Güncelleme Tarihi:
4 Ağustos 2009. Sudan’ın başkenti Hartum’da, gazeteci ve Birleşmiş Milletler çalışanı Lübna Al Hüseyin’in 13 kadınla birlikte “pantolon giydikleri” için “yakalanıp” kırbaçlanma cezasına çarptırıldığı Kawkab Al Sharq Restaurant’tayım.
Karşımda Lübna ve onu destekleyen yazılar yazdığı için hakkında 400 bin dolarlık dava açılan meslektaşı Amal Habbani var. O sabah tanıştığım bu iki kadın bana Sudan’da kadın olmayı, kırbaç cezalarının nasıl uygulandığını, kız çocuklarının sünnet edilmelerini ve giderek artan sokak baskısını anlatıyorlar.
GECE GELEN MAILI BİRKAÇ KEZ OKUDUM
Çok değil, bir hafta önce, ne Lübna’dan, ne de Sudan’da uygulandığı şekliyle şeriat kurallarından haberim vardı. Ayrıca, Türkiye’de yaşayan bir kadın olarak, her gün pantolon hatta jean giyen çok sayıda türbanlı kadın gördüğüm için, pantolonun şeriatla ilişkisini de anlayacak durumda değildim. Evde oturmuş gündüz açamadığım maillerimi kontrol ediyordum.
Üyesi olduğum Uluslararası Basın Enstitüsü’nden (IPI) gelen bir mail içinde kadın, pantalon ve kırbaç cezası kelimelerini tuhaf bir şekilde birarada kullandığı için dikkatimi çekti. Sudanlı Lübna’nın ve isimlerini bilmediğimiz 12 kadının başlarına gelenlerle ilgili üyelerini bilgilendiriyordu. Olayı tam anlayabilmek için maili birkaç kez okudum. Bu Lubna Al Hüssein hikayesinden ilk haberdar oluşumdu.
30 Temmuz akşamı, saat 8.30 da, Sudan Kamu Düzeni Polisi Hartum’un merkezinde gayet düzgün bilinen bir Mısır Restaurant’ını basıyor. İçeride yemek yiyen, yaşları 16 ile 40 arasındaki bütün pantalon giyinmiş kadınları alıp götürüyor. Kadınlara 10 ar kırbaç ve 400 dolar para cezası veriliyor. 12 kadın itiraz etmeden 10 ar kez kırbaçlanıyor, 400 dolar ödüyor ve çıkıp evlerine gidiyorlar.
BU DEFA İKİ CESUR KADIN ÇIKIYOR
Ancak bu defa farklı bir şey oluyor. Öteki kadınlar kırbaçlanmaya itiraz etmezken, içlerinden sadece biri, Lübna Al Hüsseyin, “Hayır ben suçsuzum, yargılanmak istiyorum” diyor ve ezber bozuluyor. Lübna böyle dediği için mahkemeye çıkarılacaktı. Mahkemeye çıkmayı seçmenin kendisi açısından önemli bir riski vardı. Eğer mahkeme onu suçlu bulursa, bu defa 10 değil 40 kez kırbaçlanacaktı. O bu cesareti gösterirken, aynı şehirde bir başka cesur kadın daha çıkacaktı. O kadın bir gazeteciydi ve Amal Habbani ‘ydi. Habbani, sadece dayanışma içine girmemiş, ayrıca bu olayı yazmıştı da. Yazısında Lübna ve diğer kadınlara yapılanın insan haklarına aykırı olduğunu savundu. İşte bu suçun “cezası” çok daha ağırdı. Bu yazısı yüzünden Amal hakkında 400 bin dolar para cezasıyla dava açılmıştı. Ceza gazeteciyi susturmaya yönelik olunca olay IPI’ın radarına girmişti.
ÜYESİ OLDUĞUM IPI DEVREYE GİRİYOR
IPI, basın ve ifade özgürlüğünün savunuculuğunu yapan en eski ve en etkin sivil toplum örgütüdür. 140 ülkeden üyesi vardır. Genellikle hükümetlere ve ya diğer baskıcı otoritelerle görüşüp ülkedeki basın ve ifade özgürlüklerinin önündeki engelleri kaldırmak için eleştiriler yapar, protesto mektupları yayınlar. Ben, sekiz yılı yönetim kurulu üyeliği olarak toplam 10 yıldır IPI için çalışmaktayım.
Bu olayı okuyunca Lübna konusunda neler yapılabileceğini araştırmak için IPI ile yazışmaya başladım. Ancak kısa sürede anladım ki IPI’ın Sudan konusunda planladığı bir aksiyon yoktu ve konuyu ancak uzaktan izleyebilecekti. Gece geç saatlere kadar Sudanlı kadınlar ve Lübna olayıyla ilgili araştırma yaptım. Ertesi sabah, Hürriyet İcra Kurulu toplantısı vardı. Gündemimiz Hürriyet’in Temmuz ayı finansal sonuçlarıydı. Lübna ve diğer Sudanlı kadınların başına gelenler aklımdan çıkmıyordu. Belki hafiflerim diye olayı arkadaşlara da anlattım. Ancak bu da kesmedi. Odamdan çıkıp asistanım Şahver’e, ‘Bana Sudan vizesi alın” dedim. Hiç olmazsa harekete geçme niyeti beni biraz rahatlatmıştı.
BAZEN BİR MEKTUP YETMEZ, MUTLAKA ORADA OLMAK LAZIM
Özel ve iş hayatımda çok çeşitli sosyal sorumluluklar aldım. Son beş yıldır, Hürriyet’te Aile İçi Şiddet konusunda önemli çalışmalar yapmaktayız. Lübna için de IPI kınama mektubu yazabilir, Hürriyet’ten iki muhabirin Hartum’a giderek mahkemeyi izlemesi sağlanabilinir, olayı kınayan demeçler vererek destek olabilirim. Ancak o gece anladım ki hayatta bazen ‘sadece orada olmak’ herşeyden önemli ve bu mahkeme de o anlardan biriydi. Bir hafta kadar sonra, saat 21.00 da Türk Hava Yolları’nın Hartum uçağındaydım. Yanımda Hürriyet’in fotomuhabiri Sebati Karakurt’la Lübna’nın ertesi gün ikincisi yapılacak duruşmasına gidiyorduk.
SEBATİ YANIMDA AMA FOTOĞRAF ÇEKMEK YASAK
Hartum 2,5 milyon nufuslu bir şehir. Birkaç büyük caddesi dışında yan yollara saptığınızda genellikle toprak zemin, bakımsız, döküntü binalarla karşılaşıyorsunuz. Afrika’da olmasına rağmen, ne yazık ki, burada Afrika’nın çok renkliliği yok. Yolda birkaç mor çarşaflı kadın gördüysem de genellikle beyaz geleneksel Arap kıyafetli erkekler ve koyu renk çarşaflı kadınlar var. Şehre gergin bir hava hakim. Sanki her an bir sokak kavgası çıkacakmış gibi. Öğrendik ki Hartum’da fotoğraf çekmek te yasak. Turistik fotoğraf dahi çekemiyorsunuz. Bakanlıktan özel izin almanız lazım. Yoksa polisin sizi tutuklama hakkı var. Bu bilgi doğrultusunda sabah, önce Enformasyon Bakanlığı’na gittik. Çok uğraştık ama izin de alamadık aslında. Mahkemeyi kaçıracağız endişesiyle elimizde bir izin kağıdı olmadan Lübna’nın duruşmasının yapılacağı Mahkamat Al Nizam Al Aam’a doğru yola çıktık.
ÖYLE BİR HAVA VAR KI ELİM BİR KEZ BİLE RUJUMA GİTMEDİ
Ancak yol alamıyorduk. Kimsenin hiçbir trafik işareti ya da kuralına uymadığı inanılmaz kaos içindeki trafik gıdım gıdım ilerliyordu. İnip yürümeye karar verdik. Dönerken havalanında 2 küçük çocuk görünce farkettim 24 saat boyunca neredeyse hiç çocuk bile görmedim. Oysa bizlerde de , Arap ailelerinde de genelde çoluk cocuk hep ortadadır. Oysa çocuk hep kuralları bozar, asık suratları güldürür, etrafı yumuşatır. Ama ilginçtir, pantolonlu kadın sayısı oldukça fazlaydı. Daha önce de dünyanın yoksul, totaliter ülkelerine seyahat ettim. Ancak Sudan’ın havasında başka bir şey vardı: Daha sert bir şey. Arabada sık sık ruj tazelerim, oradayken bu hava beni etkiledi; elimi bir kez bile rujuma atamadım.
VUSLAT HANIM HERKES SİZE BAKIYOR
Adliye binasına yaklaşırken işin rengi anlaşıldı: Sağ tarafımızda ellerinde pankartlarla “Haklarımızı geri istiyoruz” diye bağıran kadınlar, sol tarafımızda ise onlardan çok daha fazla sayıda ellerinde kaleşnikoflar ve coplarla bekleyen polisler vardı. Sebati kamerayı eline alınca nerede olduğumuzu ve neden geldiğimizi unutuverdi. Sanki Oscar töreninde, kırmızı halının üzerindeymişiz gibi rahat ve mutlu çalışıyor. Bir yandan da ‘ Vuslat Hanım, herkes size bakıyor, harika oldu bu, bütün ilgi sizde, biraz da şöyle bakın...’ diyerek etrafımda döne döne, şakır şakır resim çekiyor.
MAHKEME ERTELENDİ LUBNA İKİNCİ RAUNDU ALDI
Ben ise ilgi odağı olmuş olmaktan rahatsız olmuştum. O duyguyla kadınların arasına daldım. Çoğu çok güzel İngilizce konuşuyordu. Hepsi, nereden geldiğimi sordular ve neden orada olduğumu duyunca tek tek sarıldılar, öptüler, teşekkür ettiler. Mahkeme salonunun önünde büyük bir izdiham vardı. İçeriye kimse alınmak istenmiyordu. Neyse ki herkes içeri girmeye çalışırken içerden haber geldi, duruşma doğru dürüst yapılamadan 7 Eylül’e ertelenmişti. Avukatlar bunun iç ve dış baskılar nedeniyle zaman kazanmak için yapıldığından emin. Lübna ikinci raundu da almıştı. Ben mahkemeye giderek, yargılanırken yanında olarak, sarılarak Lubna’ya destek ve cesaret vermek istemiştim. Lübna da bana aynı şeyi hissettirdi. O da bana güç verdi. Belki de oraya içimdeki Lübna’ya sarılmaya gittim.
MAHKEMEYİ KAZAN BUNU BİRLİKTE KUTLAYALIM
Duruşmadan sonra Lubna’ya ulaşmaya çalıştık. Sokak sokak arayarak evini ve işyerini buldum, kapısında bekledim. Yoktu. Sonunda umudu keserek Hürriyet’in adaşı gazete Ajrass Al Horreya’yı (Hürriyet’in Çığlıkları) ziyarete gittik. Orada bize, sizi burada Lubna’yla buluşturacağız dediler. Belli ki kaçmış saklanmıştı. Lubna geldi. Orada, Genel Yayın Yönetmeni Fatih Abbas’ın odasında birbirimize sarıldık. Gözlerimiz yaşararak çok sıkı sarıldık. İki yakın arkadaşmışız gibi. O an anladım ki oraya sadece Lübna’ya cesaret vermeye gitmemiştim. İçimdeki Lübna Al Hüseyin'e de sarılmaya gitmiştim. Ben ona o da bana cesaret verdi.
LUBNA VE AMAL: “BİZE DE BİR ATATÜRK LAZIM”
O akşam yemeğine evine davet etti. “Bir dahaki sefere” dedim. “Sen şu mahkemeyi hayırlısıyla kazan, asıl bunu birlikte kutlamak için yeriz biz o akşam yemeğini.” Lübna ve Amal, restoranda yaptığımız sohbette, “Bize de bir Atatürk lazım” diyorlar. 1965’te Sudan parlamentosunda birçok kadın milletvekili varmış. Şimdi pantolon giydikleri için binadan içeri giremediklerini anlatıyor Amal. Son 20 yıldır kadın haklarında çok geri gittiklerini anlatıyor. Bu arada ilginç bir şey söylüyorlar. “Bu dini baskı bizim kültürümüzde yok. O nedenle evde, babalarımızın ve kocalarımızın olduğu aile ortamında çok daha özgürüz. Baskı sokaktan ve polisten geliyor.” Anlıyoruz ki, burada başka türlü bir mahalle baskısı var. O sayede çok acı bir gerçeği öğreniyoruz. Aileler “Etraf ne der “diye polislerin kızlarına yaptıklarından şikâyetçi olmuyor. Çünkü çevrede başka insanların, “Sadece kıyafeti yüzünden alınmamıştır, başka şeyler de yapmıştır” dedikodusu yapmasından korkuyormuş.
LUBNA SUDAN’IN EN ÇOK OKUNAN KÖŞE YAZARIYDI
Lübna Al Hüseyin 34 yaşında. Tarım Ekonomisi okumuş bir gazeteci. Birbuçuk yıldır da Birleşmiş Milletler Medya departmanında çalışıyor. Babasını ve eşini kaybetmiş Lübna, çocuğu yok ama üç kardeşi var. Yalnız yaşıyor. Mahkemenin olumlu sonuçlanacağından ve bu yasanın değişeceğinden umutlu. Bir süre önceye kadar Al Sahafa gazetesinde yazan, Sudan’ın en çok okunan politik köşe yazarıymış. Şimdi yazmıyor.
UYGUNSUZ KIYAFET NE TARİFİNİ KİMSE BİLMİYOR
Yüzde 70’i Müslüman olan 40 milyon nüfuslu Sudan’ın güneyinde Hıristiyan ve pagan azınlık yaşıyor. Kuzeyinde ise şeriat kuralları hâkim. Her gün “uygunsuz” kıyafet giydiği gerekçesiyle onlarca kadın içeri alınıyor, cezalandırılıyor. Uygunsuz kıyafetin tarifi ise yok, polisin yaklaşımına göre değişiyor. Pantolonun aslında yasak olmadığını söyleyenler de var.
İnsan oraya gidip görünce çok daha iyi anlıyor.
Bu yüzden şimdi ben dünyadaki bütün Lübna'ların özgürlüğünü bekliyorum.