Güncelleme Tarihi:
Bunun nedeni, kendisinin bile unuttuğu bir hakaret davasından aldığı 16 aylık kesinleşmiş hapis cezasıydı. Kızı ve avukatı İrem Çiçek’in verdiği dilekçeyle Dursun Çiçek’in Ergenekon’dan yattığı süre, bu davanın süresi sayıldı ve tahliye edildi. Dursun Çiçek ailesiyle birlikte geçirdiği ilk özgürlük gününde, cezaevi sürecinde yaşadıklarını Hürriyet’e şöyle anlattı:
TEK TİP ELBİSEYİ KALDIRTTIK
Cezaevine ilk girişimde Genelkurmay Başkanlığı’nda Şube Başkanı’ydım. İkinci girişimde Deniz Kuvvetleri Karargahı’nda Daire Başkanı’ydım. Dolayısıyla görevde olduğum için ilk tutuklandığımda Hasdal Cezaevi’ne gittik. 30 Haziran’da tutuklandığımda 12 saat kadar cezaevinde kaldım. Adalet Bakanlığı’nın baskısına rağmen Beşiktaş’ta yasaya göre karar veren hakimler vardı. 12 saat sonra tahliye olduk. Askeri cezaevine gittiğimde tek tip elbise giyiliyordu. O dönem kızım okulunu daha yeni bitirmişti. Eşimle ilk görüşmeyi, cam arkasından, tek tip elbiseyle yaptım. O an çok etkilenmiştim. Cezaevinden çıktıktan sonra yetkili yerlerle görüştük. Bu uygulamalar kaldırıldı. Bunun yanında askerlere tıraş takımı gibi kişisel malzemeler de verilmiyordu. Bu mevzuatlar değiştirildi. Ben aylar sonra tekrar tutuklandığımda önceki mevzuatların hepsi değişmişti.
İÇERİDE 700 KİTAP OKUDUM
Son tutuklandıktan sonra emekli oldum. Bizi Silivri’ye gönderdiler. Günde 3 defa su veriliyor. Sıcak su da haftada 2 defa veriliyordu. Biz bu sorunlarla ilgili defalarca dilekçe verdik. Yanlışlıkları düzeltmeye çalıştık. Cezaevinde ilk geldiğimizde 12 kişi birlikte kaldık. Sonra karar çıkınca başka cezaevlerine gittiler. Son olarak 6 kişi kaldık. Kendi aramızda iş bölümü yapmıştık. Her gün biri nöbete kalıyordu. Cezaevinde 25 kanallı televizyonumuz vardı. Bunun yanında kitaplar okuyorduk. Tutuklu bulunduğum sürede 700 civarında kitap okudum.
BENİ ABD’DE SANIYORDU
Cezaevinde isyan ettiğim konulardan biri de tutukluların hastalarını, vefatlarını görmemesiydi. Biz askerliğin dışında babayız, evladız, eşiz. Babam 2000 yılında vefat etmişti. Annem 2012’de vefat etti. Son 6 ayda ağırlaşmıştı. Mahkemeye dilekçe verdik. Sağlığında görmek istiyoruz, helalleşmek istiyorum diye. 1 hafta sonra annem vefat etti. İzinle cenazesine gitmiştim. Annemle hep telefonla konuşuyorduk. Annem okuma yazma bilmiyordu, tutuklu kaldığım süreçte bunu sakladık hep ondan. Ona Amerika’da görevli olarak bulunduğumu söyledik. Zaten telefonları oğlum Deniz’e bağlatıyordum. Bazen de şüphelendiği anlar oluyordu. Hiç resmen bilmedi benim cezaevlerinde olduğumu. Bir de kanser olduğu için üzülmesini istemedik.
HAKARETTEN KALIYORDUM
Bize bir kumpas kuruldu. Yeni mahkemeden delillerin ve raporların tekrar incelenmesini talep edeceğiz. Biz müebbetle yargılandık, bize iftira atanlar da müebbetle yargılanmalıdır. Bunun somut delileri var. Zekeriya Öz’ün daha ifadeye gelmeden bizi tutuklu göstermesi gibi… Benim Erzincan’a gittiğim, oralarda görüşmeler yaptığım iddia edilmişti. Bunların hepsi yalan çıktı. O zaman savcı Osman Şanal bu süreci yönetiyordu. Biz de ‘İddiaları ortaya atan savcı görevini yapmıyor, bizi darbeci yaptı, iftira suçunu işledi’ diye suç duyurunda bulunmuştuk mahkemeye. Bunun üzerine bu savcı dava açtı. Silivri 1. Sulh Ceza Mahkemesi bu iddiayla ilgili bizi ifadeye çağırmadan önce 16 ay hapis cezası vermiş. Dosya Yargıtay’a gitti ve 3 aylık kısa bir sürede onaylandı. Araştırdım, bu kadar kısa sürede onaylanan en hızlı karar buymuş. Cezam kesinleştiği için Balyoz’da tahliye olurken bu sorunla karşılaştık. Avukatım İrem bu mahkemeye dilekçe yazdı. Ergenekon’dan yattığım süre bu cezaya saydırıldı. Daha sonra tahliye olabildim.”