Güncelleme Tarihi:
Sağlık Bakanı Osman Durmuş gaflar kariyerine üniversitede hocayken yanlış teşhisle başlamıştı
Hamile kadın, evde otururken, birden çığlık atmaya başladı. ‘‘Gözlerim görmüyor!’’ Korku içindeydi!
Vücudunun her yanı şişmiş, gözleri görmez olmuştu. Köy yerinde ne doktor vardı, ne yeterli ilaç. Kimse ne olduğunu anlamaya kalmadan yaşamını yitirdi Elif kadın...
O çığlıklar ve ardından gelen ölümü, oğlu Osman'ı sarstı. Henüz beş yaşında bir çocuktu. Altı ay kadar sonra Osman'ın yüzünde, vücudunda yaralar çıktı. Babası da perişan olmuştu. Oğlunu da kaybetmek korkusuyla, Ankara'ya, Numune Hastanesine götürdü. Doktorlar, penisilin yazdılar. 1952 yılının Ankarası'nda ilaç bulmak kolay değildi. Babası, ne yapıp edip buldu ilaçları. Yaralar iyileşti ama yüzünde ve bacaklarında silinmez izleri kaldı...
DOKTOR OLMA ARZUSU
İyileştikten sonra ilkokula başladı. Üçüncü sınıftayken, öğretmeni tüberküloz oldu. Bayanpınar köyü ilkokulu bir yıl öğretmensiz kaldı. O dönemde annesinin acısını bir kez daha hissetti. En büyük arzusu doktor olmak; kadınların, annesi gibi doktorsuzluktan ölmelerini önlemekti. Bir yandan da ilkokulu bile bitirebileceğine inanmıyor, Çankırı'da ortaokula giden çocuklara imreniyordu...
Yeniden evlenen babasının geçim sıkıntısı nedeniyle köyden göçmeye karar vermesi herşeyi değiştirdi. Kırıkkale'ye taşındılar, babası Makina Kimya fabrikasında işe girdi. İlkokula devam etme fırsatı doğunca Osman, çok sevindi...
İlkokulu bitirip, ortaokula başladığı yıl, Türkiye, olaylarla sarsılıyordu. 27 Mayıs darbesi, DP'li olan baba Mehmet Durmuş'u üzdü. Kırıkkale'de kimileri davul çalarken, onların evinde matem havası vardı.
Osman, ortaokulda kitaplara merak saldı. Kerime Nadir'in aşk romanlarıyla başlayıp, Abdullah Ziya Kozanoğlu ve Murat Sertoğlu'nun Türk tarihini konu alan kitaplarına uzandı. Ortaokul son sınıfta yaz tatilini Halk Kütüphanesinde geçirdi. Hiç kalkmadan onlarca kitabı bitirdi. Artık klasikler ilgisini çekiyordu; Balzac, Hugo, Wilde... En çok Jack London'un ‘Deniz Kurdu’nu sevdi. Gemide tutsak gibi çalışan bir genç, kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyor, ‘‘Bugüne kadar babamın ayakları üzerinde duruyormuşum, şimdi kendi ayaklarımın üzerinde duruyorum’’ diyordu. Bu sözler, Osman için esin kaynağı oldu...
TÜRKEŞ İLE TANIŞMA
1963 yılında sürgünden dönen Alparslan Türkeş'in fikirleriyle tanışması, yaşamında dönüm noktası oldu. Ülkücüydü artık. Lise yıllarında Peyami Safa, Necip Fazıl'ın kitaplarına yöneldi. Nihal Atsız'ın, ‘Bozkurtların Ölümü’, ‘Bozkurtların Dirilişi’ kitaplarını hatmetti. Arif Nihat Asya'yı Kırıkkale'ye, şiir okumaya çağırdılar bir grup arkadaşıyla. ‘Bayrak’ şiirinden çok etkilendi, ezberledi. Özellikle ‘‘Söyle nereye dikilmek istersen seni oraya dikeyim’’ dizesini okumak, onu her zaman heyecanlandırıyordu...
Liseyi bitirdiği yıl, üniversite sınavlarından sonra birkaç fakülteye birden önkayıt yaptırılabiliyordu. Hukuk, Siyasal ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne önkayıt yaptırdı. Sonunda Tıp Fakültesi'ne girmeye hak kazandı.
Fakülte, o yıllarda iki kampa ayrılmıştı, solcular ve ülkücüler. Osman, lise yıllarına göre aktifti. Kısa sürede ülkücü grubun önde gelen isimlerinden biri oldu. Kavgalarda yer almayan ama ön saftakileri yönlendiren kadrodaydı. 1968 döneminin olaylı günlerinde, politikayı ön plana alınca derslerde epeyce zorlandı.
OMURİLİK KANSERİ
Dersler ve olaylarla başetmeye çalışırken, babasının hastalandığı haberini aldı. MKE fabrikasının haddehanesindeki ilkel çalışma koşulları, Mehmet Durmuş'un, omurilik kanserine yakalanmasına yol açmıştı. Babasını, 1968'de kaybetti. Dört çocuklu ailenin geçimi için geriye sadece dul ve yetim maaşı kalmıştı. Kız kardeşinin, üvey annesi ile ondan olan iki erkek kardeşinin sorumluluğu Osman'ın omuzlarına yıkıldı.
Geç de olsa fakülteden, 1974 yılında mezun oldu. Olaylı yıllarda solcu mezunlar ayrı, ülkücü mezunlar ayrı yıllık hazırlıyordu. 12 Mart sonrasında olaylar durulmuştu aslında ama yine de sağcılar, öbür mezunların çıkardığı yıllığa ne yazı verdi, ne fotoğraf. Durmuş da vermedi. Ya fırsat bulamadı, ya da anıları yazılabilecek kadar renkli değildi...
İlk görev yeri Hopa Sağlık Ocağıydı. Karadeniz sahilindeki bu şirin ilçede iki yıl kaldı. Askerlik için yeniden Ankara'ya döndü. Asteğmen olarak yaptığı askerliğini, Milli Savunma Bakanlığı Sıhhiye Ana Depo Komutanlığında tamamladı. 1976 sonunda askerliğini tamamladıktan sonra ihtisas yaptı. 1980'de anatomi uzmanlığını aldı. Ankara Hastanesinde genel cerrahi asistanı olarak dört yıl çalıştı. 1984'te genel cerrahi uzmanı oldu, aynı hastanede uzman başasistanlığa atandı.
REKTÖRLÜK SEÇİMİ
1986'da Ankara Hastanesinden ayrılarak Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne geçti. Genel Cerrahi dalında akademik kariyer yapmayı hedefliyordu. 1990'da doçentlik ünvanını aldı. Ancak yıllar geçmesine rağmen bir türlü profesör olamadı. Gazi Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Enver Hasanoğlu ile arası açıldı; son rektörlük seçiminde desteklemediği için kendisine haksızlık yaptığına inanıyordu.
Ancak Durmuş'u yakından tanıyan akademisyenler arasında profesörlük kadrosuna atanmamasını doğru bulanlar, hiç de az değildi. Bu akademisyenler, birçok gerekçeyle birlikte, Durmuş'un, stajyer doktorlara Genel Cerrahi konusunda verdiği derslerden birinde yaşanan bir olayı hatırlatıyorlardı...
Durmuş, dersi anlatırken, öğrencilere ‘‘Siz not tutmayın ben fotokopi dağıtacağım’’ dedi. Derslerden sonra fotokopileri dağıttı. Bu fotokopilerden ders çalışan bir stajyer doktor, sınava girdi. Prof.Dr. Zafer Ferahköşe, ‘‘Apandisitin ilk belirtisi nedir?’’ diye sordu. Öğrenci, kendinden emin biçimde yanıtladı:
- Göbek çevresinde ağrı semptomu...
Prof. Ferahköşe, kabul etmedi; ‘‘Yanlış. İlk semptom iştahsızlık...’’ Öğrenci itiraz etti:
- Nasıl olur? Osman Hoca'nın ders notlarında ilk semptomun göbek çevresinde ağrı olduğu yazıyordu.
- O zaman getir o notları görelim bakalım.
Öğrenci, fotokopileri getirdi, gerçekten öyle yazıyordu. Ferahköşe, konuyu daha fazla uzatmak istemedi. ‘‘Hadi sana buradan bir puan verelim.’’ Ancak bu olay, kısa sürede tüm üniversite camiasına yayıldı...
ÜLKÜCÜ ELİTLER
Politik kimliği hep öndeydi. Doçentlik döneminde de aktif bir ülkücüydü. 1993'te Türkiye Üniversite Öğretim Elemanları Sendikası'nı kurdu ve Genel Başkanlığını üstlendi. Durmuş, Gazi Üniversitesi kökenli olan Devlet Bahçeli'nin izinden gidiyordu.
Durmuş, ülkücü elitlerin yönetimindeki kuruluşlarda da yer aldı. Ankara Aydınlar Ocağı ile Türkiye İktisadi Sosyal Araştırmalar Vakfı'nın yanısıra Türkiye Sağlık Çalışanları Vakfı'na üye oldu. Sağlık Çalışanları Vakfı'nın yöneticileri, fakülteden tanıdığı ülkücülerdi. Bu vakfın başkanlığını 1974'teki, asteğmen doktor Necdet Güçlü cinayeti nedeniyle hüküm giyip, dört yıl cezaevinde yattıktan sonra af sayesinde Tıp Fakültesi'ne dönebilen İbrahim Doğan yürütüyordu.
KİRALIK EV
Bahçeli'nin 1997'de MHP Genel Başkanı olmasıyla birlikte Durmuş da partide yükselme kaydetti. MHP Merkez Yönetim Kurulu'na seçildi. 1998'de MHP Yüksek Öğretim, Gençlik ve Sendika Araştırma Grup Başkanı oldu.
1998'de kalp krizi geçirdikten sonra Beştepe'deki evine giden doktor arkadaşları onu bulamadılar. Kalp krizi geçirmesine rağmen MHP'deki bir toplantıya gitmişti!
Bir ev kadını olan eşi, misafirleri içeri buyur etti. Doktorlar, evin içini görünce şaşırdılar. Bir Genel Cerrahi doçenti olmasına rağmen Osman Durmuş'un evi sobalı bir evdi. Eşyalar, daha çok bir memur evini andırıyordu. Üstelik ev kiralıktı. Üç çocuklu ailenin tek lüksü 1992 model Opel marka arabaydı.
24 yıllık doktor
24 yıllık bir doktorun, hele bir genel cerrahi doçentinin ev sahibi olacak kadar para kazanamaması sık rastlanan bir durum değildi. Genel Cerrahi uzmanlarının çoğu muayenehane açıp para kazanırdı. Bir genel cerrahi uzmanının dışarda çalışmamasının iki nedeni olabilirdi; ya dışarda çalışacak kadar kendine güvenmemesi ya da akademik alandaki başarısını sürdürme isteği...
Durmuş, hiç muayenehane açmamış, hep fakültede çalışmıştı. Hiçbir hastadan para almamakla ün yapmıştı. Bu konuda titiz bir doktordu doğrusu...