Anneme kalsa hanımevladı olacaktım

Güncelleme Tarihi:

Anneme kalsa hanımevladı olacaktım
Oluşturulma Tarihi: Kasım 22, 1999 00:00

Haberin Devamı

Anacığım beni hanımevladı olarak büyütmeye çalıştı. Ama ya özümde vardı, ya da o baskıdan ötürü isyan etmiş de olabilirim. İlkokulu bitirince kaldırıma attım kendimi. Dayak yiye yiye atmasını öğrendim.

Ona bakıp, onu dinleyip, onu izleyip gülmemek, gülmeden durabilmek mümkün mü! Metin Akpınar, sevenleri için neşe kaynağı, aydınlık ve iç ferahlatıcı. Nice oyunda, nice televizyon dizisinde, nice sinema filminde izledik onu. Her zaman tanıdığımız onun neşesi, esprileri, kahkahaları oldu. Peki ya hayatı, çocukluğu, yaşadıkları. Şimdi bunlara bir gözatalım dilerseniz...

HAKKI'NIN KONAĞI

Evet, 1941 yılında İstanbul'da Aksaray'da doğar, Metin Akpınar. Babası Mustafa Bey, annesi ise Nadide Hanım'dır. Aksaray'ın sembollerinden biri olan Pertevniyal'de eğitim görür. Pek kimseyle paylaşmadığı çocukluğuna gelince...

'Çocukluğumun Aksaray'ını düşünmek beni çok heyecanlandırır. Aslında bu bir yaşam hikayesidir. Aksaray'da 'Çingene Hakkı'nın Konağı' adıyla bilinen, İbrahim Efendi Kimyaevi çalışanlarının, değişik bölümlerinde oturduğu bir konakta doğdum, orada büyüdüm.

Bu konak Aksaray'ın merkezi gibiydi o yıllarda. Mesela, semtimizde yangın çıksa, itfaiye önce bizim oturduğumuz konağa gelirdi. Çünkü, bizim konak yanarsa Aksaray'ı kurtarmak imkansız hale gelirdi de ondan.

Ramazan ve bayram gibi özel günler, Aksaray halkının yaşamlarının renk değiştirdiği, ebruli olduğu dönemlerdi. Ve büyük tatlar alınırdı. Jenerasyon, şimdiki gibi birbirinden uçurumlarla henüz ayrılmamıştı o vakitler. Yani çocuk, annesiyle babasının dilinden anlardı. Sürtüşme çatışma tabii ki vardı. Ama biz televizyon çocuğu değildik. Tabii bir klan, bir komün yaşamı olduğundan çirkinlikler de olurdu. Çocuklar evcilik oynarken pipilerini, popolarını gösterirlerdi. Cinsel yakınlaşma böyle öğrenilirdi. Bu küçükler arasında olduğu gibi büyükler arasında da olurdu.'

O dönemin esnafı ve belediyeleri de farklıdır...

'Esnaf ve halk arasında sırat köprüleri kurulurdu. Ben 37 yıl oturdum Aksaray'da. Ve bu süre içinde iki berber değiştirdim. Birisi Civan Berberi Hasan'dı, diğeri Göçmen İdris.'

Aksaray'da doğup büyüyen Metin Akpınar'ın, kabadayılık konusunda da tecrübesi vardır. Üstelik aileden bilgilidir bu konuda.

'Benim anne tarafımın kabadayısı çoktur. Kaşıkçı Ahmet dayım, Mevlanakapılı bir kabadayıydı. Bir konsolu vardı, üst gözü hafif aralık dururdu hep. Muştası, küçük sustalısı, saldırması, her şeyi oradaydı. Üzerinde taşımazdı bunları. Gerektiği zaman, sözleşirler, randevulaşırlardı, çiyanlık yapılacaksa, gelir hangi silahta karar kılınmışsa onu alır giderdi.

Şimdiki gibi bir araba dolusu adamın, tek kişiye çullanıp, haşat etmeleri yoktu. Silah çekip arkadan adam vurmak ayıplanırdı.

Anacığım hep o endişeler içinde büyüdüğü için, beni önceleri hanımevladı olarak büyütmeye çalıştı. Ama ya özümde vardı, ya da o baskıdan ötürü isyan etmiş de olabilirim. İlkokulu bitirince kaldırıma attım kendimi. Dayak yiye yiye atmasını öğrendim.'

SİKLOTİMİK KİŞİLİKLİ

Okullu olduktan sonra siyasi akımlarla da içli dışlı olur Metin Akpınar. Ama bu, o döneme uygundur.

'Ezilen sınıf temsilcileri olarak, aklımız erer ermez sol bizim için daha cazipti. Kocamustafapaşa'da bir kahvemiz vardı, oradaki abilerimiz anlatırdı bize Marksizm'i Leninizm'i, diyalektik felsefeyi.

Sonra Cağaloğlu Milli Türk Talebe Birliği'nin spor kolları vardı, amatör tiyatro çalışmaları vardı, folkloru vardı. Sağlıklı etkinlikleri vardı. Ama yönetimi sık sık değişirdi. Kimi zaman sol, kimi zaman sağ olurdu. Hatta bazen koalisyonlar çıkardı ortaya.

Benim yapısal bir özelliğim vardır. Siklotimik kişilikli bir adamım. Yani, Türkçesi, yüklenmiş kişilikli birisi demektir. Hayatımı anlatırken de bu kendiliğinden çıkar ortaya. Hanımevladı, kavgacı dövüşçü, düşünen adam, sanatçı, alkolik. Bundan sonra ne olacağım, bilemiyorum.'

Aşkla ve alkolle çok genç yaşta tanışır Metin Akpınar.

'Aşklarım meşhurdu o dönemde. Yalnız bunları anlatsam, birkaç gazete dolduracak kadar yazı çıkar. En küçükken ablalara aşık olunur genelde, Fahriye Abla muhabbeti. Bizim zamanımızda çıkmak lafı yoktu. Şimdiki gibi önce merhaba deyip, sonra bir akşam yemeği ve sonrasında fuhuş yoktu. Her şey daha duygusal yaşanırdı. Uzaktan bakışmalar, kibrit kutusu içine konulan pusulalar olurdu. Evinin çevresinde dolanıp pencereden bakışını yakalamanın zevki o dönem için tek kelimeyle müthişti. Ben de aşklarımı böyle yaşadım.

Alkole gelince, 35 senedir içiyorum. Marmara şarabıyla başladım, zaman zaman perhizler yapardım ama artık yapmıyorum. Bir ara üç böbrekli olduğum, bu nedenle alkolün beni asla etkilemediği söylendi. Bu kahraman Türk basınının çıkardığı bir olaydı. Üç değil, iki böbreğim vardır. Birinin üzerinde doğuştan anormallik var. Aslında birbuçuk böbrekliyim diyebilirim.'

ETLE TIRNAK

Söz can dostu, sanat yoldaşı, sırdaşı, arkadaşı Zeki Alasya'ya geliyor sonunda.

'1962 yılında Milli Türk Talebe Birliği Tiyatrosu'nda biraraya geldik. Sonra, sanat dünyasındaki beraberliğimiz Müsahipzade Celal'in 'Mum Söndü' adlı oyunuyla başladı. 1967 yılında Haldun Taner ve Ahmet Gülhan'la birlikte Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nu kurduk, Türkiye'de kabare tiyatrosunun gelişmesine öncülük ettik. Filmlerimiz oldu, TV dizilerimiz oldu.

Bu arada Zeki'yle birlikte ticaret hayatına da atılıp boyumuzun ölçüsünü aldık. Mesela, mobilya atelyesi açtık. Zeki'nin Abdülhamitliğinden kaynaklandı. Ojbektif değerlendirince Abdülhamit'in müsbet yanları da vardır. Ama Zeki marangozluğunu almış. Ranzalar yaptık bol bol ve satamadık. Sonunda iflas ettik ve hepsini kimsesizler yurduna bedava dağıttık.

Zeki'yle bir ara ayrılır gibi olduk ama bunca yıldan sonra bu mümkün olmadı. Alışkanlıklar var ortada, sevgi saygı var. Etle tırnak ayrılmıyor zaten.'



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!