Güncelleme Tarihi:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan himayelerinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ev sahipliğinde Belek Turizm Merkezi’ndeki NEST Kongre Merkezi’nde bu yıl ikincisi düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, “Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak” başlığı altında düzenlenen forum kapsamındaki,’ Dayanışmayı güçlendirmek ve yumuşak güç yoluyla barışı teşvik etmek” konulu panele katıldı. Burada konuşan Erdoğan, Antalya’nın M.Ö 13. Yüzyıla uzanan geçmişiyle demokrasinin ve diyaloğum doğum yerlerinden biri olduğunu hatırlattı.
"YUMUŞAK GÜCE VURGU"
Antalya’nın böyle bir foruma ev sahipliği yaparak, diplomasinin kalbi olma yolundaki kimliğini koruduğunu dile getiren Erdoğan, “Dünya her zamankinden daha hızlı değişiyor. Teknoloji hayal gücümüzü zorlayan yeni kapılar aralıyor. Hayatı yeniden tasarlıyor. Tanımlar değerler ve kavramlar değişiyor. Uluslararası planda büyük sınamalarla karşı karşıya kalıyoruz. Gözümüzün önünde inşa edilen yeni dünyaya ayak uydurmak için diplomasinin yaklaşım ve yöntemlerinin gözden geçirilmesi elzem bir ihtiyaçtır. Buradan yola çıkarak panelimizde yeniden kurgulanan diplomaside yumuşak gücün üzerinde durmayı arzu ettik. Kalıcı ve sürdürülebilir barış idealine giden yolu açmak ancak yumuşak gücün unsurları ile mümkün olabilir” diye konuştu.
"SAVAŞIN GÖLGESİ BİR KEZ DAHA İNSANLIĞIN ÜZERİNE ÇÖKTÜ"
Bugünkü barış hakkındaki istişareleri maalesef Ukrayna’daki sıcak atışmaların doğurduğu yıkım ve acıların üzüntüsü içinde gerçekleştirildiğinin altını çizen Erdoğan, “Evlatlarını çatışmalarda kaybeden annelerin yakarışları dünyanın her tarafında yankılanıyor. Ailelerin parçalandığına şahit oluyoruz. Sevdiklerini geride bırakarak vatanını terketmek zorunda kalan insanların kederli bakışları maalasef içimizi dağlıyor. Savaşın karanlık gölgesi ne yazık ki bir kez daha insanlığın üzerine çöktü. Tam bu zor günlerde barış umudunu canlı tutmak ve barışa yönelik gayretimizi arttırarak el ele vermek zorundayız. Böyle bir iklimde yumuşak gücün paha biçilmez değerinin daha da belirgin olduğu noktasında hemfikir olduğumuza inanıyorum. Yumuşak güç kaba kuvvetle değil, hak ve meşruiyet zemininde buluşmaktır. Hayalini kurduğumuz dünyaya başkalarını da ortak etmektir. Dolayısıyla yumuşak gücün özü sahip olduklarımızı arttırmak değil zenginliklerimizi paylaşmaktır” dedi.
"4 MİLYONDAN FAZLA İNSANA KUCAK AÇTIK"
O nedenle farklılıkları altını çizmektense ortak noktaların güçlendirilmesinin üzerinde durulması gerektiğini dile getiren Erdoğan, “Kültür sanat ve spor gibi birleştirici alanların farkında olmalı diplomasiyi yeniden kurgularken bu potansiyelden azami ölçüde faydalanmalıyız. Türkiye olarak savaşın felaketlerinden kaçan 4 milyondan fazla insana kucak açtık. Kültürümüzün hoşgörüsü ve misafirperverliğin onların sığınabilecekleri güvenli bir liman oldu. Sınırlarımızın ötesinde Suriye’den, Arakan’a kadar nerede bir mağdur varsa yanlarında olduk. Sadece komşu ülkelerde değil Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar geniş bir coğrafyada her sorunun barışçıl çözümü için katkı sağladık. Sağladığımız insani yardımlarla refah ve kalkınmanın sadece gelişmiş ülkelerde değil her yerde kök salmasını amaçlıyoruz. Bu kalıcı barışa giden ana yollardan biridir. Türkiye yalnızca bugünde değil uzun tarihinde dünde savaş ve zulüm açlık gibi nice felaketten kaçan insanların sığınağı evi memleketi oldu” ifadelerini kullandı.
"UKRAYNA'DA GÖSTERİLEN REFLEKS DİĞER MAZLUMLAR İÇİN EŞİT GÖSTERİLMEDİ"
Bugün hala 2 milyar insanın çatışma bölgelerinde yaşadığını kaydeden Emine Erdoğan, “84 milyon insan şiddet ve çatışmalar nedeniyle yurtlarından ediliyor. Din ve örf gibi nedenlerle ayrımcılığın tırmandığını görüyoruz. İnsanlar ön yargıcı pelerine taburlar halinde sevk ediliyor. Sevgi, merhamet ve barış algı operasyonlarına kurban ediliyor. Ukrayna’da hepimizi büyük bir kedere sürükleyen savaş karşısında gösterilen refleks maalesef diğer mazlum haklar için eşit gösterilmedi. Hangi ırktan hangi inançtan olursa olsun bir çocuğun bir kadının savaşın karşısında çektiği acı yaşadığı korku hepsi eşittir. Bir göz yaşının diğerine üstünlüğü olabilir mi? O yüzden bugünü bir milat olarak alıp hali hazırdaki tüm savaşlar karşısında birlik olalım. Çatışmaların ne yazık ki artan sayılarla sivilleri hedef aldığı bir dünyada gözlerimizi kapatıp pembe rüyalar göreceğimiz uykular uyumamayız” dedi.
"SAVAŞLAR ZARAR VERİYOR"
İnsanlığın dün ve bugün olduğu gibi türlü imtihanlarla sınanacağına değinen Erdoğan, “Bu sınavları insanlıktan tam not alarak geçmek için moral değerlerin kadim kitapların sayfasında sıkışıp kalmasına izin vermeliyiz. Kısacası diplomasiyi yeniden kurgularken diyaloğun insan sevgisinin evrensel değerlerin hakim olduğu yeni bir sayfa açmalıyız. Savaşlar sivil alt yapıya olduğu kadar kültürel hazinelerimize ve tabiata da büyük bir zarar veriyor. Savaşlar yüzünden birçok insanlık mirası yeryüzünden silindi. Tarihsel belleğimiz onarılması güç şekilde zarar gördü. Geleceğe aktarabilecek nice eseri artık sadece fotoğraf karelerinde görebiliyoruz. Bunun yanında savaşların getirdiği kayıplardan bahsederken tabiat başlığını sıklıkla ıskalıyoruz. İklim değişikliğiyle insanlık için kırmızı alarm verilmiş bir dönemdeyiz. Gelecek doğanın kurtarılmasına bu kadar bağlıyken, savaşlar ekosistemimizi ve yaşam kaynaklarımızı geri dönüşsüz bir şekilde tahrip ediyor. Savaşlardan geriye verimsiz topraklar, yok olan ormanlar, kirlenmiş su kaynaklar ve azalan biyo çeşitlilik kalıyor” ifadelerini kullandı.
"DÜNYAYA BUNU YAPMAYA KİMSENİN HAKKI YOK"
Hayvanların da en az insanlar kadar yuvasız kaldığını, yerlerinden edildiğinin, öldüğünü ya da sakatlandığına değinen Erdoğan, "Yakın zamandaki savaş ve çatışmaların doğa üzerindeki tahribatı üzerinde düşünmenin bile bir uyanışa vesilesi olabilecek. Hatırlarsanız 1990 Körfez Savaşı’nda koylar petrolle tıkanmıştı. 953 km2’lik bir alan üzerinde duman ve sis oluşmuştu. 1500 km’lik Körfez kıyısında toprak petrolü emmişti. 15 bin km2’lik Mezopotamya sulak alanı yok oldu. Denize akıtılan 11 milyon varil Basra Körfezi’ni ölü deniz haline getirdi. 100 binden fazla perdeli ayaklı ve göçmen kuşun beslenme alanları zarar gördü. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde 3 yıllık sivil savaşta binlerce fil ve nesli tükenen gorillerde öldürüldü. 1999 Kosova savaşında 50’den fazla sanayi sitesi bombalandı, 80 bin ton petrol çevreye salındı, komşu ülkelere siyah yağmur yağdı. 1994-95 yıllarında Bosna Hersek’te kullanılan bazı silahlar içme sularını zehirledi. Tuna Nehri’ne 100 tondan fazla amonyum petrol ürünleri ve ağır metalleri karıştı. Maalesef benzer örnekler listesi önümüzde uzayıp gidiyor. Dünyaya bunu yapmaya kimsenin hakkı yok” dedi.
"BOMBALAR ASLA KABUL EDİLEMEZ"
Tüm inançların insanın tabiatla nasıl ilişki kurması gerektiğine dair kuralları olduğunu belirten Emine Erdoğan, "İslam dininde tabiatla ilişki, aşırılıktan uzak, ölçülü ve dengeli olmak zorundadır. Peygamberimiz bir hadisinde, ‘Ağaçlara sopayla vurulamaz ve onlar kesilemez. Fakat zaruret halinde havanların yemesi için hafif ve yumuşak şekilde sallanarak yaprakları silkelenebilir’ buyurduğunu biliyoruz. Dinimiz ağaca bile vurmayı yasaklarken yeryüzüne inen bombalar asla kabul edilemez. Kuran’da bir ayette, ‘Göğü Allah yükseltti ve mizanı o koydu, sakın dengeyi bozmayınız’ der. Bunun gibi birçok ayet ve hadisi şerif insanın doğaya olan ilişkisini kurallara bağlar, ölçülü ve merhametli olmayı emreder. Her dinde her öğreti iyiliği, güzelliği emreder” açıklamasını yaptı.
"ÇATIŞMA ÇÖZÜMÜ VE ARABULUCULUK"
Kadın ve çocukların savaşlardan orantısız bir şekilde etkilendiği ve BM Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı kararının kabulünün üzerinden 22 yıl geçtiğini dile getiren Emine Erdoğan, “Bu karar kadınların barış ve arabuluculuk süreçlerine dahil edilmesinin önemini ortaya koyuyor. Nitekim araştırmalar 1992-2009 yılları arasında müzakerecilerin yalnızca yüzde 13’nün, arabulucuların yüzde 6’sının kadınlardan oluştuğunu gösteriyor. Halbuki kadınların arabuluculuk süreçlerinde farklı gruplarda çalışmaya ve işbirliğine daha yatkın olduğu biliniyor. Kadınlar barış süreçlerinde sosyal meselelere daha fazla odaklanarak başarı şansını artıyor. O nedenle çatışma çözümü ve arabuluculuk süreçlerinin daha kapsayıcı olması hususunda dikkatinizi çekmek istiyorum. Kadınların ve gençlerin seslerinin gür çıkması çok önemli. Türkiye olarak bu konuya büyük atfediyoruz. Antalya’da düzenlenen 8. İstanbul Arabuluculuk Konferansının bir paneli tamamen kadınlar ve gençlerin arabuluculuk süreçlerindeki önemini anlatmayla çalışmıştı. İster mikro ister makro düzeyde olsun kadınların tüm karar mekanizmalarındaki varlığının artırılmasının hayati önemine yürekten inanıyorum. Kadın sağduyusu ve müzakere yeteneğinin sorunların çözümüne ivme kazandıracağını biliyorum” dedi.