Güncelleme Tarihi:
Emine Çaykara, 1997 yılında, 15 yaşında tanıştığı, anlattığı hikâyelere büyülendiği Mehmed Abud'la her cumartesi röportajlar yapmaya başlar. O sırada gazeteci olarak Tempo Dergisi'nde çalışmaktadır, Tarih Vakfı'nın sözlü tarih projesi başlamıştır, tarihe merakı ağır basar ve neden ben bunu kitaplaştırmayayım diye düşünür. Mehmed Abud, İstanbul'un köklü ailelerinden Abud Ailesi'ndendir, aralarında özel bir dostluk ilişkisi vardır. Mehmed Abud, bu fikirden çok hoşlanır ve yaklaşık üç yıl sürecek röportaj ve araştırma çalışmalarına başlar.
Mehmed Abud, bir dönem İstanbul'unun, Kandili'deki Abud Yalısı'nın, Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet'in kuruluş yıllarının canlı bir tanığıdır. Annesi Belkıs Abud'un tuttuğu günlükleri de emanet eder Çaykara'ya, ki bunlar da bir dönemin canlı tanıklığının eşsiz belgeleridir ve Abud Ailesi'nin gayri resmi kayıtlarıdır adeta. Emine Çaykara, Mehmet Abud'la yaptığı konuşmalarını anne Belkıs Abud'un günlükleriyle paralel olarak kurgulayarak Melek Annem ve Ben adıyla kitaplaştırmış ve 2001'de yayınlamıştı. Mehmet Abud'un annesinin günlüklerinin dışında verdiği bir başka emanet daha vardı Çaykara'ya. Bu bir fotoğraf albümüydü ve Çanakkale'de hayatını kaybeden bir Anzak askerine aitti. İşte macerası Yeni Zelanda'da başlayıp Mısır'a uğrayan, Çanakkale Savaşı'nda bir Türk subayı tarafından Abud Yalısı'na hediye getirilen fotoğraf makinesinden çıkan negatiflerden oluşan bir albüm bu. Albümün 92 yıl gizli kalan hikayesi Emine Çaykara tarafından şimdi Emanet Gölge adıyla kitaplaştırıldı.
Yeni Zelanda'dan l. Dünya Savaşı'na katılmak üzere, sanki kitaplarda anlatılan maceralardan birine atılıyormuş hissiyle yola çıkan askerlerden birine ait körüklü bir fotoğraf makinesinin ve onun içinden çıkan fotoğrafların hikayesi bu.
Fotoğrafları çeken belli değil, sadece gölgesi vurmuş bazılarının üstüne.
Mehmed Abud, Emine Caykara'ya elindeki siyah minik deri albümü "Al bunu, senin olsun" diye uzatırken hikayesini de şöyle anlatır:
"Babamın bana 13. yaş hediyesi olarak verdiği, üzerinde kurumuş kan lekeleri olan fotoğraf makinesinin içinden çıkmıştı bu albüm. Makineyi babama bir arkadaşı, Çanakkale Savaşı'ndan getirmiş, savaşta ölmüş bir İngiliz askere aitmiş. Kodak marka körüklü bir makineydi, kan lekelerini temizleyip içinde kalan filmleri yalıda fotoğraf çekerek tamamlamış, sonra da banyo ettirip bu albüme koymuşlar. O fotoğraf makinesini yıllarca kullandım ben... Hep bir fotoğraf makinem olsun istemiştim, o kadar mutluydum ki... İlk fotoğraflarımı bu makineyle çektim, sonra eskidi, bir yere atıldı! Bu albümü alacaksın, itiraz istemiyorum."
Melek Annem ve Ben kitabı çıktıktan bir yıl, bu konuşmanın üzerinden dört yıl sonra aramızdan ayrılır Mehmed Abud. Ve albümü hayalindeki gibi fotoğraflarla okumak üzere bir süre bekletir ve negatifleri bastırır Çaykara.
Yeni Zelanda'dan yola çıkan ve yazarın Ted adını verdiği askerin çektiği fotoğraflar... Süveyş Kanalı yakınlarındaki kamp yerleri, zor hayat şartları, yerli halktan çocuklar:
"92 yıl önce çekilmiş bu fotoğraflardaki hiç kimse bugün hayatta değil... Ne fotoğrafı çekilen askerler ne de İsmailiye'deki insanlar... Sadece bazı karelerde bir gölge var... Bir fotoğrafçının geride bıraktığı gölgesi.. Yeni Zelandalı bir askerin... 1900'lü yıllarda çıkmış körüklü, aslında çok da küçük olmayan fotoğraf makinesini gizlice cebine koymuş, yaşadıklarını belgelemek istemiş ve savaşa doğru yola çıkmış bir gölge. l. Dünya Savaşı'na katılan pek çok asker gibi..."
Emine Çaykara nagatif albümde bulunan fotoğraflara araştırmaları doğrultusunda metinler yazıyor Emanet Gölge'de. Yeni Zelanda'dan başlayıp İstanbul Boğazı'ndaki Abud Yalısı'na uzanan bir serüvende emanet gölgenin dili oluyor bir anlamda. Yeni Zelandalı askerin hangi çatışmada öldüğü elbette meçhul, Çaykara'ya göre 19 Mayıs'ta ölmüş olabilir, fotoğrafların izini sürerek bu kanıya varıyor. İstanbul'da Abud Yalısı'na gelen makine ile 1920-25 arası çekilen fotoğraflar banyo edilerek Yeni Zelandalı askerin makinesinin izinden çıkan negatif albüme yerleştiriliyor. Ve geriye Mısır'da Yeni Zelanda Atlı Piyadeleri'nin kamp hayatıyla İstanbul'daki hüznü ve neşeyi, savaşla yaşamı birleştiren bir albüm kalıyor... İçinde makinenin gerçek sahibi olan Emanet Gölge olan... Emanet Gölge, iki ülke arasındaki dostluğa işaret etmek için Türkçe ve İngilizce birarada yayınlandı. Çaykara, kimbilir belki de albümün sahibinin yakınları kitabı görünce kendisiyle ilişki kurar ve emaneti sahibine teslim eder diye umud ediyor.
-----resimaltları----
s.23
Okyanusu aşıp Almanlar'a karşı savaşacaklarını sanırken bir telsiz haberiyle ansızın kendilerini Mısır'da bulan askerler sekiz saati aşmış tren yolculuğunun sonundalar. Mısır'da toplanacak 75 bini aşkın askerin bir kısmı Kahire'de bir kısmı Zeytun'da istasyondan indi. Çünkü buralardan kamp yerine dağılacaklar.
Kim bilir belki de bu ilk kare.
Cebinden ilk kez çıkardığı makinesiyle uzaktan, kimseye haber vermeden bu beklemenin fotoğrafını çekti. Gökyüzüyle tozlu topraklı çölü, savaşın korkunçluğuyla insanın kararlılığını ve kararsızlığını birleştirdi.
s. 35
İçinde ondan fazla askerin yattığı beyaz çadırlar, henüz tehlikeye uzak olduklarının işareti, bembeyazlar, boş arazide dikkat çekecek kadar... Tehlikenin nereden geleceği bilinmez... Yerlerini ele verecek bu beyazlık her an simsiyah örtülerle kaplanabilir.
s. 60 'lar
Atları çölde adeta sürükleyerek kampa getirmek ve burada önce rahvan adımlarla arkasından küçük koşularla bu tozlu çamurlu toprağa hazırlamak en zor işlerdendi. Ne atlar ne askerler henüz savaşa hazırdı. Atlar kampa geldikten ancak bir kaç hafta sonra ortama uyum sağlayabildi.
Mısır'da oluşturulan ANZAC (Australian and New Zealand Army Corps) birliğindeki Avustralya Hafif Süvari Alayları, Yeni Zelandalı bir çok birimle birleştirilerek, atsız olarak ve piyadelere destek amaçlı Gelibolu kara çıkarmasına katıldılar.
EN SON
Ted'in makinesindeki son kare... Melek anne ile oğlunun fotoğrafı... (...)
Belkıs Abud hayata, ona getireceği acılara çocuklarının sevgisi, defterlerine yazdıkları ve inancıyla tutunacak. Ted'in makinesi üç yıl sonra Mehmed Abud'un olacak. Bu fotoğrafta Ted'in gölgesinin yerini Abid Süreyya alacak...
Bir zamanlar çok can yakmış bu topraklarda, o yarımadada, Gelibolu'da bugün tasviri zor bir sessizlik hakim... Sanki... sanki Araf suresinde sözü edilen ruhlar aleminin o ilk toplantısında, Elest Meclisi'nde, yani insanlararası farklılıkların yok olduğu o ezel gününde birbirini görmüş ruhlar burada buluşmuş. Sonra... Sonrası meçhul... Bu bir son mu, başlangıç mı bilmiyoruz...
----özel kutu gibi-----
MELEK ANNEM VE BEN ABUD YALISI'NIN DA HİKAYESİ
Kandilli'de, 18 odalı Abud Yalısı'nda geçen kitap aslında bir anne ile oğulun hayatı çerçevesinde bir dönem İstanbul yaşantısını, Osmanlı'nın son dönemini, bunun nasıl bir bileşim olduğunu, Cumhuriyet'in heyecanını pekçoğu ünlü karakterler eşliğinde anlatıyor.
Hatıralar arasında bildik bilmedik kahramanlar var. Yalı çocuklarının çıkardığı Meclis-i Çocukan dergisine Mehmed Abud'un 'Kocakarı' lakabıyla yazdığı yazıyla başlayan kitapta Şevket Uludağ'lı, Madam Spino'lu, Matmazel Emma'lı yalı eğitiminden Çürüksulu Belkıs Hanım'a, Atatürk, Cemal Reşit Rey, Neyzen Tevfik, Şehzade Ömer Efendi, Muhsin Ertuğrul, Leopold Levy, Mazhar Osman, Fahrettin Kerim, Osman Kemali Efendi, Sakallı Nurettin Paşa, Yahya Kemal'e pek çok kişiyle ilgili hatıralar yer alıyor.
Yalıya gelen dondurmacılar, sucular, yalının arkasındaki bahçede yaşananlar, mutsuz kadınların hikâyeleri... Aslında Abud Yalısı'nda yaşananlar Türk filmlerinde izlediğimiz melodramların gerçek olduğunu da gösterir bize.
Mehmed Abud ve ailesi kış aylarında Beyoğlu'nda sahibi oldukları Suriye Paşasajı'nda otururlar, Abud, Şehir Tiyatroları kadrosunda baleler için besteler yaparak hayatını kazanır. Pek çok Türk filminin müziği de ona aittir. Yalıda pek çok film, dizi ve fotoroman çekilir; Aşk-ı Memnu, Şıpsevdi, Paşa'nın Kızı, Sürgünden Geliyorum, Hep O Şarkı, Katır Tırnağı, Yolcu gibi...
Melek Annem ve Ben, yakın geçmişin gündelik ayrıntılarının yanısıra insan denen varlığın da, sürdürdüğü hayatın da siyah ve beyaz gibi tek katmanlı olmadığını hatırlatıyor: Kadın, erkek ya da eşcinsel olmak, zenginliği, fakirliği art arda yaşamak, kıskanç veya olgun davranmak, aşk acısı çekmek, 'kader' ini kabullenip hayatını bu doğrultuda yönlendirmek...