Sibel ARNA
Oluşturulma Tarihi: Şubat 08, 2003 23:54
İngiliz Observer gazetesi 2002 yılının ‘‘En iyi ve en parlak sanatçısı’’ seçti. The Economist onu Sanat dünyasının Pedro Almodovar'ı diye tanıttı. The Guardian'ın birinci sayfasında fotoğrafları çıktı. Türk yönetmen Kutluğ Ataman'ı (42) dünya çoktan keşfetti.
Kısa filmleriyle ve belgeselleriyle dünyada pek çok ödüle layık görülen Kutluğ Ataman, altı aydır Türkiye'de. Bu süre zarfında Kıbrıs harekatı sonrasında geçen ‘‘Palto’’ isimli bir senaryo bitirdi, bir kısa filmin prodüktörlüğünü yaptı ve Perihan Mağden'in ‘‘Bir Genç Kızın Romanı’’nı çekmek için hazırlıklara başladı.
BERLİN'DE FİNALE KALAN PALTO
‘‘Yalan Dünya’’ isimli prodüksiyon şirketinde Gülen Güler ve Murat Çelikkan ile çalışıyorum. Yönetmenlik ve prodüktörlük yapıyorum. Efe Buluç adlı çok genç bir kısa filmcinin filmini yapıyoruz. Onun gibi ilk kez kısa
film çekecek olan gençlere destek veriyorum. Bir film senaryosu yazdım. 1974 Kıbrıs harekatı sırasında, Kıbrıs'ta geçen bir çocuk hikayesi. İsmi 'Palto.' Bu senaryo, Berlin Film Festivali bünyesinde yer alan Avrupa derecelendirmesinde (European Pitch) finale kalan 12 senaryo içinde yer aldı. Berlin Film Festivali 6 Şubat'da başladı. Bu festivalde uluslararası film yapımcıları bir araya geliyor ve filmin finansmanına çözüm bulmaya çalışıyor.
Nasıl bir ailenin çocuğusunuz?
- Annem babam İstanbul doğumlu ama kimlik olarak Erzincanlı’yız. Ben Amerikan Hastanesi'nde doğacakmışım ama yetiştirememişler, İtalyan Hastanesi'nde doğmuşum. Çocukluğumda her yaz Erzincan'a giderdik. Babam avukattı ama müteahhitlik yapıyordu. Ama sonraları onu da yapmadı. Çünkü babasından kalan paraları vardı. Erzincan'da çiftlikler ve mallar.
Yurtdışında eğitim gördünüz ve çalışmalarınızı orada yoğunlaştırdınız. Mimar Sinan Ünivrsitesi'ni bırakıp yurtdışına gitmenizin temel nedeni neydi?
- Çünkü 12 Eylül oldu. Türkiye'de kendime bir gelecek göremiyordum. Amerika'ya gittim. Los Angeles'da sinema okudum. California Üniversitesi ve Sorbone'un ortaklaşa yürüttüğü bir programdı. Sonra bursla Fransa'ya gittim. 2 yılım Paris'te geçti. Bir yıl Almanya'da yaşadım. Çünkü orada bir film çektim. Altı aydır Türkiye'deyim.
Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
- Güncel sanat alanında çalıştığım için sürekli Britanya'ya gitmek zorundayım. Orada iş yapıyor, oradaki fonlardan yardım alıyorum. Haliyle İngilizler bana Britanyalı, Amerikalılar Amerikalı, Türkler de Türk diyor. Benim için çok fazla fark etmiyor. İsmimi yanlış söylemesinler yeter.
Holywood filmlerini nasıl buluyorsunuz?
- Bize gelenleri kötü. Gerçi bu sezon biraz şaşırtıcı bir sezon. Ben üç tane aksiyon filminin üçünü de çok beğendim. Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter ve Başka Gün Öl (James Bond).
Bu tarz filmlere imza atmayı düşünüyor musunuz?
- Düşünmüyorum. 40 yaşına geldim. Bu saatten sonra o merdivenleri nasıl tırmanacağım. Ben gerçekçi ve bu coğrafyaya ait hikayelerle ilgileniyorum.
EŞCİNSELLERİN YAŞADIKLARI
Yaratıcılığınızı besleyen kaynakları öğrenebilir miyiz?
- Ben insanlardan, insanların anlattığı hikayelerden besleniyorum. Benim yaptığım sanat kendi yaptığım otoportremin tuğlaları. Her ne kadar insanlardan yola çıksam da özde kendimi ifade ediyorum.
Mesela?
- Mesela 'Semiha B. Unplugged'. Bu belgeseli çektiğim vakit ben Türkiye'ye yeni gelmiştim, yeniden adapte olmaya çalışıyordum. Semiha Berksoy unutulmuştu, Türkiye'nin tekrar onu hatırlaması gerekiyordu. Onda kendimi görüyordum. O belgesel sayesinde o da ben de tekrar Türkiyeli olduk. Peruk Takan Kadınlar'da da aynı şey oldu. Hostes Leyla'da, Transseksüel Demet Demir'de ve başörtüsü takamadığı için üniversiteye alınmayan kızda kendimi gördüm. Onların yaşadıkları bir eşcinsel olarak benim Türkiye'de yaşadıklarımdan farklı değildi.
Lola ve Billidikid filmiyle ilk defa eşcinseller 'gerçek' kişiler olarak karşımıza çıkmıştı. Heteroseksüellerin başına gelebilecek her şey onların başına da geliyordu. Her şeyi hiç korkmadan gösterdiniz. Bu cesaret nereden kaynaklanıyor?
- Kendimi cesur olarak nitelendirmiyorum. Aklın yolu birdir. Tabuları kıramayan ve tabuları kırdığım için benim üzerime gelen insanları her zaman aklın yoluna davet ettim. Ben modern Türkiye'ye güveniyordum. Açıkçası korkmadım. Ben bu işi yaptığımda sinemacılar ve dağıtımcılar bana 'Biz iki erkeğin öpüştüğünü gösteremeyiz' dedi. Bazıları daha da ileri gidip 'Biz bir i... yönetmenin filmini gösteremeyiz' dediler. Bunları diyenler solcu ve aydın geçinenlerdi. Ben onları hiçbir zaman suçlamadım. Onları akıl yoluna davet ettim. İstanbul Festivali'nin ve Hülya Uçansu'nun desteği olmasaydı bu film hiçbir zaman gösterilemeyecekti. Orada halk ödülü kazandı bu film. Sonunda benim dediğim çıktı. Film Trabzon'da, Mersin'de bile gösterildi. Bu mesele akıl ve akılsızlık meselesi. Akıllı olan söylemesi gerekeni söyler, tarihinin önüne koyduğu problemi çözer.
Siz bu kadar açık konuşurken Türkiye'deki eşcinsellerin büyük bir bölümü hálá susuyor...
- Susmaları çok normal. Çünkü konuştukları vakit işlerinden ve evlerinden atılabilirler. Sosyal güvenceleri yok. Bu sadece eşcinsellerin sorunu değil. Ben Kutluğ Ataman olarak konuşabilirim. Çünkü benim göreceli bir korunma alanım var artık. Ben yurt dışında yaşayabilirim, benim bankada param var, ben sanatçıyım, falan falan falan...
REKLAMLAR DÜNYA KALİTESİNDE DEĞİLTürkiye'de yapılan reklamlar kesinlikle dünya kalitesinde değil. Ayrıca piyasadakilerin aşağılık kompleksi var. Yerli yaratıya çok fazla güvenmiyorlar. Yapılan reklamlarda da çok fazla yaratıcılık aranmıyor. Türkiye'deki piyasa, beni dünyanın en iyilerinden biri yapamazdı. Bu sebeple ben de enerji harcamadım. Kliplerde de aynı şekilde. Yaratıcılığınız sınırlandırılıyor. Sizin yönetmen olarak yurt dışında sivrilebileceğiniz klipleri burada kimse anlamıyor. Türkiye'de reklam ve klip yöneten tüm yönetmenler uzun metrajlı film çekmek istiyor.
Unutamadığım filmler: Alfred Hitchcock filmleri.
Ağladığım filmler:
Yok. Çünkü film izlerken işin teknik kısmıyla çok meşgul oluyorum.