Oluşturulma Tarihi: Aralık 27, 2003 00:00
Bu bir küçük 'Amerika' izlenimi yazısı... Hiçbir ülkeyi üç günlük ziyaretle anlayamazsınız. Ama üç gün içinde karşılaştıklarınız, size gittiğiniz ülke hakkında bilgi verebilir. Buyurun... İşte size bugünün Amerika Birleşik Devletleri... Gorge W.Bush'u Başkanlık koltuğuna oturtan
seçim bittikten sonra yaklaşık 300-400 kadar oyu sayabilmek için neden bir ay kadar süreyle uğraşmalarına akıl erdirememiştik değil mi? Bu şekilde işleyen Amerika'dan başka ne bekleyebilirsiniz ki?Amerika'ya ben ilk 1968 yılının Ekim ayında gittim. Amerikan hükümeti istediğim yerleri görmeme olanak veren bir davet yapmıştı. O sayede 45 gün süreyle doğudan kuzeye, oradan batıya ve sonra güneyden yine doğuya uzanan bir daire çizdim. Her yerde olumlu, sıcak, kibar, konuksever insanlarla tanıştım. 'Açık, dürüst ve özgür bir toplum' görmüş olmanın izlenimleriyle geri döndüm.Aradan geçen yıllar boyunca ABD'ye kısa süreli sekiz, on gezi daha yaptım. New York'ta indiğimiz havaalanında pasaportları inceleyen ve yolcuları sorgudan geçiren kaba ve olumsuz tavırlı görevliler hariç beni rahatsız eden hemen hiçbir şeyle karşılaşmadım.Tüm izlenimlerim, 'sorun çözen, karşısındakinin iyi niyetinden kuşkulanmayan, elinden gelen yardımı başkalarından esirgemeyen, güleç yüzlü, hızlı tempolu, gelişmiş bir ulus' noktasında düğümleniyordu.Taa ki içinde bulunduğumuz Aralık ayının 14'ünde Amerika topraklarına tekrar ayak basıncaya kadar...Önce belirteyim: Ayak basmamız bile bir mesele oldu:Amerikan Airlines'ın 'AA 101' seferini yapan uçağı Londra'dan kalktıktan yaklaşık 7 saat sonra 14 Aralık Pazar günü saat 12.04'te New York'taki John F. Kennedy havalimanına inecekti.New York üzerine zamanında geldik ama uçak inemedi. Çünkü aşağıda kar vardı. Havalimanının trafiği çok yoğundu... Ve biz havada tur atıp vakit geçirmeye mecburduk.Derken iniş izni verildi.Ve saat 14.10'da tekerleğimiz piste değdi.Peki aprona ne zaman gelip durabildik?Tam saat 15.10'da... Yani tekerleğimiz yere değdikten tam bir saat sonra...Pasaport ve vize kontrolü... Derken bagajların alınacağı bölüme geçiş...Uçağa bineli 9 saati geçmiş. Sizi uğurlayanlar indiğinizi bilmek istiyor. Hemen cep telefonuna sarılıyorsunuz.Fakat duvarlarda uyarı var:'Bu bina içinde cep telefonu kullanmayınız.'Peki nereden telefon edeceğiz
haber bekleyenlerimize?Duvara asılı üç telefon burada var, üç telefon öte tarafta... Lakin ne telefon üzerinde bir açıklama var 'ÅŸehir içi konuÅŸmak istiyorsanız, önce ÅŸu numaraları çevirin' diye... Ne de karşılaÅŸtığınız zorluÄŸa ilgi gösterip yardım eden...SorduÄŸunuz görevliler de 'benim iÅŸim sana telefonu nasıl kullanacağını öğretmek deÄŸil' mesajı veren bir umursamazlıkla ağızlarında birkaç kelime yuvarlayıp arkadaşıyla konuÅŸmaya dönüyor...Ä°lk geliÅŸiniz ise, vazgeçin mücadele etmekten... Nihayet 'kazaya uÄŸrasak haber bekleyenler zaten radyodan televizyondan duyarlar' deyip bagajınızın derdine düşün.Lakin bagajlar nerede?Nitekim taşıyıcı bandın harekete geçmesi için 50 dakika da orada bekledik. Ve... 12.04'te inmemiz gereken havalimanından, hiçbir olaÄŸanüstü engelle karşılaÅŸmadan saat 16.00'da yani tam dört saat kaybetmiÅŸ olarak otele hareket ettik.Neyse ki önceden bir 'limuzin' servisine 'beni karşılayın' mesajı göndermiÅŸim. Yoksa havalimanında bir taksi bulmak da herhalde en az yarım saatimi alırdı.*Otelimiz Manhattan'da Birinci Avenue üzerinde... Bentley Hotel... GeceliÄŸi 159 dolar imiÅŸ. New York ölçülerinde lüks sayılmayan bir otel olmalıydı. Bizim için burada olması önemliydi çünkü iÅŸimiz BirleÅŸmiÅŸ Milletler Merkezi'ndeydi. GidiÅŸ geliÅŸimizde sorun istemiyorduk.Bana verilen oda 10'uncu katta imiÅŸ... Asansör hareket edince sağından solundan parçalar kopuyor yahut bir yerlere çarpıyormuÅŸ gibi sesler gelmeye baÅŸladı. Ama hakkını yemeyelim... Tam onuncu katta durdu.Bavulu aç, elbiseleri gardıroba, gömlek vs.yi çekmecelere koy...YorulmuÅŸsun... Bir bardak su iç...Ne suyu? Odadaki buzdolabının konulduÄŸu kapağı açınca gördüm ki, içi boÅŸ... Yani buzdolabı filan yok.'Allah Allah! Herhalde dolap bozuldu, tamire götürdüler. Bana da dolabın getirilmediÄŸinin farkında olmadan bu odayı verdiler.'Neyse ki resepsiyondan yardım isteyebilirim.Ä°stedim de... Ama yanıt, beklediÄŸimden farklı çıktı:'Odanıza buzdolabı koyarız ama günlüğü 20 dolardır. Bunu oda ücretinize ilave ederiz.'Lanet olsun! Bu kadar paragöz insanlara 20 dolar deÄŸil 20 cent bile verilmez...*Kalitesiz porselen tabaÄŸa masa üzerinde dizili tereyağı, peynir ve reçel paketlerinden koyuyor, aldığınız bageli ekmek kızartıcıda şöyle bir ısıtıyor, sonra çayınızı/kahvenizi koyacağınız kağıt bardak alıyor ve makineden çay alıp bir masada bu muhteÅŸem kahvaltıyla güne baÅŸlıyorsunuz.Çatal hiç yok... Çünkü çatal yıkamanın da bir maliyeti var.*New York'a geldiÄŸinizi birilerine bildirmeniz lazım. Öyle ya... Yakınınız var, sevdiÄŸiniz var...Ä°yi de telefon numarasını çeviriyorsunuz, çeviriyorsunuz, sonuç yok. Karşınıza sadece 'çevirdiÄŸiniz numara yanlış/eksik' diyen bir ses çıkıyor. 'Ama yine de kendi sesinizle bir mesaj bırakabilirsiniz' diyor.Zaten New York'ta kimseye telefonla ulaÅŸmanız söz konusu deÄŸilmiÅŸ gibi ortak bir anlayış doÄŸmuÅŸ. Telefonlar adeta insanlar arasında iletiÅŸim kurulsun diye deÄŸil, iletiÅŸim kurulması engellensin diye icat edilmiÅŸ. Çünkü kime telefon ederseniz edin, -pek ÅŸanslı deÄŸilseniz- karşınıza 'Lütfen ses mesajı bırakın' diyen bir bant kaydı çıkıyor. Mesajınızı bırakıyorsunuz. Ama size dönen olmuyor. Çünkü herkes sadece kendi bencilliÄŸine hizmet sunuyor.Bir örnek vereyim:Hürriyet'in New York'taki temsilcisi, en az 40 yıllık arkadaşım DoÄŸan Uluç'a ben ÅŸahsen dört defa mesaj bıraktım, dönüp aramadı.Ãœstelik New York'a geleceÄŸimi ve kendisini arayacağımı önceden haber vermiÅŸtim.Ä°nsanlık nereye düşmüş, anlayın.SÄ°Z MUSLUÄžU HANGÄ° YÖNDE ÇEVÄ°RÄ°RSÄ°NÄ°Z?Siz evinizdeki musluÄŸu açmak isterseniz saatin aksi yönde çevirirsiniz deÄŸil mi? Kapatmak da saat yönünde çevirerek yapılır. ABD'de -veya New York'taki Bentley Hotel'de öyle deÄŸil. Suyu akıtmak için musluÄŸu saat yönünde çevirmeniz gerekli. Kapatmak için de aksini yapacaksınız. Lakin 'kapatıyorum' diye saat yönünde çevirince üstünüz başınız sıçrayan sular yüzünden sırılsıklam olmasa...Sen misin öten!New York bitmedi. Çünkü dönüş maceramız daha revnaklı oldu:Yine American Airlines ile bu defa Londra'ya uçmam lazım. Biletim Business sınıfı olduÄŸu için yer bulunduÄŸu takdirde uçağımı deÄŸiÅŸtirme hakkım var.Daha doÄŸrusu ben öyle sanıyordum.New York'a yolu düşen Türklerin gayri resmi konsolosluÄŸu diyebileceÄŸiniz bir adres var: 'American Club' isimli bir seyahat ÅŸirketinin sahibi Cevdet Gümüşdere ile eÅŸi Adalet Gümüşdere. Bizim Haluk Åžahin tanıyormuÅŸ. Gittik. Ä°lgilendiler. Adalet Hanım American Airlines ile konuÅŸtu. Hani o bir zamanlar, her sorunu çözmek için yardımcı olduklarını gördüğümüz Amerikalılar var ya... Onlardan aldığı yanıt ÅŸu:'Biz buradan ancak yeni bir bilet kesebiliriz. Kendi acentesiyle konuÅŸsun. Bileti nereden aldıysa tarife deÄŸiÅŸikliÄŸini oradan yaptırsın.'Çaresiz Ä°stanbul'a telefon ettim. Sekreterim Hülya Kaya yerimi Türkiye'den deÄŸiÅŸtirdi. Böylece 17 Aralık 2003 ÇarÅŸamba günü saat 19.05'te John F.Kennedy havalimanından kalkacak uçaktaki yerim güvence altına alınmış oldu.Saat 19.05'te kalkacak uçak için sizin saat kaçta havalimanında bulunmanız gerekir?Ä°ki saat önceden deÄŸil mi?Ben ihtiyatlı davranmak istedim. Saat tam 16.00'da havalimanındaydım.Önce gidip Business Class yolcularının check-in iÅŸlemlerini yapan bölüme gittim. Görevli iÅŸlemleri yaptı. UçaÄŸa vereceÄŸim bavulun üzerine etiketleri yapıştırdı sonra, 'Åžimdi güvenlik kontrolü kuyruÄŸuna girin ve bavulunuzu oradan geçirin' dedi.DediÄŸi yere yaklaşınca gördüm ki, kıvrıla kıvrıla en az 100 metreyi bulan bir kuyruÄŸa girmemi istiyor.Tamam... Onu da yapalım ama kuyruk yürümüyor ki...Nitekim saat 17.00 oldu... Bizim kuyruÄŸun topu topu 15 metresi eridi.Saat 17.15 oldu, kuyruktan bir 20 metre daha gitti.Ama geride daha en az 60 metre var ve zaman azalıyor.Saat 17.30 sularında üniformalı bir bayan görevli 'Zürih yolcuları öne çıksın ve denetim için ÅŸurada kuyruk oluÅŸtursun' dedi.Yaklaşık 15-20 yolcu, bavullarını koydukları arabaları iterek denetim noktasına ilerlediler.Onlar erimeden aynı görevli bu defa:'Miami yolcuları kuyruktan çıkıp öne gelsinler' diye bağırdı.Kuyruktakilerden 10 kadar yolcu da Miami'ye gidecekmiÅŸ.Derken saat 18.00 oldu ama önümüzde daha en az 40 metre kuyruk var.Üçüncü anonsla American Airlines'ın 100 sayılı seferiyle Londra'ya gidecek olanları çağırdılar. Yaklaşık 10 kiÅŸi de böylece önümüze geçti. Benim bineceÄŸim 122 sayılı seferin yolcularından biri açıkgözlük yapıp ötekilerin arasına karışmaya kalkınca önümdeki genç hanım yolcu gittiÄŸi gibi görevliye ihbar etti. Adamı geriye postaladılar.Lakin kuyruk bir türlü erimiyor.Erimiyor çünkü tüm bavullar, valizler bir tek cihazdan geçiriliyor. Oysa cihazın etrafında en az 8-10 görevli var. Ä°kinci bir cihaz koymayı nedense düşünmüyorlar.Böyle bir durum Türkiye'de olsa neler duyarsınız?KardeÅŸim biz zaten böyleyiz... Åžuraya iki memur ile bir cihaz daha koysalar bu eziyet olmaz. Ama bizim yetkililer düşünemezler ki... v.s.Ama 'dünyanın en güçlü ulusu', 'dünyanın en geliÅŸmiÅŸ ülkesi' filan dediÄŸiniz Amerika BirleÅŸik Devletleri'ndeki gerçek de iÅŸte bu...Derken saat 18.05'te nihayet sıra bize geldi.Benim bavulu cihazın içine iteleyen memur:'Åžurada bekleyin!' diye sert bir talimat verdi.'Ä°yi de... Neden?'Yanıt bile vermeden iÅŸine devam etti.Beklemeye baÅŸladık. Yaklaşık on dakika sonra memur, zerre kadar incelik bilmeyen bir tavırla: 'Gidin!' dedi.Ve üçüncü kuyruÄŸa girdik.Bu defa elimizdeki çantalar vs. denetlenecekti.Tam bir meydancı tavrıyla bağıran, üniformalı bir kadın memur, bir ÅŸeyler söylüyor ama anlama olanağı yok.Baktım önümdekiler ceplerindeki madeni paraları, cep telefonu ve anahtar vs. ile yetinmeyip bel kemerlerini ve ayakkabılarını da çıkartıyorlar.Sıra ilerlerken ben de aynı ÅŸeyleri yaptım. Lakin bel kemerini açtığım halde çıkarmayı unutmuÅŸum. Nitekim cihazın içinden geçerken:'Düüt' etti.Sen misin öten!Kemerin tokasını gösterdim. 'Ä°ÅŸte sebep bu' dedimse de dinleyen olmadı. 'Siz ÅŸuraya geçin. EÅŸyanızı da buraya koyun!' dediler.'Ceketini çıkart!', 'Kollarını aç!', 'Cebindekileri tekrar ÅŸuraya koy!', 'Ayakkabılarını tekrar çıkart!'Tamamını yaptım. Çok hayal kırıklığına uÄŸramış olmalılar ama memur sonunda 'gidebilirsiniz' dedi.MeÄŸer 'gidebileceÄŸim' sadece onun kanaati imiÅŸ. Tam toparlanmış giderken genç bir memur:'Bir dakika' dedi. 'Sizi tekrar muayene edeceÄŸiz.''Görmediniz mi? ArkadaÅŸlarınız muayene ettiler ya!''O onların muayenesi idi. Bizimki baÅŸka!'Tekrar aynı ÅŸeyler baÅŸladı. Ceketini çıkart... Kollarını kaldır... Cebindekileri ÅŸuraya bırak... Çantanı kendin aç! Ayakkabılarını çıkart...Yetti ama!Derken bu genç memur da tatmin oldu ki karşısında bulunan kiÅŸi terörist deÄŸil...Ä°zin çıktı... Cin tepeme çıkmış halde uçaÄŸa yürüdüm. Zaten uçağın kalkmasına nerdeyse 10 dakika ancak kaldı.MeÄŸer daha çook vakit varmış. Nitekim saat 19.05'te kalkacak uçakta herkes yerini aldığı halde koyunlar gibi bekledik.Taa ki saatler 20.35'i gösterinceye kadar... Yani tarifemize göre uçak içinde birbuçuk saat bekletildikten sonra havalanabildik...Â
button