Oluşturulma Tarihi: Eylül 28, 2005 00:00
Uzun bir koşunun artık son dönemecine girmiş bulunuyoruz. Tamam kabul biraz beylik bir giriş oldu ve son bir kaç yıldır bunun gibi çok kritik bir çok süreci, bir çok dönemeci aştık ve hepsi için de yukardaki cümle kalıbını kullanma konusunda bir dakika bile tereddüt etmedik. Bizim için her dönüm noktası hayati olduğundan mıdır nedir? Ama bu kez hakikaten çok önemli bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Türkiye ekonomisi, Türkiye siyaseti, Türkiye toplumu ve Türk vatandaşlarının hepsi, tek tek, birey olarak hepimiz kritik bir yol ayrımına geldik. Türkiye’nin geçirdiği son dönemdeki büyük dönüşüm ve yeniden yapılanma süreçlerini “koşu” sözüyle tanımlamak modası birden “amok koşucusunu” getiriyor aklıma. Stefan Zweig’in ünlü kitabını okuyanlar bilir. Belki bir anlık cinnet ya da keyif verici maddelerin ya da içkinin etkisi ile ortaya çıkar amok koşucusu. Daha önce gayet normal olan kişi birden kendini elinde bıçakla sokağa atar ve önüne çıkanı yaralayarak, öldürerek koşusunu sürdürür. Koşunun sona ermesinin tek yolu vardır; koşucunun ölümü. Malezya’ya özgü bir hastalık gibi tarif ediliyor ama bence daha genel bir ruh halinin sonucu. Dünyanın hemen her yerinde yaşanabiliyor amok koşusu. Tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi. Gerçi Zweig’in kitabındaki gibi önüne çıkanı öldürerek ilerlemiyor Türkiye, zararı daha çok kendisine... Koştuğumuz yol ise AB yolu...Avrupa Parlamentosu’nda (AP) bugün Türkiye’nin imzaladığı Gümrük Birliği anlaşması ek protokolünün oylanmasını bekliyoruz. İşin onay kısmında sorun yok. Ama AP’nin bu oturum sırasında Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ni bir an önce tanımaması ve limanların 2006’da açılmaması halinde müzakerelerin askıya alınması yönünde bir açıklamada bulunabileceği olasılığı hem piyasaları hem de diplomatik çevreleri ciddi biçimde germiş durumda. Bu karar ya da açıklamanın teknik bir bağlayıcılığı yok. Tabi görünürde. AP’nin açıklamasının müzakerelerin başlaması konusunda ciddi bir etkisi olmayabilir ama eğer bu yönde bir açıklama gelirse bu durum AB’nin Türkiye ile ilgili son günlerde daha net biçimde görmeye başladığımız ve açıkçası pek hoşumuza gitmeyen tutumunu teyit edeceği için Türkiye siyasetinde ciddi kırılmalara yol açabilir. Müzakerelere yol haritası olacak olan müzakere çerçeve belgesi ise yarınki AB Daimi temsilciler komitesi toplantısında ele alınacak. Avusturya hükümeti en güçlü müttefikleri Alman Hrisitiyan Demokratların sesi seçim yenilgisinden sonra pek fazla çıkmadığı halde Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık verilmesi konusunun da müzakere çerçeve belgesi içinde yer alması için elinden geleni yapıyor. Fransa’nın bu talebe verdiği yarı-açık destek herkesin malumu. Üstelik bu koro artık daha çok üyeyle şakımaya başladı. Örneğin bugün Türkiye’yi ziyaret edecek olan Romanya Cumhurbaşkanı, çocuk kandırır bir edayla “Türkiye’nin tam üyelik için önce bir geçiş formülü olarak imtiyazlı ortaklığı kabul etmesinin kendi yararına olacağını” söyledi. Tabi Türkiye de bu konuda elinden geleni, tüm bu tavizlerden sonra ne geliyorsa elinden, yapmaya çalışıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dönem başkanı İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Jack Straw ile görüşerek, müzakere çerçeve belgesinde Türkiye’nin kabul edemeyeceği unsurlara yer verilmemesini istedi. Garanti Yatırım Günülk bültenine göre ise “Kulislerde, olumsuz gelişmeler yaşanması halinde, Lüksemburg’a gidilmeyebileceği bile konuşuluyor.”Piyasalar ise şimdilik bu gelişmeleri tepki vermeden izlemeyi tercih ediyor. Gayet normal çünkü piyasadari bütün oyuncular gırtlaklarına kadar hisse senedine gömülmüş durumda. Piyasanın yüzde 65’i yabancı yatırımcının elinde. Bu hisseleri satacak yeni yatırımcı bulmadan da piyasadan çıkmaları imkansız. O nerdenle herkes 3 Ekim’i bekliyor, İşler yolunda giderse piyasanın önü çok açık ama unutmayın “Kulislerde, olumsuz gelişmeler yaşanması halinde, Lüksemburg’a gidilmeyebileceği bile konuşuluyor.”
button