Güncelleme Tarihi:
Kulağa tuhaf gelebilir, ancak Libya’nın da içinde olduğu ve Birinci Dünya Savaşı’nı hızlandıran bir olayın 100’üncü yıl dönümünü yaşıyoruz. Ekim 1911’de, İtalyanlar Osmanlı topişgal etti. Zayıflayan Türklerin yenilgisi Balkan uluslarını Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da kalan son topraklarına saldırmaya itti ve sonuçta Birinci Dünya Savaşı patladı.
On yıl içinde, Kemal Atatürk Türkiye’den geriye kalan topraklardaki son işgalci güçleri de kovdu, saltanat sitemine son verdi ve 1923’te cumhuriyeti ilan etti.
Atatürk açık ve net bir dille Türkiye’nin modernleşmek zorunda olduğunu belirtmişti. Türkiye, bazı atlamalar ve boşluklara rağmen bugüne kadar bu konuda büyük oranda başarılı oldu. Güneydoğuda geri kalmış bazı bölgeler olsa da, Türkiye sağlam bir demokrasinin yanı sıra Akdeniz kıyısındaki Avrupa ülkeleri seviyesinde bir ekonomiye sahip. Dolayısıyla bugün başta Mısır olmak üzere Arap dünyası için “Türkiye modeli” öneriliyor.
Ancak bu abartılı bir fikir. Türkiye neredeyse iki yüzyıldır bağımsız bir biçimde Batılılaşıyordu. Ancak bunu otoriter bir şekilde yaptı ve Batılı gözlemcilerin fark etmesi gereken de bu. 1950’lere kadar ülkede tek parti rejimi hüküm sürdü ancak baskının bir sınırı vardı.
Demokrasi ancak1980 darbesinden bu yana yaşanan güçlü ekonomik kalkınmayla birlikte güçlenebildi. Bu durum Francis Fukuyama’nın kişi başına düşen milli gelirin 7,500 doların altında olduğu ülkelerde demokrasinin güçlenemeyeceği teziyle de son derece uyumluydu.
Son zamanlarda 80 milyondan fazla Mısırlı Arap dünyasının genelinde etkili olan genç nüfusun yaşadığı işsizlik sorunuyla karşı karşıya. En güçlü askeri rejimler bile böyle bir durumda düzeni sağlayıp ekonomik kalkınmanın gelişi konusunda umutlu davranmakta zorlanırdı.
Peki Türk modelinin başka neye ihtiyacı var? En önemli unsur dinin devlet üzerindeki kontrolü. Türkiye’de din Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından merkezden sıkı bir biçimde denetleniyor. Bunun Arap dünyasında uygulanıp uygulanamayacağı ise tartışmalı bir konu.
Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Müslüman Kardeşler arasındaki etkisi boş değil ve büyük oranda Filistinliler için kullanıldı. Ancak Arap-Türk ilişkileri asla gerçekten çok sıcak olmadı. Birçok Arap için “Türk modeli” kabul edilemez. Dahası İsrail konusunda da Türkiye bölünmüş durumda çünkü birçok Türk Hamas’ı PKK’yla özdeşleştiriyor. İslam işbirliği denen şeyin pek ileri gittiği söylenemez.
Bugün, dünya Türkiye’ye Araplar için bir örnek gözüyle bakarken Türkiye’nin kendi modeli de eski tadını kaybediyor. Geçtiğimiz günlerde 4 bin civarında gazetecinin tutuklanmasıyla ilgili olarak İstanbul’da dev bir protesto düzenlendi.
Türkiye’yi ziyarete gelenler bu sorunun farkında olamayabilir, ancak laik Türkler “modern Türkiye’nin laikliğini kaybetmesinden” endişeli, çünkü İslam’ın etkisi yayılıyor.
Tahmin edilebileceği gibi Türkler “Türk modeli”nin ne olduğunu sorguluyor. Eğitimli sınıflar için Türk modelinin ne olduğu ortada: Atatürk devleti. Neredeyse doğası gereği devlet bırakın Arap’ı Müslüman bile değil.
Milliyetçilikle İslam arasında bir gerginlik yaşanması durumunda Türkiye’de milliyetçiliğin kazanacağını söylemek mümkün. Atatürk, Türk kimliğini tanımlaması istendiğinde şu yanıtı vermişti: “Biz bize benzeriz.” Bu tanım yeterince açıklayıcı gibi görünüyor. Türk modeli Türk kalacak.