca baÅŸkan Bush’un hemen hemen hiç akrabalık duyguları beslemeyen Senator John Kerry ile de akraba olduÄŸunu söylüyor. Kerry, Bush’un dokuzuncu dereceden kuzeni. YeÅŸil çayın kanser önleyici etkisi çözüldüEtki maddesini ilk kez kanser hücrelerinin üzerinde saptayan Japon bilim adamları, yeÅŸil çay içindeki bu maddenin kanser hücrelerine yapışarak tümör geliÅŸimini durdurduÄŸunu buldu. Hücre baÄŸlantılarının geliÅŸimi için önemli olan baÄŸlantı noktaları farklı tümör hücrelerinde bulunur. AraÅŸtırmacılar Nature Structural & Molecular Biology dergisinde günde iki ila üç fincan yeÅŸil çayın bile bu etkiyi uyarabileceÄŸini açıkladı. YeÅŸil çay genelde akciÄŸer, prostat ve meme kanserine önlem olarak tavsiye edilir. AraÅŸtırmalara göre bu doÄŸal kanser terapisi, çayın içerdiÄŸi ikincil bitkisel maddelere baÄŸlı. Ancak aralarında ‘Epigallocatechin- Gallat’ın’ da (EGCG) bulunduÄŸu maddelerin etki mekanizması kesin bir ÅŸekilde bilinmiyordu. Ayrıca daha önceki laboratuar deneylerinde yeÅŸil çayın olumlu etkisinden yararlanmak isteyenlerin kanında daha yüksek EGCG oranı olması gerektiÄŸi gibi sonuçlar ortaya çıkmıştı. Kyushu Ãœniversitesi’nden Hirofumi Tachibana ve ekibi ÅŸimdi akciÄŸer kanseri hücreleri üzerinde yaptıkları incelemeler sonucunda, daha düşük oranda EGCG’nin de etkili olduÄŸunu saptadı. Ancak bu etkinin ortaya çıkabilmesi için hücrelerin, hücre baÄŸlantıları için önemli olan laminin reseptörüne sahip olması gerekiyor. Bir hücrede bu reseptörden ne kadar çok bulunursa, tümörün komÅŸu dokuya yayılma riski de o kadar düşüktür. Bilim adamları EGCG maddesinin baÄŸlantısını belirlemek için, moleküllerin karşılıklı etkisini reseptörlerle incelemeye izin veren yüzey plasmon rezonansından yararlandılar. Bu ÅŸekilde baÄŸlantı derecesini ölçerek, rakip moleküllerle etki maddesinin büyüme engelini bloke edebildiler. Bununla birlikte EGCG’nin kanser hücrelerine yapıştıktan sonra tümörün yayılmasını ne ÅŸekilde engellediÄŸi ve hücrenin içinde ayrıntılı olarak nelerin yaÅŸandığı henüz bilinmiyor. Kök hücre terapisi kelliÄŸe de çareTüysüz farelerle yapılan yeni bir deney, kellik terapisinde yeni umutlar doÄŸurdu. Pennsylvania Ãœniversitesinden George Cotsarelis, farelerin ciltlerine belli baÅŸlı kök hücre türleri aşılayarak tüylerin büyümesini saÄŸladı. Hücreler, saç köklerini çevreleyen folikül tabakasından alınmıştı. Söz konusu kök hücreler cilt hücreleriyle karıştırıldığında bir anda saç kökleri geliÅŸiyor diyor bilim adamları ‘Nature Biotechnology’ dergisinde. Tahminlere göre sadece Amerika’da kellik tedavisi için yılda bir milyar dolar harcanmakta ve bunun önemli bir kısmı da saç ekimine harcanıyor. Biyologlar, Pennsylvania araÅŸtırmacılarının sonucunu önemli bir atılım olarak kabul ettilerse de kellik tedavisi konusunda acele edilmemesi konusunda uyardılar. ‘DiÄŸer tüm kök hücrelerinde olduÄŸu gibi bunlardan organ geliÅŸtirebilmek için daha birçok bilgiye ihtiyacımız var diyor Stanford Ãœniversitesi biyologu Anthony Oro. Saç köklerinden alınan hücreler de her ne kadar kök hücre olarak adlandırıldıysa da tedaviye yönelik kopyalama sırasında oluÅŸan ve tüm doku türlerinin öncü hücrelerine dönüşen kök hücrelerinden farklıdır. Güney Koreli araÅŸtırmacılar birkaç hafta önce kopyalama tartışmasını yeniden alevlendirmiÅŸti. Hwang Woo Suk baÅŸkanlığındaki ekip ilk kez kopyalanmış insan embriyonlarından elde ettiÄŸi kök hücreleriyle kas ve kemik dokusunun öncü hücrelerini yetiÅŸtirmeye baÅŸarmıştı. Hızlı düşünmenin de bir sınırı varHızlı düşünenlerin iÅŸi hiç de kolay deÄŸildir. Okulda arkadaÅŸlarını kuÅŸkuya düşürürler ve hızlı düşünme yetenekleri dostları ve yakınları tarafından da her zaman hoÅŸ karşılanmaz. Göttingen Max-Planck Enstitüsü beyin araÅŸtırmacıları ÅŸimdi bu hızlı düşünmenin de bir limiti olduÄŸunu keÅŸfettiler. Fizikçiler bir sinir ağında çok sayıda bileÅŸenlerin hangi hızda birleÅŸtikleri ve eÅŸleÅŸtiklerini tasarlayarak, beyindeki bilgi iÅŸlemi için bir tür hız sınırına ulaÅŸtılar. Sinir hücreleri arasındaki senkronizasyon hızı, baÄŸlantıların sıklığıyla iliÅŸkili bir üst sınıra sahip diyor bilim adamları ‘Physical Review Letters’ dergisinde. Beyindeki sinir aÄŸları birbirine benzer çok sayıda bileÅŸenlerden oluÅŸur. Sinir hücreleri baÄŸlantı yerleriyle (sinapslar) tepi alışveriÅŸi yaparak iletiÅŸim kurarlar. Sinir hücreleri arasındaki sinaptik baÄŸlantılar örneÄŸin düzenli kafesler içinde yer alan kristal atomlarına karşın son derece düzensiz geliÅŸirler. Theo Geisel baÅŸkanlığındaki ekip, nöronların etkinliklerini ne hızda yönettiklerini saptamaya yardımcı olan matematiksel bir model geliÅŸtirdi. Bu matematiksel model, eÅŸleÅŸme hızından, sinirlerin ve sinir ağı yapısının özelliklerine kadar birçok bilgiyi açıklayabiliyor. Max-Planck araÅŸtırmacıları bekledikleri gibi, sinirler arasındaki baÄŸlantıların daha yoÄŸun olması halinde nöronların da o denli hızlı senkronize olduklarını gördüler. Fakat incelemeler öte yandan sinir ağındaki senkronizasyonun da belli bir limiti olduÄŸunu ortaya koydu. En güçlü baÄŸlantılarda bile senkronizasyon hızı belli bir sınırı aÅŸamıyor. Bu hız limiti sinir ağındaki karmaşık baÄŸlantı yapısına göre belirlenir ve her nöronun, sinir ağındaki diÄŸer sinir hücreleriyle baÄŸlantılı olması haline ortaya çıkmazdı diyor araÅŸtırmacılar. Yeni yöntemle ilaç doÄŸru zamanda hedefteMikroskobik boyuttaki diyafram baloncukları, ilaçlar için ideal taşıyıcı kılıf görevini görebilecek. Baloncuklar içlerindeki etki maddelerini güvenirli bir ÅŸekilde gerekli bölgeye taşıyor ve burada boÅŸaltıyorlar. Amerikalı bilim adamları ÅŸimdi baloncuk ÅŸeklinde birleÅŸen moleküller geliÅŸtirdiler. Santa Barbara Ãœniversitesi’nden Timothy Deming’in Nature Materials dergisindeki açıklamasına göre söz konusu moleküller, proteinler gibi aynı yapıtaÅŸlarından oluÅŸmakta. Ä°laçların en iyi ÅŸekilde etkiyebilmeleri için, bedendeki gerekli bölgeye boÅŸalmaları gerekiyor. Etki maddelerini küçük taşıyıcı baloncuklar içine yerleÅŸtirme çabası hep boÅŸa gitmiÅŸti. Vesikel olarak adlandırılan baloncuklar yeterince saÄŸlam olmamış ya da ilaçları doÄŸru dürüst boÅŸaltamamışlardı. Amerikalı bilim adamları ÅŸimdi proteinin yapıtaÅŸlarından polipeptitler ürettiler. Bu bileÅŸikler suda çözülür ve suda çözülmez parçalardan oluÅŸtukları için sulu çözeltilerde baloncuk ÅŸeklinde birleÅŸiyorlar. Bilim adamları ayrıcı suda çözülmeyen kısımların ve yapıtaÅŸlarının oranını deÄŸiÅŸtirerek istedikleri boyda baloncuklar elde ettiler. Taşıyıcı baloncukların tıpta kullanımına izin veren diÄŸer önemli bir özellik de ÅŸu: Baloncuklar asitli ortama girdiklerinde dağılıyorlar. Bilim adamları ÅŸimdi baloncukları belli baÅŸlı bir ph-deÄŸerinde dağılabilecek ÅŸekilde deÄŸiÅŸimden geçirmek istiyorlar. Bu asit deÄŸeri insan bedeninde çeÅŸitli bölgelere göre farklılık gösterdiÄŸinden baloncuklarla taşınan ilaçlar istenilen bölgelerde boÅŸaltılabilecek ÅŸekilde ayarlanabilir, diyor bilim adamları. Otizm küçük çocuklarda bile görülüyorOtizmin dikkat çekici belirtilerinden biri iletiÅŸim bozukluÄŸudur. Bu tür çocuklar konuÅŸmadıkları gibi isteklerini hareket ve mimiklerle de ifade etmeye çalışmazlar. Ayrıca diÄŸer insanlarla göz göze gelmekten kaçınır. Erken terapinin iyileÅŸme ÅŸansını yükselttiÄŸini savunan Heckscher Çocuk KliniÄŸi (Münih) baÅŸhekimi Michèle Noterdaeme, otistik bozuklukları 24.aydan itibaren teÅŸhis etmek mümkün, diyor. Bebekler normalde birkaç haftalık olduklarında insan yüzleri gördüklerinde gülümserken, bu ‘sosyal gülümseme’ otist bebeklerde daha sonra geliÅŸir ya da hiç geliÅŸmez. Otist bebekler daha sonraları isimleriyle seslenildiklerinde de cevap vermez. Fakat öte yandan da belli baÅŸlı görsel veya sesli uyarımlar bağırma gibi ÅŸiddetli tepkilere neden olur. Bu durum otistlerin farklı bir algılama yetisine sahip olmalarıyla ilgilidir diye açıklıyor Noterdaeme. Mesela diÄŸer çocukların olumlu karşıladıkları belli baÅŸlı uyarımlar onlarda korku yaratabiliyor. Otistik bozukluklara sahip çocuklar grup içinde sessiz davranırken yalnız olduklarında dikkat çekici olabiliyorlar. Genelde oyuncaklarla oynayamadıkları gibi çocukların belli baÅŸlı olayları hayal ettiÄŸi sembol oyununda da baÅŸarılı deÄŸiller. Bu tür çocuklar ayrıca belli baÅŸlı hareketleri tekrarlıyor. Mesela bedeninin üst kısmını sallamak, hoplamak ya da elleriyle yüzeyleri ovuÅŸturmak gibi. ‘Otist çocukların çoÄŸu ‘ben’ ve ‘sen’i birbirinden ayırma sorunu yaşıyor. Otistik çocukların tedavisinde erken tanı çok önemli. Ancak bu dikkat çekici davranışlar konuÅŸma zorluÄŸu ya da iÅŸitme bozukluÄŸuna da baÄŸlı olabilir. Psikiyatrlar doÄŸru tanıya ulaÅŸabilmek için çocukları oyun sırasında izleyerek onlara belli baÅŸlı görevler verirler. Tabii iÅŸitme testi ve nörolojik incelemeler de yapılır. Terapinin baÅŸarısı öte yandan bozukluk derecesine de baÄŸlı. Otizmin çok farklı türleri vardır diyor uzman. Bazıları zeki, diÄŸerleri zeka özürlü, kimi konuÅŸuyor, kimileri konuÅŸamıyor. Kanser, gençleri de vuruyorSon yıllarda git gide daha fazla genç kansere yakalanıyor. YaÅŸları 13-24 arasında deÄŸiÅŸen gençlerde kanser 1979-2000 yıllarında önemli ölçüde arttı. Manchester Ãœniversitesi araÅŸtırmacılarının Londra’daki bir konferansta yaptıkları açıklamaya göre kanser hastalıkları yılda %1,2 oranında artış göstermiÅŸtir. Ve 1979 yılında 100.000 çocuktan 15’i kansere yakalanırken bu sayı 21 yıl sonra 20’ye çıkmıştır. Gençlerde kanserin neden arttığını uzmanlar kesin olarak bilmeseler de yaÅŸam biçimlerinin deÄŸiÅŸmesi ve genetik faktörler üzerinde duruyorlar. AraÅŸtırmalara göre 13-14 yaÅŸ arasındaki kanser hastalarının beÅŸte biri lösemi hastası. 15-24 yaÅŸ arasındaki gençlerde ise en sık görülen kanser türü lenfom. Kansere yakalanma riski 20-24 yaÅŸ grubunda en yüksek seviyeye ulaÅŸmakta. Bu grupta daha çok ciltte ve erbezinde tümörler geliÅŸmekte. Kanserli çocukların beÅŸ yıllık yaÅŸama ÅŸansı 1979’dan bu yana %40 oranında artmasına karşın, gençlerdeki iyileÅŸme ÅŸansında deÄŸiÅŸiklik olmamıştır. Silisyum yerine plastikElektrik tepileriyle çalışan polimer bazındaki minik transistorlar, gelecekte ekranları aydınlatacaklar. Plastik transistorlar, halihazırdaki silisyum yapı parçalarına karşın hafif ve esnektir ve bu özelliklerinden dolayı da mesela otomatik olarak son haberleri gösteren elektronik gazeteler için idealdir. Elektronik kağıdın bu yıl içinde satışa sunulması bekleniyor olsa da polimer transistorlarında hala bazı sorunlar söz konusu. Ãœretim sırasında meydana gelen en küçük düzensizlikler yapı parçalarına zarar veriyor. Havayı iyi geçirmeyen plastik transistorlar henüz yeterince saÄŸlam deÄŸil. Fakat Amerikalı araÅŸtırmacılar ÅŸimdi ‘alan etkili transistorların’ daha az zahmetle üretilmesine izin veren bir yöntem geliÅŸtirdiler. Bell Laboratuarları’ndan Vikram Sundar’ın Science dergisindeki araÅŸtırma yazısına göre yeni transistorlardaki elektronlar daha önce hiç olmadığı kadar hareketli. Yöntem, çocukların yaptıkları patates baskını hatırlatıyor. Bükülebilir ve dayanıklı transistor elde etmek için Amerikalı fizikçiler gerekli devre mekanizmalarını silgiye benzer bir madde üzerine çiziyor ve kısmen altınla kaplıyorlar. Lastik zeminin gereksiz parçaları otomatik olarak kesiliyor ve ortaya esnek bir mühür çıkıyor. Mühür ayrı ayrı kristallerin üzerine basıldığında ise her seferinde gerekli baÄŸlantılara sahip iÅŸlevsel bir transistor meydana geliyor. Bu ÅŸekilde araÅŸtırmacılar kristal üretimini transistorun mekanik üretiminden ayırarak bugüne kadar ortaya çıkan hataları da engellemiÅŸ oldular. Yeni teknoloji endüstriyel transistor üretiminde kullanılabilir olmasına raÄŸmen fizikçiler ÅŸimdi baÅŸka bir hedefin peÅŸindeler. Kolay incelenebilir kristal transistorlar, enerji yükü aktarımının arkasında fiziÄŸin anlaşılmasını kolaylaÅŸtırdığı için yeni bir yarıiletken türünün geliÅŸtirilmesine giden yolu açacak. Duyguların para harcama üzerindeki etkisiNegatif duygular kiÅŸinin para harcaması üzerinde etkili. Ä°ÄŸrenme, insanları harcamaları kısıtlamaya ve yeni ürünler için fazla para harcamamaya yönlendirmesine karşın üzgün insanlar ayın ürünleri daha pahalıya almaya razı oluyor. AraÅŸtırmacılar bu bilinçsiz stratejilerin nasıl ortaya çıktığını çözdü. Amerikalı bilim adamlarının ‘Psychological Science’ dergisindeki açıklamalarına göre bu stratejiler negatif duygulardan kurtulmamıza yardımcı oluyor. Carnegie-Mellon Ãœniversitesi’nden Jennifer Lerner, 200 kadar deneÄŸe bazı filmler izlettirerek iÄŸrenmelerini ya da üzülmelerini saÄŸlamışlar. Ayrıca filmlerden bağımsız olarak gerçekleÅŸtirilen ikinci bir araÅŸtırmada da bazı deneklerden hangi ürüne ne kadar para verecekleri söylemeleri istenmiÅŸ. Ä°kinci bir grup ise aynı ürünler için satış fiyatı önermiÅŸler. Deneklerin içinde bulundukları psikolojik durum psikolojik testlerle belirlenmiÅŸ. Tüm denekler ürünlerin deÄŸerlerinden daha ucuza satılmasına razı olurken, satın almada önemli farklılıklar ortaya çıkmış. Filmlerden iÄŸrenen denekler daha az para harcamayı tercih ederken, ürünlere mutlaka sahip olmak isteyenler çok daha fazla ödemeye razı olmuÅŸlar. AraÅŸtırmacılar satın alma ve satış davranışlarının duygularla bilinçsiz olarak biçimlendiÄŸini söylüyorlar. Ä°ÄŸrenmekten kurtulmak isteyen insanlar çevrelerini deÄŸiÅŸtirmeye çalışırken yeniliklerden de uzak duruyorlar. Yani sahip olduklarını daha ucuza satmaya hazır olmalarına raÄŸmen yeni ürünler için daha fazla para harcamaktan korkuyorlar. Ãœzüntü ise yeni ürünlere da fazla para harcayarak tüm çevreyi deÄŸiÅŸtirmeye itiyor. AraÅŸtırma alışveriÅŸ durumlarıyla ilgili olmayan duyguların bile mali kararlar üzerinde etkili olduÄŸunu gösteriyor diyor araÅŸtırmacılar. Bu nedenle de tüketicinin içinde bulunduÄŸu psikolojik durum dikkate alınmalıdır. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!