Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 27, 2010 00:00
Herkes bir yerinden tutuyor ve kendine göre bir tarif üretiyor. Ertuğrul Özkök’e göre, Batılı, iyi eğitimli ve laik insanlara ‘Beyaz Türk’ demek mümkün. Fehmi Koru ve Mehmet Barlas ise züppelikleriyle öne çıkan Efruz Beyler’in ‘Beyaz Türk’ olduğunu söylüyor. “Bizde Beyaz Türk yok, daha beyazlaşıyorlar” diyen ise Prof. İlber Ortaylı. Oysa, bu kavram, yeni Amerikan üst sınıfını özetleyen ‘WASP’ın Türkiye’ye ve Türkçe’ye uyarlanmasından ibaret yalnızca.
İLK kez 1957’de siyaset bilimci Andrew Hacker, ‘sosyologların kokteyl parti jargonu’ olarak tanımladı WASP’ı. Yeni bir sınıftan söz ediyordu doğal olarak. Beyaz, Anglo-Sakson-Protestan Amerikalılar böyle tanımlanıyor ve Hispanikler, Siyahlar, Yahudiler ve diğer orta ve alt sınıflar dışarıda bırakılıyordu. Çünkü WASP yeni Amerikan üst sınıfını niteliyordu. Gazeteci Ufuk Güldemir de, buradan hareketle ‘Beyaz Türk’ kavramını üretecek ve ‘Teksas Malatya’ kitabında kullanacaktı. Güldemir, sanılanın aksine olumlu bir anlam atfetmiyordu ‘Beyaz Türk’ kavramına, tam tersine, ‘halktan kopuk birtakım zenginler’i tanımlamak için kullanıyordu.
‘Elit meselesidir’
Türkiye’nin ve bu ülke insanlarının zihinlerinin bir ‘kavram mezarlığı’ olduğunu söylersek, durumu fazla abartmış olmayız herhalde. Aynı şey ‘Beyaz Türk’ kavramının da başına geldi. Zamanla belki kullanım kolaylığından, belki de dışlama kültürünün şehvetinden kendilerini farklılaştırmak isteyen herkes ‘Beyaz Türk’ kavramının gölgesine sığınmaya başladı. Söz gelişi Ertuğrul Özkök övünmek için kullanıyordu ‘Beyaz Türk’ü, Fehmi Koru küçümsemek için. Soner Yalçın’a göre, asıl ‘Beyaz Türkler,’ kendini gizleyen Sabetayistler’di. Prof. İlber Ortaylı, “Bu bir elit meselesidir ama biz Avrupa’daki gibi bir elit zümresine sahip değiliz” diyerek bambaşka bir pencere açıyordu önümüze.
Kayak yapmak şart
Doğal olarak, böyle bir durumda kavramın taşıdığı anlam değil kavrama yüklenen anlam öne çıkıyordu. Kolejlerde okumuş, yüzünü Batı’ya çevirmiş, kentli, Prof. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın ifadesiyle Uludağ’da kayak yapan zengin kesim ‘Beyaz Türk’ olarak tanımlanabilirdi. Nişantaşı veya Bağdat Caddesi’nde oturmak, İzmir’de yaşamak, haftada bir değilse de ayda bir ‘Avrupa’ya çıkmak’ diğer artı değerlerdi. Prof. Kağıtçıbaşı, “Avrupa Birliği yanlısı olmak, hiyerarşiye karşı gelmek, klasik müzik dinlemek ve kadın-erkek eşitliğine inanmak” gibi ayrıntılar da ekliyordu tarifine. Bir bakıma, Orhah Pamuk’un ‘Masumiyet Müzesi’nin kahramanlarından Kemal ve çevresini tanımlıyordu yani...
Batılı ama züppe
Oysa, Tanzimat’tan bu yana ‘Batılı’ olmak yerine züppeleşen tipler hiç hayırla anılmamıştı. Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Felatun Bey,’ Ömer Seyfettin’in ‘Efruz Bey,’ Haldun Taner’in ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ oyununda yine ‘Efruz’ olarak tanımladığı bu tipler, Yakup Kadri’nin ‘Yaban’ından başka bir şey değildi. Batılı olmasına Batılı ama nasıl demeli biraz züppe, klasik müzik de dinleyen ama bunu özenti olarak yapan, halktan tamamen kopuk insanlardı bunlar. Gerçek hayatta karşılıkları da ziyadesiyle vardı elbette. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nde bunlardan da bolca vardı zaten. ‘Beyaz Türk’ denilince Ufuk Güldemir’den Fehmi Koru’ya, Reha Muhtar’dan Mehmet Barlas’a kadar pek çok kişinin zihninde canlanan da buydu işte.
Bir de Sabetaycılar var
Soner Yalçın ile Prof. Yalçın Küçük ise bambaşka bir açıdan yaklaşacaklardı meseleye. Belki de ‘Beyaz Türk’ kavramını ilk kez kitap ismi olarak kullanan Soner Yalçın’dı: “Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı” isimli kitap, yayımlanır yayımlanmaz çoksatarlar arasına girecek ve büyük bir tartışma yaratacaktı. Çünkü, Soner Yalçın’a göre, Türkiye’nin önde gelen aileleri Sabetaycı idi. Batılı eğitim almış, kolejlerde okumuş, yönetim kademelerinde her zaman etkili olmuş bu isimler, gerçek kimliklerini yani Sabetaycı olduklarını gizleyen ‘Beyaz Türkler’di ve onların ‘büyük sırrı’ da gizledikleri Sabetaycı kimlikleriydi. Yalçın’ın ‘Sabetaycı’ olarak niteledikleri arasında kamuoyuna mal olmuş hemen bütün isimler yer alıyordu. Yer almayanları da Prof. Yalçın Küçük, isimlerinin veya soyadlarının kimi harflerine bakarak Sabetaycı sınıfına sokuyordu.
Yüzde 42 beyaz
Kavramı, bambaşka bir anlamda yeniden gündeme getirip dolaşıma sokan ise Ertuğrul Özkök oldu. Referandum sonuçlarını yorumlayan Özkök, ‘hayır’ oyu veren herkesi ‘Beyaz Türk’ ilan etti ve oranlarını da açıkladı: Yüzde 42. Özkök’e göre, yüzde 42’lik bir orana sahip ‘Beyaz Türkler,’ “vicdanı hukuka çevrili, Atatürkçü, inançla sorunu olmayan ama dini fanatizmden de uzak duran, laikliğe sıkı sıkıya bağlı” insanlardı.
O kadar beyaz değil
Sorun biraz da tanımın genişliğindeydi zaten. Çünkü Özkök, böyle diyerek yüzde 58’lik bir kitleyi ‘Beyaz Türk’ kavramının dışında bırakıyordu. Bunlar arasında, romancı Orhan Pamuk da vardı, dört kuşaktır İstanbullu olan Roni Margulies de, Hasan Paşa’nın torunu Ahmet Altan da vardı, Cemil Sait Bey’in oğlu Mehmet Barlas da. Özkök, belki de bu açmazı gördüğü için, ‘Beyaz Türk’ kavramını revize etmek gerektiğini de söylüyordu satır aralarında. Özkök’e ilk önemli itiraz Topkapı Sarayı Müdürü Prof. İlber Ortaylı’dan gelecekti. Prof. Ortaylı’ya göre, kendini ‘Beyaz Türk’ olarak tanımlayanlar o kadar da ‘beyaz değil’di ve en önemli özellikleri “babadan oğula geçen bir aristokrasiyi temsil etmeleri” olmalıydı. Bu tarife de öyle yüzde 42’lik bir kesim filan değil olsa olsa iki kişi girerdi: İdil Biret ve Neslişah Sultan Osmanoğlu...
Kim ne demişti
Ertuğrul Özkök: Güya liberal kalemler, “Beyaz Türk”ün “Hayır” oyunu, darbecilik, antidemokratlık, şuculuk buculuk olarak değerlendiriyor. Oysa, “Hayır” oylarıyla çizilen Beyaz Türk coğrafyası, Türkiye’de çok partili hayatın doğduğu ve geliştiği coğrafyadır. Adnan Menderes’in, Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın orta sınıf coğrafyasıdır. Şimdi hayatın her alanında, bunu bütün Türkiye’ye hatırlatmanın tam zamanı değil mi? (...) Beyaz Türkler, demokrasinin beşiği olan, aile içi demokrasiden gelirler. O nedenle toplumun bütün sorunlarının demokratik biçimde çözülmesinden yanadırlar.
Prof. İlber Ortaylı: Bizdeki Beyaz Türklerin vasıfları yeterli değil! Kısacası bizdeki Beyaz Türkler’in rengi pek beyaz değil! O kadar çok balçık tarafları var ki! Standardı son derece düşük bir takımdan bahsediyoruz ama değişeceğini ümit ediyorum. Sanat bilgileri, zevkleri, kültürleri gelişmiş birkaç kişi var ama iki elin on parmağını geçmez.
Oray Eğİn: Yaşam tarzı itibarıyla Beyaz Türklüğü benimseyen, kışları İstanbul’da yazları Bodrum’da geçiren, kokteyllerin, davetlerin önemli simalarından olan, iktidar sofralarında her dem yer almayı sevmiş, yüzleri Batı’ya dönük, dünyayı bilen, parası olan, gerek kendileri gerekse de ailelerinin belli bir geçmişi olan köşe yazarları...
Fehmİ Koru: Kendilerini ‘Beyaz Türk’ sanan tipler başkalarından ayrılmak için üstünlük noktaları bulmak zorundalar. Bazısı ‘şarap uzmanı’ kesiliyor, bazısı farklılığıyla dikkat çekmek için resmiyet kokan davetlere bile kırmızı pantolon veya sapsarı tişörtlerle gidiyor, bir bölümü ‘arya’ meraklısı olduğunu ilân ediyor...
Mehmet Barlas: Bu tür arayışlar, kendilerini boşlukta hisseden, bütün öngörüleri yanlış çıkan, görgüsüzlüğü moda, kalitesizliği pop-kültür, terbiyesizliği açık sözlülük, halk düşmanlığını modernlik, darbeciliği Kemalizm biçiminde algılayanların fantezileri olmaktan öteye geçemez. Bu tür “Beyaz Türkler”in renkleri her yanılgılarında “Mosmor”a dönüşür.