Güncelleme Tarihi:
- Çınarcığım, yarın sabah 08.30’da yanıma gelir misin? Kayıt cihazı da getir lütfen, bir konuşalım…
- Tabii ki… Konu nedir peki?
- Şimdi söylemeyeceğim. Bir haberim var, geldiğinde anlatırım...
Aklımdan pek çok şey geçti. Yurtdışında katıldığı İslamofobi konferansları, medya, kutuplaşma meseleleri, belki yeni bir proje… Ama hiçbir tahminim tutmadı. “Ben bir süre yokum” dedi. Hem de böyle bir dönemde... Gerisini Hürriyet Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’dan dinleyelim…
Vuslat Hanım, yoksa Hürriyet’i bırakıyor musunuz?
- Hayır, tabii ki bırakmıyorum. Sadece bir süreliğine ara veriyorum. 20 yıldır aralıksız Hürriyet’te çalışıyorum. Ancak odaklanmak ve kendimi geliştirmek istediğim, hep ertelediğim bazı konular var. Bunlara zaman ayırabilmek için Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı bir süreliğine bırakıyorum. Ama Yönetim Kurulu üyeliğim devam edecek.
Neye odaklanacaksınız?
- Kutuplaşan dünyada medyanın oynaması gereken role... Bu çağda medya ne kadar hakiki, ne kadar samimi olabilir? Bu konuları dert edinen kanaat önderleriyle çalışmak, tartışmak ve hayata geçebilecek çözümler aramak istiyorum. Varmak istediğim nokta, medyanın insanlar ve kültürler arasında ‘samimi sohbetler’e ev sahipliği yapması. Beni asıl heyecanlandıran bu.
Nerede yapacaksınız bu çalışmaları?
- Dünyadaki felsefi ve akademik tartışmalara dalıp, somut projelerle çıkmayı hayal ediyorum. Yani uluslararası ilişkilerimden besleneceğim ama tabii ki Türkiye’deyim.
Tam olarak hangi sorunu çözmek amacınız?
- 1996’da Columbia Üniversitesi’nde yüksek lisans tezimi yazarken yeni medya ve internetin habere ve bilgiye ulaşımı kolaylaştıracağını ve demokrasinin gelişimine olumlu katkı sağlayacağını düşünüyordum. Basın ve ifade özgürlüğünün gelişeceği varsayılıyordu. Küreselleşme ve dijital devrim hepimizi büyük mutlu bir aile yapacaktı. Fakat tersi oldu...
Ne oldu?
- Herkes sadece kendine benzeyenlerle haberleşir, sanal surların arkasında yaşar oldu. İfade özgürlüğüyle hakaret özgürlüğü birbirine karıştı. Küreselleşme neticesinde birbirimize yaklaştıkça, birbirimizden korkmaya başladık; tahammül edemez olduk. Sonunda kutuplaşma kazandı ve tüm dünyayı tarafgirliğe zorladı.
Türkiye’de her kesimden insan Hürriyet okuyor
Siz bir medya yöneticisi olarak tarafgirlik baskısı hissettiniz mi?
- Tabii ki yaşadım. Bir de Hürriyet’in işi ekstra zor. Araştırmalara göre okuyucu profili açısından Hürriyet, Türkiye’nin en çoğulcu yayın organı. İtiraf etmeliyim ki bu yeri korumak hiç kolay değil. Çünkü herkes sizi kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Bunlar içinde kutuplaşmadan yarar sağlamak isteyenler de var. En nihayetinde Hürriyet, Türkiye’de bağımsız gazeteciliğin simge kurumudur. Bizim sayfalarımız herkese açık olmalı.
Hürriyet’i bu konuda yeterli buluyor musunuz?
- Birçok farklı görüşü, zengin bir fikir yelpazesini sunmaya özen gösteriyoruz. Zıt sesleri bile duyurmaya çalışıyoruz. Hürriyet bunu başarıyor ama her zaman daha iyisi yapılabilir. Zaten ben de tam bu sebeple daha iyisini yapmak için araştırma sürecine giriyorum.
Bu konularla zaten bir süredir ilgileniyordunuz. Ama bırakıp gitmek radikal bir adım. Kararınızı tetikleyen ne oldu?
- İki ay evvel Washington’da Trump’ın yemin törenini izliyordum. Telefonum çaldı. Arayan eşim Ali’ydi. “Maalesef Reda’yı kaybettik” dedi. Karda çığ altında kalmış. Ali’nin kardeşi gibi yakın çocukluk arkadaşı, benim can dostum... Ansızın gitti.
Ne hissettiniz haberi aldığınızda?
- İlk kez yaşıtım olan yakın bir dostum beklenmedik bir şekilde vefat etti. Çok sarsıldım. Bu olay beni hayat muhasebesi yapmaya itti. Sahip olduğumuzu düşündüğümüz hiçbir mevkinin veya gücün asıl sahibi biz değiliz. Bunu kabullenmek, insana bambaşka bir özgürlük duygusu veriyor.
Neyi sorguladınız?
- Ertelediğim her şeyi düşündüm. Evet, şanslı bir insan olarak doğdum. Ama bu benim yıllardır hem yoğun tempoda hem de büyük stres altında çalıştığım gerçeğini değiştirmiyor. Sonuçta sadece kendimden ve ailemden değil, binlerce çalışma arkadaşımdan ve hatta Türkiye’de medya sektöründen kendimi sorumlu hissediyorum. Daima bu duygularla çalışıyorum.
Bu kararı kesinlikle günübirlik olaylara, siyasi ortama bakarak almadım
Kişisel bir muhasebe yapmışsınız. Fakat burası Türkiye... Birçok kişi bunu siyasi bir karar olarak okuyacaktır. Neden bunu referanduma bir hafta kala açıklıyorsunuz? Ayrılmanız yönünde bir baskı mı oldu?
- Bu kararı kesinlikle günübirlik olaylara, siyasi ortama bakarak almadım. Siyasi değil şahsi bir karar. Tam da bu sebeple, referandum sonucuyla ilişkilendirilmemesi için şimdi açıklıyorum.
Ama çok kritik bir dönem değil mi böyle bir ara için?
- Gazetecilik dediğin pek öyle akıllı işi değil! İşler hiçbir zaman kolay olmadı ki. Hele de Hürriyet’in başındaysan. Sadece kendi 20 yıllık tecrübeme değil, babam Aydın Doğan’ın medyadaki 40 yılına bakınca da bunu görüyorum.
Babanız ne tepki verdi bu kararınıza?
Sevindiğini söyleyemem. Kabullenmesi kolay olmadı. Ama bunun işimizi daha iyi yapmak için gerekli olduğuna ikna olunca kararımı destekledi.
Bu adımınızın Hürriyet’in yönetim tarzına bir yansıması olur mu?
- Gazetenin pek çok departmanında çalışmış biri olarak şunu çok iyi biliyorum: Hürriyet’in oturmuş bir kurumsal kültürü var. Sonuçta 69 yıllık köklü bir şirketiz. Profesyonel yapımız ve ekibimiz çok güçlü. Üstelik bu yıl yeni üyelerimizle yönetim kurulumuzda daha da güçlendik. Ben de zaten stratejik düzeyde katkı vermeye devam edeceğim. Tabii bu işin ‘business’ yanı. Gazetecilik tarafına gelince... Bu konuda fazla söze gerek yok. Ekibin tecrübesi ve Türk basınındaki liderliği ortada. Yani içim rahat.
Haliniz vaktiniz yerinde... İstediğiniz yerde, keyif içinde yaşayabilirsiniz. Bunca stresin içinde hiç “olmaz olsun” deyip çekip gitmeyi düşündünüz mü?
Hiç düşünmedim. Burası benim memleketim. Yaşamak istediğim tek yer ülkem. Mecbur olduğum için değil âşık olduğum için buradayım. Biz bir Anadolu ailesiyiz. Bu ülkenin bir vatandaşı olmanın sağladığı hakları gururla taşırım, sorumluluklarını da sonuna kadar hisseder, yerine getiririm.
Sık söyleşi veren biri değilsiniz. En son ne zaman Hürriyet’e konuştunuz?
- Bu bir ilk...
Hem Türk hem de Müslüman kimliğimle gurur duyuyorum
Şubat ayında Columbia Üniversitesi Dünya Liderleri forumunda ‘Medyanın hayati rolü’ başlıklı bir konuşma yaptınız.
- Trump’ı düşünelim. Durduk yerde seçilmedi ki. Ona oy veren, Amerika’nın ‘unutulmuş insanları’nın kendilerini hor görülmüş hissetmelerinde mesela New York Times’ın ya da Hollywood’un hiç mi sorumluluğu yok? Medya da at gözlüklerini çıkarıp, kör noktalarını bulmaya çalışmalı. İlerleme ancak bu şekilde sağlanabilir.
Washington DC’de Atlantik Konseyi’nde, ayrıca New York’taki ‘Women in the World’ konferansında art arda konuşmalar yaptınız. Konu ‘İslamofobi’ydi. Neden?
- Birbirimizi iyi dinlemiyor ve anlamıyor olmamızın dünyadaki en acı sonuçlarından biri İslamofobi. Bu meseleyi birçok uluslararası forumda gündeme getiriyoruz ve gayet iyi sonuçlar alıyoruz. Bahsettiklerine ek olarak Washington’daki ‘Kur’an Sanatı’ sergisine de destek olduk. Amerika’da Kur’an-ı Kerim üzerine bu büyüklükteki ilk sergiydi. Biz tüm dünyanın İslam’ın güzelliklerini görmesini istiyoruz.
O günlerde basından ve sosyal medyadan eleştiriler gelmişti. “Size mi kaldı İslam’ı savunmak” gibi. Ne düşündünüz?
- “Sana kızıp oruç bozamayacağım.” 1.5 milyarlık İslam dünyası kimsenin tekelinde değil ki. “Kimliğimi -bu Müslüman ya da Türk kimliğim olabilir- dünyada haksız saldırılara uğradığı yerde savunurum. Biz bunu vazife edinmiş bir aileyiz. Ayrıca yurtdışında, Batılıların anladığı dilden, haklı davalarımızı anlatmayı iyi biliyoruz. Bu konuda mütevazı olmayacağım. Örneğin Washington’daki İslamofobi panelinin çok değerli katılımcıları vardı, etkili bir toplantı oldu. Ancak tabii ki İslamofobi bir tek Doğan Grubu’nun üstesinden gelebileceği bir önyargı değil. Bin kat fazla çaba gerekli. Keşke çok daha fazla insan bu çabaya katılsa...
Diğer kanattan da eleştiri vardı. “Laik Türk burjuvazisinin Yeni Türkiye’ye göz kırpma çabası” diye yorumlayanlar oldu. Bu meselelere girerek hükümete iyi gözükmek istediniz mi?
- ‘Laik burjuva’ illaki Batılı değerlerle yoğrulmuş, sadece Batılı kimliğe sahip çıkan ve özündeki Doğulu, Müslüman kimliğini inkâr eden biri olmak zorunda değil. Bu, geçmişte, geride kalmış bir bakış. Türkiye’nin burjuvazisi kimliklerinin tümünü kabul edip sahip çıkma özgüvenine eriştiyse, bu bence alkışlanacak bir şey, yerilecek değil. Ben hem Türk kimliğimle hem de Müslüman kimliğimle
gurur duyuyorum.
Anadolu bilgeliğinden öğreneceklerimiz var
Odaklandığınız ‘birlikte yaşama’ konusunu biraz açalım...
- Kanaatimce medya 21. yüzyılda toplumu ileriye götüren, sahici sohbet zeminleri oluşturmalı. Ben bunu söylerken Osmanlı’daki kahvehaneler, köy meydanları, Antik Çağ’daki agoralardan ilham alıyorum. Medyada sesini duymadıklarımız kimler; onları da bu sohbet zeminine nasıl dahil ederiz? Bunları daha çok düşünmeliyiz. Tabii bir de sosyal medyadaki kutuplaşma meselesi var.
Peki ama sosyal medya aslında insanları birleştiren bir platform değil mi?
- Öyle ama Facebook ‘like’ları ya da Google algoritması bizi hep bizim gibilerle buluşturdu. Yani yeni medya henüz birlikte yaşamamızı kolaylaştıracak enstrümanları bulamadı. Acaba çok eskilerden, aslında tüm insanlığa has iletişim edebini yeniden kazanabilir miyiz? Samimi sohbet, muhabbet... Bunlar bizim topraklarımızın değerleri.
Açar mısınız?
- “Gelin tanış olalım” diyor Yunus Emre. “İşi kolay kılalım”, “dünya kimseye kalmaz”... Ben bu duru ifadeleri ve altında yatan Anadolu bilgeliğini çok önemsiyorum. Anneannemde gördüm tanıdım Yunus Emre’nin duruşunu. Uzaklara gitmeye gerek yok, eminim hepinizin ailesinde etrafında vardır bu bilge insanlar.
Nasıl biriydi anneanneniz?
- Hem şefkatliydi hem de ilkeli bir Osmanlı kadınıydı. Türkçe’nin harika ifadelerinden biri de ‘can kulağıyla dinlemek’tir mesela. Anneannem çok iyi bir dinleyiciydi. Karşısındaki herkes kaale alındığını bilirdi. Ama kendisi de konuştuğunda sabırla ve saygıyla dinlenmeyi beklerdi. Bu, unuttuğumuz çok önemli bir meziyet. Kuvvetli konuşmalar, vurucu ifadeler çok moda ama iyi dinlemeyi bilmek bence daha kritik. Laf yetiştirmek niyetiyle değil, anlama niyetiyle dinlemeliyiz. Bu sayede bir bakmışsınız, öcü sandıklarımızın da tıpkı bizim gibi insanlar olduğunu keşfetmişiz.
Vuslat Doğan Sabancı’nın kendine koyduğu sahici sohbet ilkeleri
Tepeden bakma: Fikrine katılabilirsin ya da katılmayabilirsin ama düşüncelerine saygı göster. Hiyerarşi yaratma. Onun gözlerinin içine bak ve iki eşdeğer akran gibi konuş.
Can kulağı ile dinle: Cevap vermek niyetiyle değil, anlamak niyetiyle dinle. Cömertçe dinle.
Şefkatli ol: Onların hikâyelerini iyi dinler, onları gerçekten tanırsan, mutlaka insana dair sana dokunan bir hikâye bulursun.
Mertçe konuş: Şefkat olduğuna göre şimdi korkmadan, şiddete başvurmadan mertçe söyle söyleyeceğini. Kavgacı bir şekilde değil, zarafetle.
KİMDİR?
Bilkent Üniversitesi’nde Ekonomi okudu.
New York Times ve Wall Street Journal gazetelerinde çalıştı.
Columbia Üniversitesi’nde, Uluslararası İlişkiler ve Medya alanında yüksek lisans yaptı.
1997 yılında Hürriyet’in dijitalleşme sürecini başlattı ve yönetti.
2000-2010 arasında Türkiye’yi temsilen IPI’da (Uluslararası Basın Enstitüsü) Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Ömür boyu onursal üyeliğe seçildi.
2004 yılında Hürriyet İcra Kurulu Başkanı, 2010’da ise Yönetim Kurulu Başkanı oldu.
2005’te ‘Aile İçi Şiddete Son’ kampanyasını ve Türkiye’deki ilk ‘Aile İçi Şiddet Yardım Hattı’nı (AİÇ) başlattı.
2011’de ‘Ev Kadınlarına Mikro Kredi Projesi’ için çalışmaya başladı.
2015’ten beri yurtdışında İslam’ın doğru tanınması için projeler yürütüyor.
Ali Sabancı ile evli, iki erkek çocuk annesi.