Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 21, 2004 01:57
Dünyaca ünlü Fransız romancı Amin Maalouf, dedesinin halasına Kamal ismini, Mustafa Kemal’den ilham alarak verdiğini yazdı. Maalouf, ailesinin kökenlerini anlattığı ‘Yolların Başlangıcı’ isimli kitapta, Atatürk’e hayran olan dedesi Butros’un, doğacak çocuğuna Kamal adını koyacağını herkese ilan ettiğini ve çocuk kız doğduğu halde kararından vazgeçmeyerek bebeğine Kamal adını verdiğini belirtiyor.
Maalouf,
Atatürk’ün dedesi için taşıdığı anlamı da ayrıntılı bir biçimde anlatıyor.
Fransa’da yaşayan Lübnanlı romancı Amin Maalouf, Türkiye’de de çok sayıda okuru olan bir romancı. Özellikle, Afrikalı Leo, Tanios Kayası, Semerkant, Işık Bahçeleri, Ölümcül Kimlikler gibi kitapları büyük ilgi uyandırmış ve üstüste baskılar yapmıştı. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Yolların Başlangıcı ise Amin Maalouf’un yeni kitabı. Samih Rifat ve Aykut Derman çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Maalouf, ailesinin geçmişini araştırıyor ve bu araştırma sırasında karşısına çıkan ilginç ayrıntılardan söz ediyor. Lübnan kökenli bir aileye mensup olan Maalouf’un aile tarihinde, Osmanlı’nın büyük yeri olmasında şaşırtıcı bir taraf yok. Şaşırtıcı olan, dedesinin daha o yıllarda Atatürk’ün anlam ve önemini farketmesi. Üstelik bunu, doğacak çocuğuna adını vereceğini bütün çevresine ilan edecek kadar farketmesi. Gerçi çocuk kız olunca biraz bozuluyor ama yine de dönmüyor sözünden. İşte, Maalouf’un ‘Kamal’ halasının isminin öyküsü:
‘Babaannem o sırada hamileydi (...)1921 yılının aralığında doğuracaktı ve dedem daha o zamandan, çocuğuna koyacağı adı seçmişti: Adı ‘Kamal’ olacaktı, Atatürk’ün onuruna (...)
Dedem o yıl Kemal Atatürk için neden yanıp tutuşuyordu! Bunu, yazışmalarının hiçbir yerinde açıklamıyor ama nedenini sezmek benim için güç değil. O ki, öteden beri Doğu’nun altüst oluşunu görmeyi düşlüyordu, o ki, yaşamını geçmişe hayranlığa karşı, geleneklerin boğucu ağırlığına karşı ve giyime kuşama varıncaya kadar modernliğe ulaşmak için savaşmakla geçirmişti, savaş sonrasında Türkiye’de olup bitene duyarsız kalamazdı: Selanik’te doğan, orada eğitim gören, oranın
‘Aydınlanma’sı ile beslenen bir Osmanlı subayı, eski düzeni yıkacağını, imparatorluktan geriye kalanı, gerekirse zorla, yeni yüzyıla sokacağını ilan ediyordu (...)
KIZ OLUNCA
Dedem, işte toprakları ve kafaları özgür kılan bu kişiye duyduğu hayranlık yüzünden, çocuğuna onun adını vermek, ona Arapların söylediği biçimiyle ‘Kamal’ demek istiyordu (...) Ne yazık ki Butros verdiği sözü yerine getiremeyecekti. Tanrı başka türlü karar vermişti, çocuğa Atatürk’ün önadı konamazdı - çünkü bir kızı olmuştu!
Dedem, kaşlarını çattı ve hiçbir şey söylemedi. Odanın bir köşesinde, karısının yatmakta olduğu yataktan iki adım uzakta duran yazı masasına gidip oturdu, karısı da eliyle herkesin odadan çıkmasını işaret etti, büyükler küçükleri alıp dışarı çıktı. Odada yalnızca anne, baba ve yeni doğan çocuk kaldı -üçünün de sesi çıkmıyordu.
Butros, uzun uzun düşündükten sonra, Nazire’ye bakıp şunları söyledi:
- Eee ne yapalım, bir kızımız var, ne olacak yani? Ben onun adını yine de Kamal koyacağım! Bir erkek adıysa, ne olmuş? Ne fark eder? Bu beni kararımdan vazgeçiremez (...)!
Kızına, yani halama Atatürk’ün önadı verildi. (s.335 v.d.)’