Amerika’da yılın kitabı

Güncelleme Tarihi:

Amerika’da yılın kitabı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 11, 2011 20:36

İyi bir romancı olan V.S. Naipaul’un İslam’dan sonra şimdi de kadın yazarlar için söylediği garip laflar dünyada tepkilerle karşılandı.

Haberin Devamı

Başarılı yazarımız Sema Kaygusuz konu hakkında Naipaul için ‘Ayrıca öyle kadın yazarlar var ki; mesela Margaret Atwood’un ya da Fransız feminist Helene Cixous’un eline su dökemez Naipaul. Ya da Türkiyeli yazar Leyla Erbil ile Naipaul’u aynı kantarda ölçmem bile’ demiş. Kaygusuz’un sözlerine katılmamak mümkün değil. Leyla Erbil’in dünyanın en iyi yazarlarından biri olduğu gerçeği de elbette zamanla kabul edilecektir.
Naipaul’u böylesine komik bir söylem içerisine sürükleyen ne olabilir peki? Amerika’da 2010/2011 yılının en önemli üç edebiyat ödülü sahibini bulduğu zaman ilginç bir tablo ortaya çıkmıştı... Kasım ayında Ulusal Kitap Ödülü kadın yazar Jaimy Gordon’un ‘Lord of Misrule’ romanına verildi. 2011’in ilk aylarında ise hem Ulusal Eleştirmenler Birliği, hem de Pulitzer jürisi yılın en iyi romanı ödüllerini aynı romana verdiler. Jennifer Egan dördüncü romanı ‘A Visit from the Goon Squad’la bu iki ödüllü birden kazanan nadir yazarlar arasına girmeyi başardı ve böylece Amerika’da yılın en önemli üç edebiyat ödülünü kadınlar kazanmış oldu.
Jennifer Egan’ın başarısının, yazdığı romanın Amerikan edebiyat dünyasında uzun zamandır yazılmış en yenilikçi, en farklı romanlardan biri olmasında gizli olduğunu söylemeliyiz. Yaklaşık 40 yıllık bir zaman diliminde yaşanan hayatları anlatan bu başarılı romanda 13 bölümde 13 farklı bakış açısı var.  Oldukça eğlenceli ve zaman zaman okuru güldüren romanda bir ilk de var. Bölümlerden biri Powerpoint sunumu gibi hazırlanmış ve 12 yaşındaki anlatıcı hikâyesini böyle anlatıyor.
Amerikan rock müziğinin arka fonda kullanıldığı ‘A Visit from the Goon Squad’ bir grup insanı çocukluklarından yetişkin günlerine kadar izliyor ve kaybolan zamanın hesabını yapıyor. Bazı Rock şarkılarında sonlara doğru müzisyenlerin müziği durduğu ve dinleyicinin tam şarkının bittiğine ikna oldukları zaman şarkının yeniden başladığına dikkat çeken Jennifer Egan aynı zamanda olabildiğince alçak gönüllü bir yazar. Bazı yazarların kitaplarını okuyucunun adına imzalamayı reddettikleri günlerde Jennifer Egan’ın kitabını imzalarken bu Türk okuruna yazdığı birkaç satırı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“28 Haziran 2010
Arkun,
Senin gibi bir okuru bulduğum için onur duyuyorum ve umarım bu ayrıcalığı kazanmaya devam ederim.
Jennifer Egan”
Bir kitapçıda tanımadığı, görmediği bir Türk okuru için bu denli samimi, ince, espritüel bir imza atan Jennifer Egan yeni romanı ‘A Visit from the Goon Squad’la son yılların en iddialı ve başarılı romanlarından birine imza atarken birçok erkek romancıya da nasıl roman yazılabileceğini gösteriyor. Jennifer Egan’ı okuyun.

Haberin Devamı

BİLGİYE  SUSAYANLAR

Haberin Devamı

Tom Stoppard zeki oyunların yazarı olarak tanınıyor. İngiliz yazarın en sevilen oyunlarından ‘Arcadia’ 26 sene sonra yeniden Broadway’de. Bu yıl Lia Williams, Tom Riley ve Raul Esparza gibi oyuncuların sahneye çıktığı ‘Arcadia’da ‘Gossip Girl’ dizisinde Blair Waldorf’un annesi rolünde izlediğimiz Margaret Colin’le ilk kez Broadway sahnesine çıkan, Meryl Streep’in oyuncu kızı  Grace Gummer da var. 2 saat 45 dakika süren ‘Arcadia’da iki farklı yüzyılda yaşayan insanların edebiyat ve ‘bedensel kucaklaşma’ gibi tutkularla alış verişlerini izliyoruz. Zaman zaman başarılı olsa da ‘Arcadia’nın 2011 Broadway prodüksiyonu bu akşam En İyi Yeniden Sahnelenen Oyun dalında Tony ödülünü kazanabilecek kadar kuvvetli değil. Bu oyunda hem 1985 hem de 2011’de sahneye çıkan tek oyuncu ise Billy Crudup hırslı akademisyen Bernard Nightingale rolüne oldukça farklı bir yorum getiriyor. Bernard’ın kendini tutamayıp heyecanlanmaya başladığı zamanlarda küçük çığlıklara dönüşen sesi seyircilerin ilgisini çekiyor. 2007’de En İyi Yardımcı Oyuncu dalında Tony ödülü kazanan oyuncu bu yıl da ödüle aday.

Haberin Devamı

RESİMDEKİ İNSANLAR

Studio 54 Tiyatrosu’nda son günlerde sergilenmekte olan ‘The People in the Picture’da genç bir kadın kendisiyle kaldığı taktirde hayatını kaybedeceğini bildiği kızını yabancılara emanet etmek zorunda kalıyor. Genç kadın bu kararı ‘yeter ki kızım yaşasın’ düşüncesiyle veriyor. Savaş bittiği zaman kızını arıyor ve onu geri almak istiyor. Kız çocuk için zor olan ise tanımadığı bir kadına anne demekten çok, bir anne baba gibi sevdiği insanları aniden kaybetmek. Bu kız çocuğu kendisini hayatta artık yapayalnız kalmış bir insan olarak görüyor ve kaybettiği insanların acısını ilelebet içinde taşıyor. II. Dünya Savaşı’nın Polonya’sında yaşanan trajik olayları konu alan ‘The People in the Picture’ Studio 54 sahnesinde oyun olarak değil, bir müzikal olarak sahneleniyor. Stephen Sondheim, Leonard Bernstein ve Rodgers and Hammerstein’in müzikalleriyle haklı bir üne kavuşmuş olan Donna Murphy bu yeni müzikalin başrolünde parlıyor. Özel efektlere ihtiyaç duymadan  sahneye konulan ‘The People in the Picture’ özellikle anne-kız ilişkilerine değindiği duygusal anlarda seyirciyi yakalıyor. Müzikal bütün eksikliklerine rağmen Donna Murphy’nin üstün sesi ve olağanüstü yorumuna tanık olmak için bile olsa görülmeye değer. Donna Murphy’nin bu akşam dağıtılacak olan Tony ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu (müzikal) dalında aday olduğu müzikal, 19 Haziran’a kadar izlenebilir.

BÜYÜK  TERÖR

Haberin Devamı

Issız gece. 16 ceset. Ukrayna’nın güneyi. Yıl 1937. Yaşanan Stalin’in terörü, anlatan Jean-Pierre Milovanoff. Kitap Fransa’da bu yılın en iyi romanlarından ‘Terreur Grande’. 1970’ten beri roman yazan Milovanoff bu kez babasının ve atalarının hikâyesini anlatıyor.
Stalin’in terör estirdiği Sovyetler Birliği’ndeyiz. Zor günler. Günde ortalama bin 600, ayda 50 bin masum insanın idam edildiği, ama Odessalı genç kızların koton elbiselerini giyerek gemiyle gelenleri karşıladıkları, akşamları hoparlörlerden yükselen müzikle vals yapıldığı zamanlardayız... Öte yanda tutuklamalar, göz altına almalar, işkenceler ve mahkemelerde verilen kararlar var. İnsanlar ya idam sehpasına yollanıyorlar ya da Sibirya’ya. ‘Terreur Grande’da Anton Semionovitch Vassiliev, Sovyetler Birliği’nin geleceği için tehdit oluşturduğu düşünülen insanların dosyalarını hazırlayan yönetici konumunda. Anton bir gün eve geldiği zaman annesi kaybettikleri sohbetleri, operayı, Turgenyev’in, Çehov’un eserlerini hatırlıyor. Yaşlı kadın oğluna böyle bir felaketin nasıl başlarına geldiğini soruyor.
Milovanoff 50. sayfada artık arkadaşlar arasına bile güvensizliğin sızdığını,  birbirlerinin isimlerini söyleme korkusuyla yaşadıklarını yazıyor. 53. sayfada bir kadın alınıp götürüldüğü zaman üzülen olmuyor ve arkasından zaten eski zamanın insanıydı, dolayısıyla bugünkü elitin düşmanıydı deniliyor...
Milovanoff, Stalin zamanında yaşanan terörü yüzlerce sayfalık bir roman yerine 173 sayfada anlatmış. Her kelime, her cümle bir dünyayı anlatıyor. Anton’un gözünde eğer istenilse genişletilerek bütün bir şehrin suçlu olduğu bir kanvas boyanabilirdi (s.89).
Şairane bir dili olan Jean-Pierre Milovanoff’un kitabı Fransızların en önemli ödüllerinden Renaudot’nun yaz öncesi yayınladığı ilk listede yer aldığı gibi Fransız dilinin önemli edebiyat ödülü Goncourt açısından da çok büyük şansa sahip. Defalarca Goncourt ödülüne aday olan Milovanoff’un son romanı için jüri üyesi Bernard Pivot övgülerle dolu bir yazı yazdı geçen günlerde. Diğer jüri üyelerinden Edmonde Charles-Roux’nun ‘Büyük, çok büyük bir kitap’ dediği ‘Terreur Grande’ için üçüncü jüri üyesi Didier Decoin ‘hayatımda okumuş olduğum en müthiş kitap’ dedi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!